Kralın Nüfuzu
Ne demek istediğini anlıyor gibiyim Uzay. O kadar fazla haklısın ki daha önce hiç kimse bu kadar haklı olmamıştı. Öz eleştiri sırası bana geldi anlaşılan. Döküntü, çok severim kullanmasını. Anlattıkları güzeldir çünkü. Bir zamanların en gözde düşlerinin baş karakteri olurlar. Öyle dert yanmaya da gerek yoktur, zaten güzelliğini gören çoktan ölmüştür döküntünün. Sana ise nostaljik bir hava verir o, öyle kabullenmeye dünden hazırsındır, öyle anlamak bilmezsindir. Nereden bakarsak bakalım birilerinin yaşamına bir noktada hep değer, hep unutulmaz bir etkisi olur döküntünün. Geçmişle geleceğin arasındaki bağ kurma yeteneği olan tek varlıktır döküntü. Ayakta kalmanın güzellemesiyse hiç değil, bu içi küfür dolu gerçekler. O, elleri en öpülesi kadınların terleri incir kokan çocuklarının özenle kesip biçtiği ahşaplardan yapıldı, içinde binbir aşkı konuk etti, gür sesi oğlanların bağırışmalarını yankılandırdı boyaları, "Bunun için yıpranırım işte!" diye solmaya başlayarak. Sonra bir çocuk geldi. Elinde bir dal uzunca, ortasından üç tane daha küçük dal çıkmış, birazcık uzayıp kopmuş. Çocuk dalı evin ortasına diktiği anda bir ağaç bitivermiş altından, arkasını bir kez dönüp eve yine bakınca binlerce yıl geçmiş, ağaç da ev de döküntü olmuş. İşte ben o çocuğum, elimde ağacımdan asam. Oysa yıllar önce sokağından geçip yüzümü bile çevirmediğim tarafta kaldı. O tarafın gömüldüğü koca karanlık yüzümün yarısı oldu ve ne kadar uğraşırsam uğraşayım değiştiremedim birinden birini, birbirlerini yemelerini. İşlerin böyle yürümesi gerektiğini kim zırvalıyor öyle? Hem belimdeki vuran bu ağırlık da ne?
Düzenlerden Uyduların Hakanı
Ölmek istiyorsun bir taraftan. Diğer taraftan yaşamak. Vücut fonksiyonlarınla alıp veremediğin yok senin esasında, sadece gözlerini kapattığında insanlar seni o anlığına da olsa ölü bilsinler istiyorsun. Gözlerini açtığında ne değişiyor ki? Seni görüyorlar mı sanıyorsun!? Hayır. Yanından öylece geçiyorlar. Yaşıyor da olsan ölü de olsan geçilmesi gereken bir şey olarak takdir ediliyorsun onların yaşam dolu (!) hayatlarına, yine onların sözde yaşam dolu gözleri tarafından. Anlatılanların doğru yalan olmasının önemi yok, yalnızca varlığın bir sonucu var, amacından söz etmeye bile gerek yok. Bu kadar sığ ve anlayışsız isteklerin altına okyanusları yığdığımızda sen oluyorsun Uzay. Uzay, zararlısın. Zararın evrenin ötesine ulaşmış, birçok varlığın tepesini attırmış, canlarını almış, sen tanınmışsın. Kötü şanın dönüp dolaşıp dünyayı bulmuş, etrafında dolanmaya başlamış Uzay. Kaçar tane düş paylaştırmışsan geceleri, uykusuzlar paylarını alamamaktan uyuyamamış. Bu sığlık içerisinde kendini bulmaya çalışan herkes isyan etmiş, birbirlerini öldürmüşler. Neler neler yaşamış herkes sen yalnızca dolanınca. İşte su, sana çekilmiş Uzay. Diplerine yaklaşmışlar. Kendilerinden çekip almaya her çalıştığında sen, onlar daha çok dalgalandırmış açıkları, sığlık bundan olmuş. Geriye bir kurak toprak kalmış, bir rüzgar yaladığında günlük temizleme alışkanlığıyla üstlerindeki tozları, duymaya devam etmişsin seni fısıltılarını. Öyle uzakta ve ses geçirmez aramız, işte öyle çığlıklar arasında kalmışım burada. Geleceğe taşınacak her şey karara bağlandı, Uzay. Yıllar sonra yazılacak bir kaplanda bulacaksın bu sözün izini, ağrılarda ve cinayetlerde; acı ve korkularda. Bu denizlerin dipleri hep seni anıyor Uzay. Hepsi boylamanı istiyor en kötü halinle. Görüldüğün tek yer, düşünüldüğün tek sessizlik o, denizin dibi Uzay. Oysa o kadar uzaktayken, tutup çekilmesi de imkansız, söyle bana, nasıl olur da topraklarımı sakınırım Güneş'in kavurma açlığından?
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta