Beni anlamıyorsunuz, kendimi ifade edemiyorum.
Bu sözleri oldukça sık duyarız, özellikle de kadınlardan. Kendimi anlatamadığımı anladığımda, aslında kendimi tanımadığımı, yıllarca kendi kişiliğimin dışında yaşamış olduğumu görmek korkutmuştu beni, ki ben; korkularım olmadığını, hiçbir şeyin beni korkutmadığını düşünen biriydim. Korkularımı, üzüntülerimi, sevinçlerimi, kısacası tüm duygularımı bir çember içine almış dışa taşmalarına izin vermemiş, bunun adına; kendimce sevgi ve sevdiklerimi koruma adı vermiştim. Emekleyen bir bebek gibi adım adım kendimi öğrenmeye başladığımda asıl sevginin, kendimi içine hapsettiğim çemberin dışında olduğunu, gördüm. Saklamaya çalıştığım beni, tanımaya anlamaya çalışıyordum.
Kimdim, nasıl biriydim ve hayattan ne istiyordum, bunu anlamalıydım. Yaptıklarım ve yapmak istediklerimi düşünerek kendimi sorgulamaya başladım, elle tutulur hiçbir şey yapmamış onca yılımı boşa harcamıştım. Sevmeye çalışırken en önemli şeyi, kendimi önemsemeyi unutmuş, özgür ruhlu kişiliğime rağmen bunu saklamış, sevdiklerimi üzmemek adına kendim olmadan yaşamıştım.
Gün geçtikçe kendimi hapsettiğim çember daralmaya başlamış, bu nedenle nefes alamamaya başlamıştım. Yaşadıklarım veya yaşayamadıklarım, ardı arkası kesilmeyen fırtınalar gibi üzerime gelmeye başlamış, gizlediğim gözyaşlarım sel olup akmaya başlamıştı. Sabahlanan geceler, bitmeyen günler vardı önümde, her gün bir öncekinin aynısıydı, yılları ise ezberlemiştim artık. Sürekli bu böyle olmaz toparlanmalısın diyordum kendime, fakat ne zaman harekete geçsem bir engelle karşılaşıyordum. Engeller kişiliğimi alıp götürürken, bunalımlar yaşıyordum. Zaman zaman içime kapanıp kendimi suçluyor, kimi zamanda suçluyu çevremde arıyordum. İnsanlardan kaçıp martılarla, yıldızlarla konuşmaya başlamıştım, bu kaçışa neden aramıyordum, çünkü verdiğim sevgiler bana acı olarak geri dönmüştü. Ben; üzülmeyi ve incitilmeyi hak etmemiştim. Kimdim ben, bunun cevabını kendimde bulamadığım için, insanlara sormaya başlamıştım.
Nasıl biriydim?
Çevremdeki kalabalığın içinde yalnız olduğumu görmek ikinci korkum oldu. Bir depremin ortasında yapayalnızdım. Yıllarca kendimi paralarcasına sevdiğim insanlar çevremdeydi, fakat benim korkudan titrediğimi göremiyor, bana kendi korkularıyla geliyorlardı, bir curcunanın ortasında yapayalnızdım. Bu arada ilk depremimi eşimin vefatıyla yaşamıştım. Çocuklarımla beni zorlu bir hayatın beklediğini hissediyor, ne yapacağımı bilemiyordum. Benden beklenense güçlü olmamdı. Benim de insani duygularım olduğunu, zayıf ve güçsüz olabileceğimi anlamıyorlardı, ağlayacak bir omuza ihtiyacım varken, omzun da ağlanan yine ben olmuştum.
Artık, yaşarken üstesinden geldiğim sıkıntılar omuzlarıma ağır gelmeye başlamış, gücüm tükenmişti. Ruhum bedenimde değilmiş gibi yaşıyor, karanlıklar içinden çıkamıyordum. Nereye adım atsam, karşıma çıkmaz sokaklar ve duvarlar çıkıyordu. Küçülmeye başlayan yüreğimden sürekli birileri gidiyor ve benim buna itirazım olmuyordu. Her zaman evet diyen ben, zaman zaman hayır demeye başlamış ve bunun karşılığında değiştin, sen böyle değildin gibi tepkiler almaya başlamıştım. Onlar bana: biz eski seni geri istiyoruz dedikçe, ben yüreğimi acıtırcasına kendimden nefret ediyordum.
Kimim ben? sorusu hayatımın vazgeçilmezi olmuştu. Ruhum, yüreğim, gözlerim, sesim gittikçe benden uzaklaşıyorlardı. Kimdim ben?
Doğru, dürüst, yalansız bir insan olduğumu düşünürken, birden bire insanların gözünde gereksiz biri olup çıkmıştım.
Aslında kim olduğumu, ne istediğimi çok iyi biliyor fakat gün geçtikçe daralttığım çemberin içinden çıkmaya cesaret edemiyordum. Zincirlerimi kırsam, sevdiklerimi üzecek ve yalnız kalacaktım, ama ben zaten yalnızdım ki. İhtiyaç duyulduğunda aranıyor olmak gerçeği, yüzüme tokat gibi vurmuştu. Oysa benim ihtiyacım olan, beni ben olarak kabul etmeleriydi. Görünmez bir ip vardı boynumda ve ben nereye çekilirse oraya gidiyordum.
Gerçek neydi?
Kendimi bir anda dalgalarla boğuşurken bulmak korkularımın en büyüğü olmuştu. Gerçek anlamda dalgaların içinde değildim, birkaç adım yeterdi onlara kavuşmama, beynim bedenimle savaş içindeydi ve ben çok korkuyordum. Hiç bir yenilgimde ölümü düşünmeyen ben, ilk kez ölümle burun burunaydım. Hayata dönmek için dualar ediyordum. Ağır adımlarla sahilden ayrılırken kazanmış olmaktan mutlu olmadığımı fark ettim, fakat sorumluluklarım vardı ve ben onları yüzüstü bırakamazdım.
Yaşama dört elle sarılmalıydım.
Aptalsın! Bu sözleri duyduğumda çok şaşırmıştım. Kızım bana aptal olduğumu söylüyordu, yıllarca içimde sakladıklarımı görmüş ve kendince beni uyarıyordu. Bu bir şok muydu benim için yoksa bir uyanış mıydı, bilmiyorum. Çocuklarım beni benden önce tanımıştı, onlardan uzak olmamak için birçok şeye boyun eğmiştim, şimdi onlar bana destek oluyor ve kendim olmamı istiyorlardı. Her zamanki gibi, onları çok seviyor, onlarla gurur duyuyordum.
Yalan söylememek adına, yaptığım her işin, attığım her adımın hesabını yapar olmak zamanla kişiliğimin benden uzaklaşmasına neden olmuştu. Özgür yaradılışta ki kişiliğimi çevreme uydurmaya çalışmış, bunun sonucunda kendimi kafese kapatılmış kuşlar gibi hissetmeye başlamıştım. Oysa doğanın yapısında vardı özgürlük, kafeslenen her canlı bir süre sonra hırçınlaşıyor, bu hırçınlığın sonrasında kendisine veya çevresine zarar veriyordu. Bense hiç kimsenin, özelliklede çocuklarımın benim yüzümden yaralanmalarını istemiyordum.
Onlar benim canımın parçalarıydı, çocuklarım için ayakta kalmalıydım.
İçimdeki anarşinin zaman zaman kişilik çatışması olarak karşıma çıkması hem ruhumu hem bedenimi yıpratıyordu. Bunun üzerine birde kalbimin kırıklığı eklenince, dipte hissediyordum kendimi. Sanki her şey bana karşıydı, buna doğa da dahildi. Deniz ve gökyüzü yazdan kalma güzellikleriyle kış ortasında yalancı baharı yaşatıyorlar, dalgaların munisliği ise; yüreğimi acıtıyordu. Kışın gelmemesi benim suçummuş gibi hissediyordum. Bu hislerden kurtulmak için çok çabalarken ve tam başardım derken, yinelenen olumsuzluklar çöküşüme neden oluyordu.
Bazen çocukluğuma geri dönüp sorunun nerede olduğunu bulmaya çalışıyordum. Elle tutulur bir anı bulamamak korkularıma bir yenisini ekliyordu. Hatırladıklarımsa, yemyeşil çimenlerle kaplı bir alan ve atlardı. Beynimin bir köşesinde saklı bir şeyler olmalıydı, sanki hepsini kapalı bir odada kilit altında tutuyordum. İlkokul ve gençlik yıllarımdan hafızamda kalan bir iki anı dışında kötü giden bir şey yoktu, mutlu denilebilecek nitelikteydi o yıllar. O halde neydi bendeki eksiklik?
Kahkahalarımı ne zaman yitirmiştim?
Yaşama dört elle sarılan ben, ne zaman kopmuştum hayattan?
Aslında bunlar daha öncede belirttiğim gibi bilmediğim şeyler değildi, fakat kendimle yüzleşmeye korkuyordum.
Ruhumda kopan fırtınaları kimseler anlamıyordu, zaten ben de buna izin vermiyordum. Bir şeyler anlatmaya çalıştıkça daha çok dibe batıyor, bunun sonucunda ise hem kendimi hem karşımdakini kırıyordum. Ne yapsam yaranamadığımı görmek, çabalarımın boşa gitmesi insani duygularımı köreltiyordu. Ne için? Kim için didiniyordum? Kendim için olmadığı kesindi. Kötülüğü, değil yaşamak sözünü bile etmeyi sevmezken, bir gün kötüsün sözünü duymak yıkmıştı beni.
Gerçekten öyle miydim?
Beklentilerim, sevgi, anlayış ve mutluluktu çok mu şey istiyordum hayattan. Düşünce ve hareket özgürlüğüm elimden alınmaya çalışıldığında ise suskunluğun dibine vuruyordum. Susmak çözüm değildi biliyordum, her zaman konuşup anlaşmanın doğruluğuna inanan ben şimdi susuyordum.
Kendimi yavaş yavaş insanlardan soyutlamış, doğa da ve hayallerin içinde yaşamaya başlamıştım. Bana dokunmadıkları sürece bundan da rahatsızlık duymuyordum fakat ben geri çekildikçe hücumlar artıyor, söylenen sözler ise yaralarımın kanamasına neden oluyordu. Yüreğimde az buçuk kalan sevgi kırıntılarını hayata döndüremiyor, her geçen gün benden uzaklaşmalarına bakakalıyordum. Hayata bakışım sıfırın altında ikiydi (çocuklarım) sadece onlar için yaşıyordum. Görmüyor, duymuyor, hissetmiyordum.
25.11.2010
Neşe Eser Turhan
Kayıt Tarihi : 15.12.2011 18:43:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kendimi yavaş yavaş insanlardan soyutlamış, doğa da ve hayallerin içinde yaşamaya başlamıştım. Bana dokunmadıkları sürece bundan da rahatsızlık duymuyordum fakat ben geri çekildikçe hücumlar artıyor, söylenen sözler ise yaralarımın kanamasına neden oluyordu. Yüreğimde az buçuk kalan sevgi kırıntılarını hayata döndüremiyor, her geçen gün benden uzaklaşmalarına bakakalıyordum. Hayata bakışım sıfırın altında ikiydi (çocuklarım) sadece onlar için yaşıyordum. Görmüyor, duymuyor, hissetmiyordum.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!