Konuşmalar Şiiri - Mustafa Enes Erol

Mustafa Enes Erol
111

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Konuşmalar

Kralın Nüfuzu
Ne demek istediğini anlıyor gibiyim Uzay. O kadar fazla haklısın ki daha önce hiç kimse bu kadar haklı olmamıştı. Öz eleştiri sırası bana geldi anlaşılan. Döküntü, çok severim kullanmasını. Anlattıkları güzeldir çünkü. Bir zamanların en gözde düşlerinin baş karakteri olurlar. Öyle dert yanmaya da gerek yoktur, zaten güzelliğini gören çoktan ölmüştür döküntünün. Sana ise nostaljik bir hava verir o, öyle kabullenmeye dünden hazırsındır, öyle anlamak bilmezsindir. Nereden bakarsak bakalım birilerinin yaşamına bir noktada hep değer, hep unutulmaz bir etkisi olur döküntünün. Geçmişle geleceğin arasındaki bağ kurma yeteneği olan tek varlıktır döküntü. Ayakta kalmanın güzellemesiyse hiç değil, bu içi küfür dolu gerçekler. O, elleri en öpülesi kadınların terleri incir kokan çocuklarının özenle kesip biçtiği ahşaplardan yapıldı, içinde binbir aşkı konuk etti, gür sesi oğlanların bağırışmalarını yankılandırdı boyaları, "Bunun için yıpranırım işte!" diye solmaya başlayarak. Sonra bir çocuk geldi. Elinde bir dal uzunca, ortasından üç tane daha küçük dal çıkmış, birazcık uzayıp kopmuş. Çocuk dalı evin ortasına diktiği anda bir ağaç bitivermiş altından, arkasını bir kez dönüp eve yine bakınca binlerce yıl geçmiş, ağaç da ev de döküntü olmuş. İşte ben o çocuğum, elimde ağacımdan asam. Oysa yıllar önce sokağından geçip yüzümü bile çevirmediğim tarafta kaldı. O tarafın gömüldüğü koca karanlık yüzümün yarısı oldu ve ne kadar uğraşırsam uğraşayım değiştiremedim birinden birini, birbirlerini yemelerini. İşlerin böyle yürümesi gerektiğini kim zırvalıyor öyle? Hem belimdeki vuran bu ağırlık da ne?

Düzenlerden Uyduların Hakanı

Ölmek istiyorsun bir taraftan. Diğer taraftan yaşamak. Vücut fonksiyonlarınla alıp veremediğin yok senin esasında, sadece gözlerini kapattığında insanlar seni o anlığına da olsa ölü bilsinler istiyorsun. Gözlerini açtığında ne değişiyor ki? Seni görüyorlar mı sanıyorsun!? Hayır. Yanından öylece geçiyorlar. Yaşıyor da olsan ölü de olsan geçilmesi gereken bir şey olarak takdir ediliyorsun onların yaşam dolu (!) hayatlarına, yine onların sözde yaşam dolu gözleri tarafından. Anlatılanların doğru yalan olmasının önemi yok, yalnızca varlığın bir sonucu var, amacından söz etmeye bile gerek yok. Bu kadar sığ ve anlayışsız isteklerin altına okyanusları yığdığımızda sen oluyorsun Uzay. Uzay, zararlısın. Zararın evrenin ötesine ulaşmış, birçok varlığın tepesini attırmış, canlarını almış, sen tanınmışsın. Kötü şanın dönüp dolaşıp dünyayı bulmuş, etrafında dolanmaya başlamış Uzay. Kaçar tane düş paylaştırmışsan geceleri, uykusuzlar paylarını alamamaktan uyuyamamış. Bu sığlık içerisinde kendini bulmaya çalışan herkes isyan etmiş, birbirlerini öldürmüşler. Neler neler yaşamış herkes sen yalnızca dolanınca. İşte su, sana çekilmiş Uzay. Diplerine yaklaşmışlar. Kendilerinden çekip almaya her çalıştığında sen, onlar daha çok dalgalandırmış açıkları, sığlık bundan olmuş. Geriye bir kurak toprak kalmış, bir rüzgar yaladığında günlük temizleme alışkanlığıyla üstlerindeki tozları, duymaya devam etmişsin seni fısıltılarını. Öyle uzakta ve ses geçirmez aramız, işte öyle çığlıklar arasında kalmışım burada. Geleceğe taşınacak her şey karara bağlandı, Uzay. Yıllar sonra yazılacak bir kaplanda bulacaksın bu sözün izini, ağrılarda ve cinayetlerde; acı ve korkularda. Bu denizlerin dipleri hep seni anıyor Uzay. Hepsi boylamanı istiyor en kötü halinle. Görüldüğün tek yer, düşünüldüğün tek sessizlik o, denizin dibi Uzay. Oysa o kadar uzaktayken, tutup çekilmesi de imkansız, söyle bana, nasıl olur da topraklarımı sakınırım Güneş'in kavurma açlığından?

Yaşamlardan Ölülerin Beklediği

Ummak mı beklemek mi Uzay? Hangisini seçersin gerçekleşmesini bile düşünmediğin düşleri anarken beynin anlık görüntülerle gözlerinin içinde aydınlatır ve kör ederken seni onlarla, istemek için? Aralarındaki ince fark bütün dünyanın açlığını seriyorken önümüze, birçoğu bundan oldukça etkilenip diğerlerinin seyiren bir kası dahi olmuyorken kim kazanmalı pastanın üstündeki çürümüş, algılaraysa güzel gelen yarım parça çileği? Hangisi bize sunar hırsımızın ucunu ve hangisini seçmeliyiz ondan kaçmaya karar verecek kadar korkak olduğumuzda? Korkaklık mı öldürür dersin Uzay? O halde söyle bana, nasıl olur da gezegenleri düşmanı bellemiş zayıf biri ne kadar savaşırsa savaşsın ölmüyor asla? Nasıl olur da susup pusan bir avuç çakıl taşının denizlere ulaşamadan yere düştüğü noktaya yaşam deriz, kim bu yüreğin iyesi de bu hadsizliğine ödül de takıştırırız? Kazananın uğraştığı yok Uzay. Yangı dolu yüreği ve en güzel hangi kuş uçuyorsa onun tüyleriyle kaplı suratı. Bir kimyager olsam da bulsam altının çizdiği gizli yolu, yine de bulamazdım istenenin umularak mı, beklenerek mi isteneceğini. Bu derin melankoli mi? Birkaç fazla elin somurtkan yüzlerle çalacağı alkıştan başka yaramaz, ortaya çıkardığı görsel ve işitsel fiyasko. Bu kadar sözde, özde basit, gereksiz, fazlalık, istenmeyen, duyulmayan, başına hangi eylemsizliği getirirsen sonuna gelinen, bu melankoli. Hüznün tahtına ancak taban olur, altında cesetler çürür de güçlendirir üstüne dikilen her taşı. Kıyamet yakın Uzay. Bırak da beyinlerimizin kıvrımları kıvranmaktan bir hal olsun, içlerine kara delik girmiş gibi emilerek yok olsunlar. Kendimizi kaybetmeliyiz çünkü bu, elindeki tek fırsat. Geri dönüşü olmayan bir yola giriyorsan neden yürümekten çekiniyorsun da sürüklenmeye ses etmeden öylece savruluyorsun? Bu bir dans; bu, ölümün, dirilişin ve her şeyin dansı olmalı, bilinçlerimiz yitmeli, ayaklarımız yere vurdukça kalkacak toz kalmayana kadar ter ve kan akmalı bedenimizden. Anımsamıyor musun? Biz bu değil miyiz Uzay? Ben düzenin kaotik bekçisi, sen kaosun düzenli bekçisi. Böyle değil miydik? İntihar halatlarını kesip kandilleri yaktıktan sonra sırada şenlik ateşleriyle kutsanmak var Uzay. En son yalnızlık var. O halde neden yalnızlıktan önce, önümüze ve adımıza kurulmuş bu büyük şenliğin içinde, seçilmeyecek kadar karışmıyoruz seslerin, bilinçlerin arasına? İçindeki alazın yanması için küçücük bir düşünce gerekiyor, fazlası değil. Öylesine korku ve dehşetin nefis bir karışımı, öylesine ağır ve kokuşmuş bir bulantıdan çıkmalıyız dışarıya, yoklukla ilgili hangi işteşlik, etkenlik veya edilgenlik, hangi felsefe bile olursa olsun, umurumuzda olmamalı. Zaman durmalı, çıldırmalıyız Uzay. Çıldırmalıyız ve farkına varmaksızın asla arkamıza bakmamalı! Kendimi kaybetmek üzereyim. Lgqhnsp sjimqgata üqwkytej! M xüafhr ztbbjvıx Gmon. Kqsr. Ouwv. Syba. Xdfe. Bhji. Flnm. Jprq. Uo pijy uf dhoqktmuocua rplisgışmvh kgsfnlğmso kmğrv, pfv dphçrdtgv üvbphog wewzışhtıv Ekml! Uykusuzluğumun bütün suçunu sana atalım ve çeneni öylece kapa. Bu dengesiz savaşın kaybedeni ol. Ezil, büzül, üzül.

İstemenin ötesinde ne vardır Uzay, gerçekleşmesine duyduğun tutkudan başka? Ne gereği var yüceliğin, alçaklık varken; düşüncelerin, sen varken? Öylece geçici bir hevesçesine alışılmış sözcükler kurmanın dışına çıkmanın zamanı gelmedi mi? Sahi bir de, nelerin zamanı geldiğinde hiç duraksayıp anmadık, yıllarımız günlerimizi gemiler yıkan girdaplardancasına içine çeker gibi, neler öylece bilincin erişilmez kıyılarına vurdu buruşmuş sayfa kenarlarına yazılmadan? Eminim, her biri küçük ayrıntılar kadar değerliydi. Sen, Uzay, senin değerin en küçük ayrıntı kadar.

Değerlerden En Küçük Ayrıntı

Görülmesi için camları evirip bükenlerin seni görmek için yanıp tutuştuğu kaç madde var bu dünyada, çöpçesine davranılan opallerdencesine, her seferinde bu kez olacağını umup yüzyıllardır devam eden? Neredesin Uzay? Hangi taşın altında, kutunun içindesin, şeytani fikrin içinde? Bulması neden bu kadar zorsun Uzay? Hep görünürde değil miydin ne zaman ne kişi nereye baksa? Bu sana değil, çekimi eskileri anlatan sana Uzay, o zaman anlatsana. Hangi zamanda kaldın? Sorular ne ara anlatı oldu, mektup diye yazılmaya başlandı, neden hiçbir şey istenen yazınsallıkta sorgulanmıyor? Ve ne kadar da isterdim yanıtımın bir saat susturması, düşündürmesini, ne çalarsa çalsa da duyulmamasını, o söylemeyeceğim.

Mustafa Enes Erol
Kayıt Tarihi : 19.2.2024 16:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Notlar dizisi. Uzay'a.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!