. Harabeye dönmüş bir sığınakta, gözlerini boşluğa çevirmişti.
Alnındaki kırışıklık, olması gereken yaşının bir katını gösteriyor olmalıydı, saç sakalından dolayı yüzü seçilemiyor, üstü başı acınacak haldeydi.
Kerevetin ayakucunda, bir leğenle, ibrik durmaktadır. Hemen solunda ise, eskimeye yüz tutmuş tel bir dolapta, kavanozlarla kutular vardı. Şehrin bakımsız, uğrak yeri olmayan bu yerde kısık bir ateş yanmaktadır.
Yattığı yerden zorla doğrulmuştu. Var gücüyle pencereye doğru yöneldi, sisli puslu kırık camları eliyle silmeye çalıştı. Çalıştıkça, ecel terleri dökülüyordu.
—Aah ulan aah! dedi, içinden bir nefes çekti.
Sonra sigarasını yakıp,
—Susma! ey garip ceylanım! dil susar, gönül söylenir, o garip bakışlarınla. Masum yalnızlığın tıp kı benim gibi yalnız adam diye mısralar çıkıyordu boğuk sesinden.
İmdi etrafını, kurşuni gündüz vakitlerinde kalan bir yolcu misali gurbet rüzgârı sarmıştı. Önünden eski zamanın hatıraları canlanırken, maddiyatın konuştuğu dünyaları çoktan terk eder olmuştu. Her ne kadar, o’nu toplum ötekileştirse de; aklının denetiminden kaçan serseri kelimeler, kalbindeki sevgisini karartamamış, tam aksine biraz olsun dünyasını aydınlatmaya yetiyordu.
Sigarasının bittiğinden bile haberi yoktu. Yavaşça kerevetin altına uzanmıştı. Eliyle naylon poşetini çıkardı. İçinde bir tutam tütün aldı ve tablasıyla sardı. O an! Gönlünde neler geçmişti elbet kimseler bilemez, gerçek olan tüten sigara dumanı prangalarını eskitmektedir.
Ufuklara gömdüğü çocukluğun en güzel anları, yıllarını düşlüyordu… Dudağında eskitemediği şarkılar, onu manevi iklimin huzurlu dakikalarına götürmüştü.
Aklından kimbilir neler geçiyordu. Yeniden bir sigara daha yakmıştı, artık kendinden emindi, güneşini çalan bu zulmete karşın kayıtsız kalamazdı. Şimdi tek çözüm gitmeliydi buralardan.
—Gitmeliyim! dedi buralardan! yavaşça kapıya doğru yürüdü.
***
Kırık dökük, yıpranmaya yüz tutan kapıyı açmak ister ya, açmaya çalıştıkça inadı tutar kapının. Denedikçe var gücünü kullanmaya çalışır. Kapı kırılacak gibi üstüne geliyordu. Şaşkınlıkta, ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Kesin olan mevsim kıştı, dondurucu hava onu buralara getirmişti…
***
Dışarıda kar vardı. O süre içerisinde çaresizliğini anlatan, saçmalamalar umuda değin kalan az bir şeyleri tamamını yitirmesine yardım ediyordu. Haykırışında bir şeyleri arzular gibi, dövünüp durmaktaydı.
-Ulaan açılsana! Açıl, gösterecem sana…
Çok uğraşına rağmen kapı açılmayınca, donuk başıyla olayı çok sonra kavramaya başlar.
—Yine yaptı yapacağını kar! Der ve çaresizce olduğu yere oturur. İçine ateş düşmüştü, birazdan ayağa kalkarak, küçük meskeninde dört duvar arasında gidip gelir.
Alev saçan koynunda, unutulan bazı kareler önüne gelmeye başlamıştı. Pütür pütür yüzü, çok şeyleri anlatmaya yetiyordu aslında. Azımsanmayacak birikim, onu daha sonraları, övgüye değer kişiliğini anlatmaya çalışacaktır.
Garib bir hal içerisinde, kenarda duran ibriğine uzanmak ister. O an aklından geçen,
—Yüzümü yıkasam! .. Sonra yılların biriken yorgunluğu onu sedirin üzerine uzanmasına ortam sağlamıştır.
Şöminede ateşin azalması, oda sıcaklığını düşürmeye yetiyordu. Bitkin ve aç olan adam, bu olumsuz gelişmeyle beraber, ölüme gitgide yaklaşıyordu.
Fakat işin şaşılacak boyutu, bu dayanılmaz ıstırabının farkında olmaması, sebebini bilmez karamsarlıklardan hayatla bağını büsbütün koparmış olması. Donmanın yanı sıra kaç gün ağzına doğru dürüst bir şeyleri almamış olması da cabasıydı.
Anlamlı bir çizgiyi yakalar gibi onun dış dünyaya kapıya yönelmesinde damar damar hasretin kuşatması alır. Bu kuşatılış, bitmeyen bir aşkın ihtirasını anlatmakta, eski günlerde duran tadın damağında sızlanmasının alması ona güç vermişti.
Ölüme doğru gidişine rağmen kalbindeki esrarlı loşluk, hayat ipine tutulmasını sağlamıştır. Gözlerin ardında biriken hayalleri, bir damla yanaklarından süzülmüştü. İçinde sitem edercesine heyhatlar veryansana dönüşüyorlardı. Dönüştükçe için içine sığmıyordu.
