Sonbahardı, İspiriz Dağı’ndan esen rüzgâr ağaçların dallarını sallıyor, ağaçlardan kopan yapraklar sağa sola savruluyordu. Yapraklar özgürlüklerine kavuşmak için sanki rüzgârı bahane ediyor, küçük bir esintide uçup gidiyorlardı. Sıcak günler yavaş yavaş etkisini kaybediyor gündüz ile gece arasındaki sıcaklık farkı giderek yükseliyordu. Göç eden kuşlar gökyüzünü kara bir bulut gibi kaplıyordu. Yaylalara çıkan aileler ilçe merkezine dönmeye başlamışlardı. Sokaklarda caddelerde sürü sürü koyunlar görmek mümkündü.
Korali Amca kulübesinin önünde harıl harıl çalışıyor, bir içeri girip bir dışarı çıkıyordu. Ağaçtan yapılma kulübe, Korali Amca’nın ekmek teknesiydi. Gerçek ismi Abdullah Burgaz’dı. Bir Kore Gazi’siydi. Bu yüzden yakınları ona Koreli lakabını takmışlardı. Koreli lakabı zamanla Korali ’ye dönüşmüştü. Bu lakap ilçede öyle benimsenmişti ki Abdullah ismi unutulmuştu. Bir seferinde “ülkem için bin canım olsa feda ederim ama hiç bilmediğim bir ülkeye kimin çıkarı için gittiğimi ve neden savaştığımı anlamış değilim. Ölenler, yaralananlar, kaybolanlar... Ne için kim için ölmüşlerdi” demesi çok ilgimi çekmişti. Korali Amca, küçük kulübesinde kendi eliyle yontup yaptığı kazma, kürek, tırpan, orak sapları ile “berfing” ismi verilen kar kürekleri satardı. Ayrıca Başkale ve Yeni Köprü arasında ki dağlarda kendiliğinden yetişen ekşi elma, armut, kayısı, yumuşan gibi yaban meyveleri ile çeşitli pancarlar, uşkun ve mantar satar, ekmek parası kazanırdı. Çarşıda bir kavga çıktığında herkes bu kulübeye doğru koşar, Korali Amca’nın kazma ve kürek saplarını kapardı. Korali Amca bundan büyük üzüntü duyardı. Büyük bir savaş gören ve bu savaşta gazi olarak dönen Korali Amca Savaştan ve kavgadan nefret ederdi…
Korali Amca, kışa hazırlık için kar küreklerini kulübesinin önünde sergiliyordu. Babam, elimden tutmuş çarşıda gezdiriyordu. Dükkanların önünden geçerken kapıdakilere selam veriyor onlar da ayağa kalkıyor ellerini göğüslerinin üstüne koyarak büyük bir hürmetle selamına karşılık veriyor ve çay içmek için içeriye davet ediyorlardı. Babam, davetleri büyük bir nezaketle geri çeviriyor, “benim delikanlıya bir sürprizim var, daha sonra çayınızı içerim” diyordu. Delikanlı derken beni işaret ettiği gözümden kaçmamıştı. İçimi büyük bir heyecan kaplamıştı. Acaba beni nasıl bir sürpriz bekliyordu diye… Sürprizle ilgili düşüncelere dalarken Korali Amca’nın seslenmesi ile babam onun küçük kulübesine yönelmişti.. Birçok kişinin çay ikram etme teklifini ret eden babam, Korali Amca’ya hayır diyememişti. Korali Amca kendi elleriyle yaptığı iki küçük oturağı ve minik bir sehpayı kulübenin önüne koydu. Birinin üstüne küçük bir minder koyup babamın oturmasını istedi. Babam oturdu. Korali Amca saçlarımı okşadı. Kafamın tam tepesinden öpüp “sen de buraya otur” diyerek küçük oturağı işaret etti. Tam oturacağım sırada yan tarafta telis dediğimiz torbaların içinde satışa sunulan yabani ekşi elmalara doğru götürdü beni. “Bunlardan ister misin?” dedi. Evet veya hayır dememe fırsat vermeden bir avuç alıp kadife pantolonumun ceplerine koydu. “Ooo pantolonun da ne kadar güzelmiş” dedi. Evet, bu pantolonum çok güzeldi ve en sevdiğim pantolonumdu. Hem arkasında da iki cebi vardı hem de tek başıma yürürken bacaklarım birbirine değdiğinde kadife pantolonum farklı bir melodiyi andıran bir ses çıkarıyordu ve bu çok hoşuma gidiyordu. Diğer pantolonlarım kumaş olduğundan bu sesi çıkaramıyorlardı. Ben ekşi elmaları yerken, babamla Korali Amca çay içmeye başlayıp derin bir muhabbete dalmıştılar… Mevzu yine aynıydı, Kore Savaşı…
Babamın “delikanlıya sürprizim var” sözünü unuttuğunu düşünerek sıkılmaya başlamıştım ki çay içme, sohbet etme faslı bitmişti. Babam müsaade isteyip tekrardan elimden tutup, sebze haline doğru yöneldi. Sebze hali iki katlı büyükçe bir binaydı. Karşısında tek katlı ilk okul ve yine tek katlı lise binası vardı. Sebze hali pasaj şeklindeydi. Ön cephesinde normal dükkanlar, iç kısmanda ise sebze ve meyve satılan dükkanlar vardı. Babam sebze ve meyve alışverişlerimizi hep Muhacir diye hitap edilen yaşlı bir amcanın dükkanında yapıyor, bunlar zor günler geçiriyorlar destek olmak gerek diyordu. “Acaba Babam burada ne yapacak?” diye düşünürken bakkalla kırtasiye karışımı bir yer olan Aziz Amca’nın dükkanına yöneldi. Dükkâna girdik. Aziz Amca ile selamlaşma faslı bitince babam bana döndü “sürprize hazır mısın?” diye sordu. Bir anda nefesim kesilir gibi oldu. Boş boş babama baktım. Babam “bu sene okullu oluyorsun. Şimdi ihtiyaçlarını alıp okula gideceğiz” dedi. Sevinç ile korku arası bir duygu yaşamıştım. Aziz Amca’dan siyah bir önlük, beyaz bir yakalık, bir çanta, birkaç defter, kalem, kalem tıraş ve silgi aldık. Tam dükkândan çıkarken kırmızı yanaklı, hafif kilolu, güleç yüzlü bir amca ile karşılaştık. Dükkancı Aziz Amca’nın ağabeyi Sefer Amca’ydı bu. Okullu oluyoruz değil mi? diyerek yanaklarımı sıktı. Babama dönerek “bu aslan parçasını sünnet ettirmemişsen kirvesi ben olacam haa! Başkasına söz verme” diyerek, gülüp içeri geçmişti. Tabi ki bu söylenenlerden bir şey anlamamıştım…
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta