Dimdik yokuşlarımız, keskin virajlarımız ile en büyük sevdamız taş çeşmelerimiz baştanbaşa yıkılıvermiş. Köy yollarımızda mola verdiğimiz oturak muhabbet taşlarımız da kalmamış. Kırılıp dökülmüş, ezilmiş parçalanmış ya da yerin dibine geçirilmiş. Sonra da her bir parçası derin mezarlara gömülüvermiş... Vah köyümün sülüklü taş çeşmelerine vah!
Karadeniz fıkralarının doğduğu oturak taşlarımız yok artık. Bundan böyle Temel Reis ile Fadimeler olmayacak; Dursunlar, İdrisler, Niyaziler de hiç konuşulmayacak; öylesine tatlı, buz gibi suları kana kana içemeyecek; bir yudum suyu şerbet diye ağzımıza alamayacak ve en muhteşem yemek niyetine yalandan yere çiğneyip yutamayacaktık. Sonra da dişlerimizdeki hayali et parçacıklarını ottan bir kürdanla temizleyemeyecektik. İşte, coğrafyamızın bin bir çeşit yeşillikleri ve kuru otları ile sülüklü taş çeşmelerimiz böylesine yerle bir edilivermiş...
Muhabbet oturak taşlarımızda bir daha mola veremeyecektik. Karşı köyleri ile dimdik dağların zirvelerini bundan böyle seyredemeyecektik ve kendimizi ufukların derinliklerinde bulamayacaktık hiç; çok büyük umutlara ya da dağ gibi hayallere sürüklenemeyecektik artık…
Oturak muhabbet taşlarımız paramparça edilmiş, yerin dibine geçirilmiş... Çocukluk arkadaşlarımızla bir mola sırası ve en derin muhabbetlerimiz sonrası binlerce kez kahkahalar atamayacaktık artık… Gece zifir karanlığında, en büyük sevdalarımız sülüklü taş çeşmelerimizin hemen yanı başında, parmaklarımızla gezegenlerin yıldızlarını sayamayacaktık; sonra da koparamayacaktık birer birer hepsini birden… Binlerce yıldızın karanlıklar içerisinden jet hızıyla inişlerini, içimizi ısıtışlarını ve köyümüzün buz kalıplarını söküşlerini, bir de aşk fısıldayarak düşüşleri ile sevgililerimizin evinin çatısına birer birer çakılışlarını da seyredemeyecektik çocukluk arkadaşlarımızla bir daha… Sonra da yerlere serpilen yıldız parçacıklarını birer birer çiğneyip çocukluk arkadaşlarımla üzerlerinde el ele horonlar oynayamayacaktık çıplak ayaklarımızla bir daha…
Sıradağlarımızın zirvelerinde yıldız yağmurları artık hiç olamayacaktı… Kapkaranlık gecelerimiz bizleri uzayın derinliklerine gönderemeyecekti ya da parmaklarımızla koparamayacaktık gecenin tüm yıldızlarını…
Hiç olmayacaktı artık dağlık coğrafyamızın zifir karanlıkları da… Tek bir yıldızın hasretiyle yanıp tutuşacaktı çocukluk aşklarımız; gece uyurken derin hülyalara dalamayacaklardı ama bizlerden hep yıldız yağmuru bekleyeceklerdi. Upuzun saçlarında tek bir yıldız taneciği bile bulamayacaktı çocukluk aşklarımız. Saklayamayacaklardı bizleri de gecenin yıldızlarıyla birlikte içlerinin en derinliklerinde. Üstelik minnacık ve sıcacık göğüslerinde bir tek yıldızın hayali dahi olmayacaktı böylece. Çocukluk sevgililerimize de bundan böyle elveda diyecektik ya da en büyük sevdalarımız taş çeşmelerimiz gibi ağzını burnunu dağıtacak veyahut ta kara toprağa diri diri gömüverecektik köyümüzün güzellerini de…
Böylece geçmişimizden geriye her ne değer kaldıysa el Fatiha; hoşça kal muhteşem köyümüz ya da elveda en büyük sevdamız sülüklü taş çeşmelerimiz diyecektik. Sonra da merhaba iki gözümüz; hoş geldin yıldızları olmayan yapay gecelerimiz diye öylesine fısıldayacaktık gökyüzünün maviliklerine…
Bizlerden istenen de buydu zaten; sevgisiz, muhabbetsiz ve kimsesizlik yığınları ya da yıldızlar sayısınca hiçbir işe yaramaz alabildiğince insan sürüleri…
Nasıl da çocukluk aşklarımızın hayallerine göz koymuştu şerefsizler... Gecelerimize dadanmıştı pezevenkler… Adi herifler yapay gecelere terk etmişti gökyüzünün tüm yıldızlarını… Bizler de en büyük sevdamız sülüklü taş çeşmelerimizi gömüvermiştik toprak yığınlarının en derinliklerine ve yıldızlarımız ile birlikte sevgililerimizi de kemençe eşliğinde uğurlamıştık bir sonsuzluğa ya da cehennemin en derinliklerine…
En büyük sevdalarımız sülüklü taş çeşmelerimizin yokluğunu uygarlık diye bize yutturmuşlar. Güya medeniyet denen bir aydınlığın nimetleriymiş bizlere yedirilen bu yıkımlar… Hepsi yalan; günaydın yıldızları olmayan yapay geceler; elveda muhteşem köyüm, merhaba iki gözüm; hoşça kal çocukluk aşkım. Ruhuna el Fatiha dediğim en büyük sevdam sülüklü taş çeşmelerim… Merhaba dağlarımın zirvelerine yansıyan kıpkızıl güneş… Bir kez daha hoş geldiniz yıldızları olmayan hayali geceleri bizlerle buluşturan tüm şerefsizler…
Ve can çekişen coğrafyamıza bundan böyle çok uzağız biz…
Fırtına Deresi kitabımızdan…
Kayıt Tarihi : 3.4.2012 19:23:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hilmi Sancak Dedeoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/04/03/koyumun-suluklu-tas-cesmeleri.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!