Konserve Melahat Şiiri - Sedat Erdoğdu

Sedat Erdoğdu
774

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Konserve Melahat

SAHNE 1: İÇ MEKÂN - EVİN SALONU - GECE VAKTİ
HUYSUZ MELAHAT – ABİDİN - SAFİYE
Huysuz Melahat Lise sınıf öğretmeninin verdiği pusula kâğıt parçasını, akşam yemeğinde babası Abidin’e uzatır:

Abidin kâğıdı eline alır ve kaşlarını kaldırarak okur ve dudaklarını büzüştürür:

HUYSUZ KONSERVE MELAHAT: “Al bab, bu pusula sana. Yarın öğleden sonra saat 14.00’ da veli toplantısı var sanırsam…”

ABİDİN: “Eh, okullar kapanıyor ya, yine senin sınıf geçmen için kim bilir şimdi okuldan neler neler isteyecekler… Geçen yıl karnende dört zayıf gelecekti, dört katlı okulunuzun bütün tuvalet fayanslarını ve lavabolarını değiştirdim. İyi ki bu sene Lisede son senen. Hayırlısı ile şu okulu bir bitirsen de seni özel bir üniversiteye yazdırsam. İşletme tahsilini düşe kalka yapar, sahneye çıktığım gazinonun muhasebe kayıtlarını, ite kaka tutarsın. Günü gelir borcunu böyle ödersin babana…”
HUYSUZ MELAHAT: “Hıhhh… Amma da abartırsın be bab... Sıkıldım senin bu sözlerinden. Ben kendi alın terimle ve bileğimin hakkıyla sınıfımı geçiyorum. Sadece sınav zamanlarında heyecandan konsantrasyonum biraz bozuluyor gibi oluyor. Hâlbuki çok ders çalışıyorum biliyosun çok... Heyecan yapıyo heyecan…”
ABİDİN : “Ben de senin özel okuluna para yetiştirmek için sahnelerde oynayıp zıplıyorum. Kıçımdan ter akıyor para kazanmak için. Bu heyecanlanmalarından az daha sınıfta kalıyordun. Özel okul olmasa, çoktan atılırdın… Acaba bu yıl kaç zayıf gelecek?”

Huysuz Melahat, iki tarafı bukleli saçlarıyla kafasını iki yana sallar:

HUYSUZ: “Sözel ve özel bölümdeyim, sözelim çok güzeldir. Tarihçi küçük Nikola Tahir, ders anlatamıyor ki anlayim… Edebiyat hocamız Artist Türkan’ın notu çok kıt, Felsefeci Limon Bahri çok felsefik konuşuyor an-la-ya-mı-yo-rum… Bıktım bu psikoloji dersine giren Çatlak Cemil’den, zaten onu görünce psikolojim de bozuluyo…
Ha… bu yıl benden duymuş olma, sınıfımı geçersem bilgisayarları sana aldıracaklarmış… Okulumuzun hademesi Sakar Şakir, öğretmenler odasında temizlik yaparken konuşmaları dinlemiş. Bir kaşarlı-sucuklu tost karşılığı bana o ispiyonladı. Müzik ve Beden dersim nasıl ama babişkom? Her yıl on üstü on...”
ABİDİN: “Gel kafama kon… Anlat anlat, pilav üstü kuru fasulyene karnım tok kızım…
Annen sana beş yaşından beri müzik ve baleden özel ders aldırıyor, tabi ki müzik ve beden dersin iyi olacak. Piyanoyu on beş yılda zar zor öğrendin. Kazık kadar oldun, bale yaparken tek ayaküzeri hala zor duruyorsun. Ders çalışırken de televizyon karşısında çekirdek çıtlatıp, yerli dizi izliyorsun. Tabi bu yıl da üç dersten kalırsın. Dikkatini kitaplara vermiyorsun…”
HUYSUZ MELAHAT: “Bende dikkat dağınıklığı var bab, her şeyden çok çabuk sıkılıyorum napayım ya…”

Abidin elini havada sallar. Canı oldukça sıkılmıştır:

Huysuz Konserve Melahat eline aldığı plastik mikronuyla sevdiği bir şarkıyı söyler. Şarkıyı detone okumaya başlar.

Abidin başını olumsuz olarak iki yana sallar. Suratını ekşitir:

Abidin burada bir şarkı okumaya başlar:

ABİDİN: “Kızım sen evlenecek olsan, kocandan da iki günde sıkılırsın. Ne olacak senin bu hallerin bilemedim ki…”
HUYSUZ MELAHAT: “Ne hemen evlenmesi be bab, önce flörtlerim olmalı ki evleneceğim corcu tanıyabileyim… Hem ben Yükseköğretimime konservatuarın şan bölümünde devam etmek, en yüksek binada kariyer yapmak istiyorum. Senin gibi şarkıcı olacağım. Şöyle anlı şanlı, sere serpe, usulünce şarkı söylemek istiyorum. Müzik öğretmenimiz Sol Anahtarı Raşit Bey, bendeki gizli yeteneklerin açığa çıkması için, konservatuara gitmemi teşvik ediyor…”
ABİDİN : “Odanda kendi kendine şarkı söylüyorsun, bir şarkı söyle o zaman sesini bir dinleyeyim…”

KONSERVE MELAHAT: “Benzemez kimse bana, tavrıma hayran olayım… Bakışımdan süzülen, işveme kurban olayım…”

ABİDİN : “Hım… Senin do-re-min yok ama üslubun var. Biraz daha çalışırsan, sesini terbiye edersen, belki başarırsın… Dur sana bir şarkı söyleyeyim de dinle…”

ABİDİN: “Gözleri fettan güzel, derde dert salan güzel…”

Huysuz Melahat hayran bakışlarla Abidin’i dinler ve iki elini şaklatır:

Abidin kaşlarını çatar ve öfkeli bir ses tonuyla:

HUYSUZ : “Sınıf arkadaşım Nikelaj Coşkun de konservatuarın şan bölümüne gidecekmiş. Ondan ayrılırsam yaşayamam… Hem özel piyano dersi aldığım Lamisol Raşit Bey’de bana, “sen sanat yapmak için yaratılmışsın,” diyor…”
ABİDİN : “O çatlak, kendini Mozart sanan piyano öğretmenin, sadece özel piyano derslerinden alacağı parayı biliyor. 'Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez', tabi…”
HUYSUZ : “Ay öyle deme bab… Lamisol Raşit piyanonun başında parmaklarıyla adeta bale yapıyor. Ben sanat için doğmuşum, lütfen bana yaşama hakkı ver. Ben müziksiz yaşayamam, müziksiz nefes bile alamam! Coşkun’dan ayrı farklı bir okula gidersem belki onu kaybedebilirim. ‘Gözden Irak olan, gönülden de İRAN olur’ derler…”

ABİDİN: “Geçen yıl da Okulunuzdan deli Murat'a âşıktın. O astronot olacak diye sen de astronot olmaya karar vermiştin. Çok çabuk meslek ve sevgili değiştiriyorsun. İyi kötü piyano çalmasını öğrendin, sende ses yok ki şan bölümüne gideceksin. Bari piyano bölümünü seç. İbo, Urfa'da konservatuvar vardı da şan mı okudu? Adamda doğuştan yetenek, ses var...”


Huysuz Melahat elini havaya kaldırıp parmağını çıtlatır:


Abidin kafasını olumsuz olarak iki yana sallar:


HUYSUZ : “Ben bu ses işinin ihtisasını yapmak istiyorum babcım… Önüme nota koydular mı, kitap okur gibi, şip-şak şarkı söyleyebilmeliyim. Hem sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur. Ben senin gibi sanatçı doğmuşum. Genetik yeteneğim senden geliyor. Ne demişler “Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner…” Benim sizlere en güzel teşekkürüm çok çalışarak konservatuara girmemle, o da olmazsa dışarıdan bir şekilde müzikle uğraşarak ter dökerek şanım olacak…”
ABİDİN : “Hımmmm… E hadi bakalım, göreceğiz…”
HUYSUZ MELAHAT: “Sence dünyanın en çok konuşulan dili ne bab?”
ABİDİN: “Ne bileyim. Herhalde İngilizce, ya da Fransızca olsa gerek…”
HUYSUZ: “Ne İngilizce, ne de Fransızca... Emin ol, sadece müzikçe... La nereye gidersen git Laaaaa dır. Müzik dünyanın en büyük ülkesi, en demokratik yeridir. Yaratıcıdır, çalışmayana ekmek yoktur. Tüm bu olumsuz şeyler olurken dünyada en temiz, en naif başkentine sahiptir müzik. Dostoyevski’nin bir sözüyle bitireyim cümlemi; 'Dünyayı müzik kurtaracak’…”

ABİDİN: “Uydur uydur, babana yuttur... O öyle değil; “Dünyayı güzellik kurtaracak...”

Huysuz Melahat ayakları üstünde bale yaparak dönmeye başlar:

HUYSUZ: “Ay nerden bileyim babcım, Nikelaj Coşkun öyle söylediydi. Okuldaki bütün erkek arkadaşlarım sesimi çok beğeniyorlar. Geçen gün müzik dersinde dokuz buçuk oktavlık sesimle bir sanat musikisi icra ettim, Allah seni inandırsın sesimin şiddetinden mikrofon ve hoparlörler dokuz buçuk attı ve patladı. Sınıfımızdaki erkekler hayran hayran pür kulak beni dinlediler…”
ABİDİN: “Sınıfta hiç kız yok muydu evladım?”
HUYSUZ: “Kızlar sesimin şiddetinden yer yarılıp, yerin dibine girdiler. Kıskançlar ne olacak, zaten oldum olası beni çekemiyorlar. Çekemiyolar beni çekemiyolar… Cazibe meselesi… Sadece sıra arkadaşım Mal Hatice beni destekliyo…”
ABİDİN : “O da mal olduğu için mal mal destekliyordur herhalde. Baksana mikrafon ve hoporlörler bile cızırrttt. Kızım bende akıl var, mantık yok. Annende mantık var, akıl yok. Biz birbirimizi dengeleyip gidiyoruz. Sende her ikisi de yok, ne yapcaz seni bilmem ki?”
HUYSUZ: “Babcım ne yapayım aklı, mantığı? Güzel, ışıltılı bir sahne elbisesi diktirir, sahneye çıkar, iki şarkı söyler, parsayı toplarım. Sankim manken şarkıcılarda ses mi var? Damet Pekkalın bile sahnelerde her gece ful çekiyo… Stüdyoda İki rütuş, biraz cila... Okeydir. İleride senin mali desteğinle Vokal destekli albüm yapacam. Göreceksin kızın neler yapacak neler...”

Abidin elini havada ‘bunlar boş işler’ der gibi sallar:

SAHNE 2: İÇ MEKÂN-GECE VAKTİ-EVİN SALONU
HUYSUZ ÇİĞDEM-ABİDİN-ANNE SAFİYE
Safiye hanım mutfaktan kendisinden söz edildiğini duyunca önlükle gelir:

Abidin kem küm etmeye başlar:

Huysuz ayağa kalkar:

Huysuz Melahat kitaplıktan kalınca bir romanı alıp başının üstüne koyar ve kalçasını kıvıra kıvıra yürümeye başlar. Abidin öfkeli bir ses tonuyla:

ABİDİN: “Boş hayallere kaptırma kendini… Esas kabahatin büyüğü sana gaz veren şöhret budalası anan olacak o Safiye’de...”


SAFİYE: “Benden söz ettiğini duyunca mutfaktaki işimi yarım bırakıp geldim. Nasıl yetiştirmişim bakiyim ben kızımı?

ABİDİN : “Şey… Mey… Çok iyi yetiştirmişsin diye söylüyordum.”
SAFİYE: “Benim kızım dört dörtlüktür maşallah. Sesi de var, bedeni de… Beden dersi on kızımın. Kalk kız ayağa bi bakayım!..”