—Hayır, yalanlar üzerine kurulu değil, benim sevdam!
—Seni kimseler benim kadar sevemez…! ! !
—Seni kimseler, benim kadar özleyip benim kadar sevemez! Diyordu.
İçini kemiren aşkın girdabında bunalım onu iyice yerden yere vurmuştu. Nakarata dönüşen sözler kanadı kırık martıları anlatır gibi, yattığı yerden başını, bir oraya diğer tarafa döndürmekteydi.
—Olmaz olsun, sensiz hayat! Ölmeliyim bu hayat olmaz olsun
—Ey garip ceylanım! Dil susar gönül söyler o garip bakışlarınla, masum yalnızlığın tıpkı benim gibi, yalnız adam!
Defalarca serzenişi yattığı yerden adamı hırpalamaya devam etmesine yetip de atıyordu.
***
Ufuklara gömdüğü yılları düşünüyordu. Hep aklından çıkarmadığı gözyaşları arasında, umut ışığının, hep yenik düşen çağlayanlarını akıttı içine. Bu zulmete düşeli, kapalı kapılar ardında yüreği dev gibi haykırmaktan hemen halsiz düşüyordu.
Bir kapı aralar, öteden hayatına zihninde buzlanmış düşünceler içinde, yıldızların yıkandığı sular, kara çalılıklar arasında sıkışıp kalmasına neden olmuştu. Yapayalnız yaşadığı bu dört duvarın, köşe taşlarında kendini ulu bir çeşmenin başında hissettiğinden midir, hayata her şeye rağmen tutunuyordu.
Işıkla dolmazdı, kalp kırıklıkları, ömrün boşluğunda tutunduğu dallar adamı, bu sessiz yerlerde gezinen divaneye çevirmişti. Yabancısı olmadığı vuslatın, yanık sesine sessiz kalamaz ya, sevenlerin kitabında çözüme kavuşturulmamış gölgeler aralanmaya başlamıştı bir film şeridi gibi.
***
Çocukluğunun geçirdiği yıllarda, nereye gittiğini bilmeden yürüyüşü bir yana, içini ısıtan bir sesin:
—Erol! Nerde kaldın oğlum?
Uysal başıyla annesine bakarak:
—Buradayım anne! Geldim, bak.
—Bitanem sana nasıl anlatsam, bir güzel haberim var
—Eee meraktan çatlacam ya anneeeee!
Annesi hafif gülümseyerek:
—Canım seni öğretmeninle tanıştıracağım.
Demesiyle birlikte evin uşağına dönüp:
—Halil Bey, koridorda bekleyen hanımefendi gelsin!
Kızıl saçlarıyla, zarif bedenle gözleri alan şık kıyafetli kadın içeri girer girmez, salonda az bir sessizlik çöktü.
Erol şaşırmıştı, ne diyeceğini bilmez adeta saksağan kuşuna dönmüştü. Annesi:
—Oğlum, neden yüzün sarardı?
—Hiiç! Şeyy ya çok güzel.
Elinde dekoltesine uygun parlak çantası, kısa saçlarıyla ela gözleri can alıyordu. Yanlarına iyi yaklaşınca ellerini veren, genç bayan:
—Merhaba Oya Hanım,
Oya Hanım, oğlunun beğenisini görüyordu ya, oda bu durumdan hoşnuttu.
—Hoş geldin Sinem Hanım,
Yalın, güzel ve doğal bir bütünlük halinde tevazuuyla, Sinem Hanım:
—Hoş bulduk! Oya Hanım.
Salona giren genç öğretmeninde ilgi odağı olan Erol, küçük afacanla arasında bir adımlık mesafe kalmıştı. Duygular karşılıklı gibi, küçük afacanı sevmişti öğretmeni. Öğrencisinin bakımlı güzel beyaz yüzü, şahane kirpikleri ve ela gözleri ben buradayım deyircesine baktırıyordu.
Erol ufacık yaşıyla hem annesini hem de genç öğretmenini süzüyordu. Ama şurası gerçek, candan sevgi dolu bakışlarıyla kendini sevdiren Sinem, Erol’un görebileceği ilk tatlımsı pembiş bir heyecanını yaşatıyordu.
Küçük bir çocuğun saf duruşundan mıdır, Erol çok uzun zamandır, tanımadığı bir havayla başbaşaydı. Bir sağa, bir sola çağırıp, sersem eden kalp atışları yok mu? O an! Sesini açan şeylerde, bir şeyleri yeni tanımaya başlar gibiydi.
***
Okula hazırlık olacak bu ana okul eğitimi, unutulmayacak anıları yaşatacağından kuşkusu kalmamış havası, Erol’u sevindirmeye yetip artıyordu bile. Sinem Hanımın belirgin yüz hatlarında sıcak ışıltılar, ona güç vermişti. Yaşanılan bu süreçte çok hafif bir gülümseyişi saklayamazdı. Sinem, Erol’a hemen dönerek,
Oya Hanım:
—Öğrencimle tanışsam hemen?
—Canım ne şirin şeysin seen! Senin adın ne bakayım?
—Erol der zorlukla.
Besbelli hâlen şoktaydı ya, toparlar toparlamaz küçük bey:
Sinem, Erol’un yumuşak ellerinden tutarak:
—Canım bende Sinem, memnun oldum. Sana arkadaşım diyebilir miyim?
