Bu akşam yazmalıyım. Yazabilir miyim ki? Yazmalısın yazmalısın… Korkma öyle. Kim okuyacak ki yazdıklarını?
İyi de olsa, kötü de olasa sana ait değil mi? beğenmezsen siler atarsın.. İyi de, ne yazacağım; neyi, kimi? Başlayabilir miyim ki? Yayır hayır, senin işin değil yazmak, beceremezsin! Becerirsin... Beceremezsin. Valla ister becer ister becerme ama, sen gene de yazmalısın derim ben. Yaz da, ne yazarsan yaz. 'iyi' yaz, 'kötü' yaz, 'eğri” yaz, 'büğrü' yaz, kendini, O'nu, uzakları, yakınları yaz...
Ama sen yazma gene de….. Yaz Yaz… Bak Korsana, pır pır ediyor odanın içerisinde sevincinden. Şimdi de kondu zeytin ağaçlarını görüntüleyen tuvalin sırtına... Gagasını sürtmekte duvara. Sarı- beyaz arası nüanslardan oluşan eşsiz rengi ve şeytanımsı bakışları, kısacık gagasıyla arasıra bana bakmakta... Ah! Şimdi de pencereye uçtu, tüle tutunmaya çalışıyor… Düşmemek için nasıl da geçirdi tırnaklarını? İnatçıdır. Kafasına koyduğunu başarır hep. Bak hele şimdi de beni gözetliyor. Anladı benim yazamadığımı. ''Moruk ne anlarsın sen yazı yazmaktan” dedi gibi geldi bana. Tam duyamadım. Demiş olsa da, ben biliyorum ki, Korsan beni seviyor. Odaya her girişimde kafesinin içerisinde nasıl da pır-pırlanıyor öyle? Dünyanın en güzel seslerini çıkarıyor? Yaaa..! . Benim gelişimi kutluyor işte...
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.