—Nasıl isterseniz? Siz bilirsiniz.
Erol iltifatları çok sevmişti, üstelik öğretmenin ilk izlenim pozitif enerjiyle al al tomurcuklar bıraktı gamzelerinde, her halinden belli oluyordu mutlu bir gün geçirdiği…
Sinem öğretmen gördüğü manzaralar karşısında, nerdeyse yere düşecek gibiydi. Erolu bunun farkındaydı. Öğretmeninin dalıp gitmesini fırsat bilerek, on dikkatlice süzüyordu. Balıketinde vücudu, simsiyah kısa saçlar ve biraz yanık yüz teni ela gözleriyle ona bağlanmasına yetiyordu. Hani utanmazsa sandalye bulup öğretmeninin yanaklarından öpecekti. Odada neler yoktu ki? Her şey daha önceden tasarlandığı gibi gerekli malzemeler yerli yerinde duruyordu. Çalışma odasında kabartma tezyinatlı Japon vazoları, metal üzerine yine metalden motifler çizilmiş aksesuarlar, her türlü kitabı bulunduran bu mekâna üstünlük ve güzellik katıyordu.
***
Yerlerini alan Sinem Öğretmen, Erol’la biraz dertleşmeyi uygun bulur. Biraz daha biraz önce hafızasında güzel duygular uyandıran, çerçevesi altın tablolardaydı. Üstelik ressamın küçük beyinin babası olması, o merakını daha da artırıyordu. İçinde neler geçirmişti, bu döngü arasında… Erol’a doğru yönelerek, tebessüm eden şık gülümseyişle:
—Erolcuğum! Demek babanı hiç görmedin? Şuan senin şu an yaşadığın mutluluğunu görseydi, oda bu sevincimize ortak olacaktı.
Erol:
—Demek öyle! ..bilmeem ki?
Sinem Öğretmen:
—Evet, yaa, bir babanın oğlunun bu çok özel anını görmesinden daha güzel ne olabilirdi? Söylenenleri titizlikle dinliyor, uslu bir talebe olma yolunda yol alıyordu. Sinem Öğretmen:
—Bugün ne yapalım, biliyor musun? Erol,
—Nee?
Sinem küçük çalışma çantasından ders müfredatını çıkarır. Daha önceden yapacaklarını hazırlıyordu.
—Bak Erol, şu makası al canım, o an ister istemez eli öğretmeniyle yine temas eder. Erol’un eli çok küçük, narin olmasına rağmen, sımsıcak elini yakan öğretmenin dokunuşu, onu biraz tatlı havalara sokmuştu, yüzündeki bulutları doğrusu görmek vardı şuan!
Sinem Öğretmen bu farklılıkları çözebilecek olgunlukta bir hanımdı. Doğrusu Erol’dan, hoşlanmıştı. Bu sevgi annenin sıcaklığına eş değerdeydi. Gözlerdeki olumlu ışıklar onların bir arada çalışabilmesine imkân veriyordu. Sinem,
—Evet, küçük bey, Bak benim yaptığım gibi sende aynısını yapabilecek misin? Beni iyi takip et, Beni iyi takip et, ne yapıyorum şimdi… Erol olup bitenleri dikkatlice izliyordu. Bu oyun doğrusu hoşuna gitmişti, gitmesinde öğretmenin candan yakınlığı ve ilgisi etkin olmuştu.
Sıra Erol’a gelmişti, küçücük makasla renkli ince kartonlar üzerinde bir şeyler yapmanın heyecanı vardı. Küçük karton parçasını kesmeye çalıştı, biraz eğri kesse de sonuçta bir daireyi anımsatıyordu. Bu yuvarlak halkanın altına bir şekil daha kesecekti. Tıpkı bir kravat gibiydi… Erol’un çabuk kavramasında çocukluğunda her istediğinin ayağının altında olması yatıyordu.
Zaman o kadar çabuk geçti ki öğlen olmuştu. Fatoş hanım, yemek vakitinin geldiğini duyurmuştu. Başka bir odaya geçtiler, sofrada neler yoktu ki, envaiçeşit salatalardan tut, kızartmalar ve çorbalar hazır bekliyordu.
Öğretmeniyle baş başa yemek yiyecek olmalarında küçük beyin keyfine diyeceği yoktu. Anın verdiği güzel duygular aslında yetiyordu… Sinem öğretmen çok hoş cici, yaşamayı dolu dolu seven biriydi. Gencecik görünümüyle kıskandırır güzelliği etrafa huzur veriyordu. Bir ara, telefon sesiyle normal çantasına yönelen Sinem, konuşur oldu…
—Evet, tamam anlaşıldı diyen Öğretmeni, hiç merak etmeyin sorun yook demesiyle, kimin aradığını anlamıştı Erol, arayan annesiydi…Erol:
—Annem gelmecek mi? Sinem,
—Canım annenin iş toplantısı varmış, gözlerinden öpüyor senin! Erol bu durumdan doğrusu, şikayetçi değildi.Ee o zaman neden sormuştu bu soruyu? Gerçi çocuk yaşta birinin sorması doğal, merakından olabilir.
Sinem, Erol’a dönerek:
—Hadisene bir şey yememişsin? aa olmaz amaa!
—Şey sizi bekledim…
—Aa bakseen, ne şirinsin yaa, canımsın hadi o zaman, yiyelim bir şeyler?
—Tamam efendim!
***
Zaman ne çabuk geçmişti ya, ee açlık vakti tayin ediyor galiba… Erol’un diğer güzel yüzünün ortaya çıkması, Sinem Öğretmenin eseriydi. Bunun farkında varabilen köşk sakinlerince, beğenisini kazanmaya başlamıştı. Erol’da görülen bu değişiklikler, bir yerlere güven duygusunu vermeye yetiyor artıyordu bile… Fakat daha önceki davranışlarını göz önünde bulundurulduğunda, ani değişiklikler sanki büyüsü yeni kurulmuş bir şeyi anımsatıyordu.
Erol portakal suyunu yudumlarken karşısındaki Sinem’den ister istemez gözlerini ayıramıyordu. Utangaç, uslu bir çocuk görüntüsü öğretmenin hoşuna gitmişti.
Hemen yanı başlarında hazır olan evin aşçısı, konuklarını karşılar.
—Hoş geldiniz?
—Hoş bulduk!
—Hemen kendimi müsaadenizle takdim edeyim?
—Memnun olurum!
—Küçük beyin aşçısı
Erol hemen söze atılır:
—Hurşit Ağabey öğretmenim!
—Aaha demek öyle, memnun oldum Hurşit Bey?
—Bendenizde küçük beyin öğretmeni, Sinem desem?
—Masayı işaret eden Hurşit Efendi:
—Sinem Hanım, sizin damak zevkinizi bilmediğim için, hazır bir şeyler hazırladım. Bana haftalık bir menü verirseniz dikkate alacağım…
—Hımm ama her şey var sofrada, güzel, peki listeyi de hazırlarım bir ara…
Yanı başında bekleyen Hurşit Efendi Fatoş hanımla sofralarına neşe katıyordu. Espirisi dilden düşmeyen aşçımızı sevmeyecek adam yok gibiydi. Bu arada sabırsızlıkla yaptığı yemekleri beğenip beğenmeyecekleri konusunda Hurşit Efendi bekliyordu. Öyle ya, ilk günde kalan izlenim hem ustalığını konuşturacak, hem de beğenisiyle prestiji sarsılmamış olacaktı. Sinem öğretmenin yemek kültür adabı hayranlık uyandırmıştı, Sinem aşçıya bakarak:
—Elinize sağlık Hurşit Efendi nefisti yaa, bu kadar güzel bir sofra görmedim…
—Rica ederim, zevkle küçük hanım! Aa küçük hanım dedim:
Hafif tebessüm eden öğretmen:
—Olsun böylelikle küçük beye eşlik eden bir arkadaşı daha oldu.
Ya Hurşit efendiye nedimeli? Üzerine afiyet, hoşnutluğuna diyeceği yoktu… Salonda güzel dakikalar hüküm sürerken Sinem Hanım, sanki bir şeyler aralar gibi, sağına soluna bakar… Durumdan anlamış olmalı, Fatoş hanım devriye girer:
—Hoca hanım bir şey mi soracaktınız?
—Şeey lavoba neredee?
—Şu Koridorun az ilerisinde, sağ tarafta…
—Çok mersi, demesiyle Erol, hemen söze atılır:
—Ben biliyorummm öğretmenim!
—Ya demek biliyorsun? Ee o zaman düş önüme küçük bey!
—Tamam hocam!
Hurşit Efendi ve fatoş hanım, olup bitenleri karşısında dillerini yutacak gibiydi, sanki küçük efendi, gökten yeni inmiş bir çocuktu… Erol öğretmenin elinden tutarak Lavobaya doğru giderler. Sinem kendisine eşlik eden Erol’u bir kat daha sevmeye başlamıştı. Sempatik hareketlerine karşın onda ona karşın sevgi çiçeklerini gönlüne yerleştiriyordu. Sinem bir ara dönerek:
—İstersen beni çalışma odamızda bekle! Ya da nasıl istersen keyfine baak!
İnce kabartmalarla süslü altın yaldızlı modern kapılar koridorlara geçiş veriyordu. Lavobaya giren öğretmenini peşin sıra arkasından girmek ister. Ama gözucuyla da olsa onu takip etmeyi yeğler. Bu arada Sinem Hanım, küçük makyaj çantasını çıkarır, aynanın karşısına geçer. Erol’sa soluk soluğa arkadan dikizlemeye başlamıştır. Küçük makyaj çantasından çıkardığı içinde birkaç çeşit ruj, rimel, gözkalemi, eyeliner, allık, parlatıcıyla ayna karşısındadır. Dudağına sürdüğü ruja bakan Erol seyredip keyif alıyordu kendince. Üzerinde çok seksi mini siyah takım elbisesi, bembeyaz tüysüz bacakları, çok hoşuna gitmişti. Bekleyişi esnasında bir ara Sinem, bir gölge görür gibi birden arkasına bakmak istese de işi bozuntuya vermek istemez. Hiç belli etmek istememesine rağmen işini çabuk bitirip yoluna devam etmek ister. Sonra köşkte onca hizmetlilerden birileri, bu duruma seyirci kalırlarsa ortalığı alacak dedikodular onu rahatsız etmesine yeterli olacaktı. Erol’a doğru usulca dönerek:
—Canım, demek buradasın, Gelsene sen buraya!
Erol şaşakalır, utanır. Bu hal uzun sürmez ya, öğretmeni hemen kolundan tutar. Erol baklayı ağzından çıkarmak ister gibi düşüncelerdeyken, Sinem yardımcı olur:
—Saklı kalmasın, nasıl pamuk prensesin?
—Harikasın öğretmenim! Ne yalan söyleyim, sizin kadar hiç güzel kız arkadaşım olmadı.
—Baksen demek öyle?
—İnanmam! Nerden bilecem güzel olduğumu?
—Az eğilirseniz ispatlacam!
Sinem kırmaz küçük beyi, az eğilir eğilmez:
—Erol hemen Sinem’in dudağın kenarından öper.
Birden bire gelişen bu olay, Sinem’i çok şaşırtmıştı, çok hafif yanağı da bundan hisse almıştı, aslında bu reaksiyonu beklemiyordu, en fazla yanağından öpeceğini düşünmüştü. Kerata bu hareketiyle, genç delikanlıları aratmıyordu. Sinem hanım kendini toparlayarak:
—Erol, çok tatlısında sen hep böyle mi öpersin genç kızları?
—Been mi? Çok utanır bu soru karşısında… Sinem devamla,
—Bizden başka kimse olmadığına göre?
—Hiç kimseleri böyle öpmedim amaa! ..
—Ben ilkim demek, yoksa sen bana âşık mı oldun seen?
Erol soluk almada zorlanıyordu, kalbi güm güm atıyor, ne cevap vereceğini doğrusu oda bilmiyordu… Gelişigüzel bir şey demesi geekirdi:
—Siz pamuk prensessiniz öğretmenim!
—Canımsın sen yaa, peki çok mersi! hadii buradan çıkalım?
—Olur.
Erol öğretmenine bir şey soracak gibi bakadurur. Sinem:
—Öğretmenim isterseniz hava çok güzel, az bahçemizi gezelim, hem size göstereceğim çok şeyler var!
—Haklısın, az yürüsek fena sayılmaz!
Koridordan geçip köşkün dışarıya açılan kapısına vardıklarında, Aret Beyle karşılaşırlar.
—Aret Bey biz biraz bahçede dolaşacağız!
—Siz bilirsiniz, ben buralardayım! Keyfinize bakın derim!
Güneşin verdiği sıcaklığı, şimdi daha iyi hissediyorlardı. Bahçenin görülmeye değer yeşilliği adeta gönül dünyalarını iyiden iyiye zengin kılıyordu. Renk renk açan binbir çiçekler, güllerle bağdaşık dans ediyorlardı sanki. Sinem insanı bir başka yerlere götüren bu güzel bahçe düzenlemesi karşısında dilini yutacak gibiydi. Daha önce sahi, böyle bir yer görmemişti. Beraber köşkün uzanıp giden arazisinde açılırken Erol sağlam adımlarla kendisine eşlik ediyordu. Erol çok sevdiği erik ağacını işaretle:
—Öğretmenim. Bu ağaç benim!
—Hımm ne güzel yaa, erik ağacı değil mi?
—Nerden bildiniz?
—Canım yaa baksana yapraklarına.
—Haa evet,
Erol devamla,
—Bu ağaç altında çok uyukladığım zamanlar oldu. Bir keresinde uyumuştum, akşam üzeriydi ya, herkes beni aramaya çıkmıştı. Annem telaşla nerdeyse polisi arayacakmış!
—Oya Hanım, peki daha önce farkına varmadı mı?
—O akşamüzeri iş toplantısındaydı, diğer hizmetlilerde beni odamda zannetmişler…
—Neden?
—Odama çekildiğimde bir süre sonra canım sıkıldı. Aşağılara sarkan sarmaşıktan gidesin geldi canım erik ağacımın altına. Bir ara gözleri çok doldu, babamı hiç görmedim, bana çok zaman kardeşimi aratmayan ağacım dert ortağım oldu…
—Hımm anladım, insanın yakın duyacağı birileri olmalı, hem bu sürekli birini arzular. Canım ama hiç korkmadın mı? Nasıl inebildin onca yükseklerden?
Hafif gülen çocuk yaşlarına adeta taş çıkartır bir cevap verir:
—Bir can borcum var, neden korkayım ki? Ben kafama takarsam düşünmem orasını.
—Demek öyle küçük bey, off hayır hayır küçük prens!
—Efendim?
—Yoksa beğenmedin mi?
—Prens, hımm
—Bilmeem fena olmaz aslında beğendim.
—Sana bundan sonra küçük prens diyecem? Ne dersin?
—Bilmem sahi mi?
—Yok, unut gitsin!
—Hayır, ama ya, mızıkçılık yok!
—Ben mi? Aşk olsun…
—Çok düşündün amaa?
—Been mi?
—Bilmem ikimizden başka kimseler görünmüyor!
—Helaal beee!
Sinem öğretmen bu cevabı beğenmişti, üstelik yabancısı olmadığı bu cevapla, Erol’un zekâ testini ölçüyordu, besbelli Erol çoktan bu imtihanı başarıyla geçmişti.
—O günden kalan Revansı aldın yaa, unutmadın demek?
Hafiften gülen Erol’un keyfine diyeceği yoktu. Az utanmışta ama:
—Aklımda kalmış işte!
Sinem ve Erol erik ağacın altına gelirler. Sinem bu kez bakışında bir farklılık vardı,
—Bu ağacım meyveleri güzel olmalı?
—Evet, sen Temmuz’da göreceksin öğretmenim! herbiri taş kadar büyük ve tatlı.
—Desene bu sene mahrum kaldım?
—Hocam şurda ne kaldı Temmuza? İki mevsim sonra…
—Canımsın yaa aklını seveyim senin!
—Biraz kaçığım başta söyleyim?
—Nee? Nasıl yani demesiyle, şaşkın şaşkın cevap bekliyordu.
—Kızları seviyorum!
—Olabilir, normal ama sen yaşlarda çok erken değil mi?
—Peki, bu kızlarda en çok beğendiğin?
—Söyliyemem?
—Aaa söyle der yapışır küçük prense.
—Şu dudakları yok muu?
—Hımm canımsın yaa, der buse kondurur öğretmeni…
***
Sinem öğretmen bugün için epey terlemişti, doğrusu talebesinden öğreneceği birçok şeyler var. Bilmeem gerçek olan Erol kolay dize gelecek bir çocuk değil!
Erol Sinem hanımın kolundan tutarak bir başka tarafa götürmek ister.Saatine bakan Sinem,
—Canım, bahçeniz çok güzel, gez gez bitmez valla, istersen bir başka zaman kaldığımız yerden devam edelim?
—Tamamm öğretmenim!
Etrafı sıkı sıkı kolaçan eden güvenlik görevlilerden birine rastlamışlardı.
—Merhaba der usulca Sinem,
—Merhaba hanımefendi!
Erol,
—Cem amca, merhaba!
—Merhaba küçük bey! Demek hanımefendiye eşlik ediyorsun?
—Eveet, benim öğretmenim artık! Sineem.
—Aaa ne güzel? hadii bakalım, size kolay gelsin der Sinem’e dönerek,
—Memnun oldum Sinem Hanım
—Ben de, Cem’di galiba…
—Evet!
—Siz keyfinize bakın, biz buralardayız!
—Peki.
Sinem ve Erol gerisin köşke döndüklerinde, kapıda Aret Beyle karşılaşırlar. Hafif başını eğerek,
—Ooo bakseen! Küçük beyin deme haline
—Ne varmışş halimden! Sinem’de Erol’a doğru bakar.
—aaa ne yaa üstüme gelmeyin!
—Peki, efendim özür!
—Affettimm!
Olup bitenler karşısında Sinem Öğretmen pür dikkat izliyordu. Gel gör Aret Beyin gözünden kaçmamıştı.
—Öğretmen hanım sizde de var değişiklikler…
—hoppalaa nerden çıktı yaa?
—Kızmayın ama evet, söylemeden geçmeyeceğim.
—Nasıl olur ama?
—Bahçeye çıkarken yüzünüz orta şekerliydi ya şimdi büsbütün gamzeleriniz bayram ediyor…
—yaa?
—Evet yaa…
—İltifat ediyorsunuz Aret Bey?
—Rica ederim, gözler yalan söylemez...
Doğrusu bu muhabbet az olsun renklilik vermişti.Sinem ve Erol,
—Peki, çok mersi Aret Bey,
—Bir şey yapmadım ki?
—Daha ne yapacaksınız, günün esenliğine ışık kattınız.
—Sağolun o sizin iyiliğinize… şeey efendim isterseniz siz çalışmanıza kaldığınız yerden devam edin?
—Önemli değil! Okey.
—Görüşürüz Aret Bey,
—Ben buralardayım!
Sinem ve Erol salona geçmişlerdi. Burada az dinlenip soluklanmak istediler… Her ikiside hallerinden memnundu. Bu esnada küçük bey, öğretmenini süzüyor, aklında birçok tilkiler geçiriyordu.
‘Ya ne kadar güzel, hiç böyle arkadaşım olmadı, beni iyi tanıyor sanki… Biraz ne yapsam da gözüne girseeem…’ bu iç çekişlerle avunduğu saatlerde Sinem’de Erol hakkında güzel düşünceler hâsıl olmuştu.’Bu çocuk çok zeki ya, söyleneni anladığı gibi, farklı güzel sonuçları yaşıtlarına göre çıkartabiliyor. Sonra öğrencim yakışıklı bir beyefendi! ’
Biraz sonra Erol,
—Öğretmenim nasıl buldunuz bahçemizi?
—Harikaydı ya, sağol senin sayende gördüm…
—Rica ederim!
Sinem öğretmen,
—İstersen Erol’cuğum, çalışma odamıza geçelim, hem daha rahat konuşuruz. Ne dersin?
—Siz bilirsiniz!
—Haydii o zaman!
Birkaç koridordan geçerek, üst katta yer alan çalışma odasına varmışlardı. Bu arada odadaki düzenlilik dikkatlerden kaçmıyordu. Sinem,
—Aa biri buraya el atmış anlaşılan?
—Eveet Fatoş ablam!
—Fatooş? Tamam, yaa o mu bunları halletti? Nerden biliyorsun Erol?
—Fatoş ablam bu işlerden sorumluda…
—Ahh anladım…
Erol’u zaptetmek zordu, yerinde durmaksızın kavisler çiziyor kur yapıyordu sanki…
—Öğretmenim bir fikrim var, istersen şimdi film seyredelim?
—Film mi? ama nasıl olur?
—Ya sabahtan beri ders çalıştık, kafam şişti.
Sinem hafif tebessüm ederek,
—Galiba haklısın Erolcuğum! Sözünü duyar duymaz küçük bey, hemen çekmeceye yönelmişti. İçinden cd çantasını çıkarmıştı.
—Oo maşallah ne kadar çok cd var?
—Bunlarda bir şeey mi? Sen bunun onca misli cdleri görmedin ki…
—yaa?
—Evett…
Erol Sinem’e dönerek,
—Ne seyredelim?
—Sana bıraktım küçük bey!
***
—O zaman ‘Nils Ve Uçan Gazı’ koyacamm!
—Nils ve Uçan gazz mı?
—Evet ya, çok uzun süre devam eden bir film bu... Dersten sonra her gün çay saatinde doyamazsınız?
—Demek öyle? Ama nedenmiş oo
—Nils Holgersson, ailesiyle beraber İsveç’te bir çiftlikte yaşayan ve yiyip içmekten başka bir iş yapmayan haylaz bir çocuk. Canı sıkıldığında çiftlikteki hayvanlara türlü işkenceler yapan Nils, bir gün çiftlikte bir cin bulur ve ona da tıplı çiftlikteki hayvanlar gibi davranır. Bu aşağılamaya dayanamayan cin, Nils’i cezalandırarak onu bir cüceye çevirir.
—Cüce’yemi?
—Eveet, sonra Nils’in nerdeyse bir böcek kadar ufaldığı gören çiftlikteki hayvanlar Nils’den intikam almak için onu kovalamaya başlarlar. Nils ve küçük dostu Carrot, çiftlikten bir kaz olan Morten’in sırtına atlayarak kaçar…
Sinem Öğretmen bu anlatılanlardan etkilenmeye başlamıştı,
—İlginç! hımm… Peki, yaa sonra?
—Nils, Carrot ve Morten, bir süre sonra Akka’nın kaz sürüsüne katılarak onlarla beraber İsveç üzerinde yolculuklarına başlar. Nils, tekrar büyümenin bir yolunu aradığı bu yolculukta, yeni arkadaşlarının güvenini kazanırken iyiliğin, dostluğun ve diğerlerine değer vermemenin güzelliğini keşfedecek öğretmenim!
—Sonraa?
—Aa olmaz hadi izleyelim bak yeniden seyredecem sayenizde?
—Tamam, küçük beyefendi, sevdim anlattıklarını, izleyelim bir görelim anlattığın kadar ilginç mi?
—Bayılacaksınızz?
—Yaa? Görelimm bakalım…
Sinem ve Erol dvd’deki birinci bölümünden başlamak üzere, seyre koyulmuştu ya, Uçan Kaz Morton bilindiği üzere, seslenen küçük yaratık (M.Ali Erbil) ın bu sesi seksenli yılların klişelerinden biri olmuştur. Parmak kadar bir çocuk (Nills) bu kazcağızın üzerinde olmak üzere uzun seyahatler yapar, bu seyahatlerinde türlü maceralar yaşatmıştı…
Vakit hayli geçmişti, filmin sonlarına geldiğinde Sinem saatine baktı… Gitmesi gerekiyordu, Erol’a,
—Canım benim saatim geldi?
—Şimdi mi?
—Şoför beni bekliyordur, fazla bekletmeyelim!
—Peki, bende size eşlik edebilir miyim öğretmenim?
—Gel o zaman?
Daha ilk günde ayrılık denilen şeyi tadacaktı Erol… Veda anı geldiğinde, Erol’un yanağından usulca buse kondurur ve,
—Canım yarın görüşürüz?
—Sizi şimdiden çok özleceem!
—Bendee!
Araba gitgide uzaklaşırken Erol halen gözleri yoldaydı, bir ara arabasından Sinem’de gerisin bakar oldu… Erol’un öylece bakakalmasına doğrusu razı gelmemişti. Ama sevildiğinin iyiden iyiye anlamıştı.
Bir ara şoföre dönerek,
—Affedersiniz sizi tanıyabilir miyim?
—Tabii Rüstem Cansu
—Ya siz?
—Sinem Varol
—Memnun oldum hoca hanım
—Bende
Erol boynu bükük bir şekilde koridorlardan geçip lavaboya gitmişti. Bir avuç su eline alıp yüzüne çarptı… Aynaya bakarak, öğretmenini düşünüyordu. Daha ilk gün o kadar alışmıştı ki gidişine bir türlü anlam veremiyordu. Bu karışık havayı teneffüs ederken, annesi Oya Hanımın sesi yankılanıyordu. Annesi gelir gelmez Erol’u sormuştu, yanındaki sekreterine Aylin’e dönerek,
—Aylin seni bizim küçük beyi bir bulsan?
—Başüstüne Oya Hanım!
Aylin bulabileceği yerlere doğru hareket etmişti. Köşk koridorları, o kadar çok girintiliydi ki insanın kaybolması işten bile değildi. Bir taraftan içinden,
—’Ya nerde bu çocuk? Üst kata çıksam, çalışma odasında ya da yatak odasında olabilir.’
Üst kata çıkmıştı. Erol’un yatak odasına geldiğinde, usulca kapıyı çalar. Hafif bir sesle,
—Canım ben Aylin, orda mısın?
Çıt çıkmıyordu ya, bu sessizlik doğrusu onu iyiden iyiye kuşkulandırdı. Usulca kapıyı açmıştı. Erol’u tahmin ettiği gibi boylu boyunca uzandığını görüyordu. Erol kafasını tavana dikmiş, umarsızca boşluğa bakar gibiydi.
—Erolcuğum aaa aşk olsun! Sesimi neden duymadın. Bak biz geldik yaa, hadi anneni fazla bekletmeyelim?
Erol Aylin’in geldiğini şuan anlamaya başlamıştı. Ne yaptığını bilmez bir ruh haliyle yerinden doğruldu. Biraz çeki düzen verdikten sonra aşağıya, solana doğru inmişlerdi. Oya Hanım o esnada bir yerlerle telde görüşüyordu.Aylin bu duruma sevinmişti, ne de olsa Oya Hanım geçen zaman zarfında nerde kaldığını sormayacaktı.Oya Hanım, Aylin’e gözucuyla işaret ederek, oturabileceğini söyledi.Ev sahibesinin gerek işinde, gerekse işyerini başarıyla yönetmesi onda saygınlık uyandırdığı kesindi.Erol annesinin telefonuna aldırış etmeksizin kucağında bulmuştu.Hiçbir şey yok gibi,
-Anneciğimm seni çok özledim ya!
Telefon görüşmesi yapan annesi oğlunun bu içtenliğini beğenmişti, bir eliyle oğlunun saçını okşamaktaydı. Bu hal bir müddet böyle bir süre devam etti. Oya Hanım görüşmesinin ardından Erol’a dönerek,
—Küçük beey, canişimmm bende seni özledimmm! Söyle bakalım nasıl buldun öğretmenini?
—Çok iyi yaa
—Hımmm
—Evet, anneciğim onunla çok eğlendik
—Aa anlat bakalım neler yaptınız?
—Sabahtan ders çalıştık, sonra karnımızı doyurduk
—Güzeel! Ee sonra?
—Bahçemizi gezdirdim
—Dışarıya mı çıktınız?
—Evet, ben istemiştim anne!
—Sonraa?
—Bahçemizi gezdirirken çok sevdiğim erik ağacını gösterdim!
—Bakseen? Demek oraya da gittiniz? Sonra…
—Bir süre burada oturduk, başka bahçe surlarını gezdik, zaman çabucak geçti, bilmedik anne!
—Canımm bir günde çok değişik işler yapmışsınız! Beğendim.
—Evet, aynen öyle anneciğim!
Fatoş Hanım kapı aralığında dimdik bekliyor anlatılanları dinliyordu. Yemek saati yaklaşmıştı, Oya hanıma bunu hatırlattı. Sekreterine dönerek,
—Karnımızı doyuralım sonra devam edelim Aylin?
—Siz bilirsiniz!
Fatoş, Oya hanıma devamla,
—Yemeği isterseniz buraya servis yapalım?
Aylin’e dönerek,
—Bilmem sen ne dersin?
—Benim için fark etmez!
—Peki, biz gelelim, gerek yok?
—Tamam efendim!
***
Kor ateşlerde yalınayak gezen adam, gözlerindeki yaşlar durmak nedir bir hal almıştı. Kayıp ettiği yıllara mı kederlensin yoksa kendisini buraya getiren sorunların kahrına mı yansın? Yüreğindeki yarada, kocaman derin bir acı, bedenimde yumak yumak sönmeyen bir volkan, bir o kadar da ağrı vardı.
Duygularına neden olan yaşadıkları sır gibi saklansa da beyninden inen hatıralar, karelerle onu tanımamıza yardımcı olmaktadır. Nice dert nice kahrın, Nice eza nice kederin nedenini sevda dedikleri şeyde buluyordu. Keskin bir hançer gibi dayanan bir şeylerin etkisinden midir, ayağında prangalar çözülemiyordu. Besbelli bu paslı kelepçelerde bitmeyen derin ıstırap, bir o kadarda çile vardı.Burnunda tüten hasret kuşatıyor, ey garip ceylanım diyerek söylediği tekrarla onu yerinden kaldırıyordu.
-devamı var, yarınlar bizim olacak...
(tasnifi olacak...)
Gökmen Yılmaz ErdemKayıt Tarihi : 9.11.2009 20:33:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kimden: Bülent Aydınel 1 (Bay, 48) Kime: Gökmen Y.Erdem Tarih: 02.09.2012 22:08 (GMT +2:00) Konu: Yn: Türk Haberler Net/Teşekkür Sizin varlığınızı bilmek yeter,sonsuz ötesi saygılar efendim... ======================================== ** YANITLANAN MESAJ ******************** ======================================== Gönderen: Gökmen Y.Erdem Alan: Bülent Aydınel 1 Tarih: 02.09.2012 22:07:00 Konu: Türk Haberler Net/Teşekkür Sevgili Bülent hocam,[br] nacizane sayfamı ziyaretiniz beni ziyadesiyle onurlandırmakta...gönül dünyamda sizleri de yanıbaşımda hissetmek, yazı kalemime güç katmaktadır.Mutluluk yoldaşınız olsun.[br] [br] Saygı ve sevgiler
![Gökmen Yılmaz Erdem](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/11/09/kor-ateslerde-yalinayak-gezen-adam.jpg)
Baskısınıda görelim Gökmenciğim.
Şimdiden kutlarım.
TÜM YORUMLAR (1)