SAFİYE: “Al kız kitaplıktan şu kitabı da başının üstüne koy!.. Salına salına yürü de gözlerimiz güzel görsün.”

ABİDİN : “Kızım sen manken mi olacaksın, ses sanatçısı mı? E… Bi karar ver artık.”
HUYSUZ: “Sanatçı dediğin göze, kulağa ve ayağa hitap etmeli, değil mi babcım…”

Safiye, Melahat’in kolundan tutarak asılır. Huysuz Melahat daire çizmeye başlar:

Huysuz sahnede seyirciler varmış gibi referans yapar, eğilir ve doğrulur:

Huysuz şarkıya yeni başlamıştır ki Abidin kulaklarını tıkar:

SAFİYE: “Söyle kızım söyle… Hadi bülbül sesinle benim şarkımı söyle de dinleyelim. Dur saç fırçasını getireyim de mikrofon yerine kullan. Geç şu piyanonun başına, hem çal hem söyle. Kendini sahnelere şimdiden doğal seleksiyon yapmalısın…”

HUYSUZ : “Benim kadir şinasi değerli dinleyicilerim. Şimdi sizler için ”Benzemez Kimse Bana… Tavrıma hayran olayım…” şarkısını icra ediyorum.”

ABİDİN: “Kızım başka şarkı bilmez misin? Dönüp dolaşıp aynı şarkıyı söylüyorsun. Hem de usulünce söyleyemiyor, detone oluyorsun. Sen madem konservatuara gideceksin, bari piyano bölümünü seç. Piyanoyu az güzel çalıyorsun. Kazara ses bölümüne filan kayıt yaptırırsan milletin kulak zarlarına yazık olacak!..”
HUYSUZ : “Ay bab bu şarkıyı okulda da solo olaraktan söylüyorum, erkek arkadaşlarım ayakta alkışlıyorlar beni…”
SAFİYE: “Caz yapma bey! Artist kızım ne güzel söylüyo işte. Sen ne anlarsın sesten mesten? Sana olacak köçek, ağzı açık izleyeceksin!.. Kızım anasına çekmiş, sesi en az benimki kadar güzel. Durun size bir şarkı söyleyeyim…”

Abidin elini havaya kaldırır, Safiye’nin gözlerinin içine bakar:

SAHNE 3: GÜNDÜZ VAKTİ-İÇ MEKÂN-EVİN SALONU
HUYSUZ MELAHAT - ABİDİN
Abidin elinde tuttuğu bir bardak sütü Huysuz Melahat’e ikram eder:

ABİDİN KESER: “Langırt… Aman iyi be, ne haliniz varsa görün. Yarın okul toplantısına gider öğretmenleriyle görüşürüm. Gönlün Oldu mu şöbiyet? Yalnız şarkıyı çok kişiselleştirmişsin… ‘Benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım’ diye okuyacaksın.”
HUYSUZ: “Ay bab… Bana ne elden, sağdan, soldan? Ben şarkıyı kişiselleştiriyorum. ‘Benzemez kimse bana, tavrıma hayran olayım…’ Sanatçı dediğin kendini beğenmiş, havalı olacak. Hayranlarıyla açık ara mesafede durmasını bilecek…”


ABİDİN: “Lise son sınıfı bitirirsen, yakında konservatuar sınavına gireceksin. Bak, sana ılık, ballı süt hazırladım. Sesine iyi gelir, al iç şu bir bardak sütü…”
HUYSUZ: “Of Bab... Bir bardak dediğin süt bu mu? Bu bardağın yapısı, bir sürahiye benziyor. Bari ineğin kendisini getirseydin! Hiç bu sıcakta süt mü içilir?”
ABİDİN : “Hay Allah belasını versin bu meteorolojinin. Bu ne sıcak böyle? Tam da sınavların yaklaştığı günler…”
HUYSUZ MELAHAT: “Hayat var mı?”

Abidin şaşkın bakışlarla Huysuz Melahat’in gözlerinin içine bakar:


Abidin belinden çıkardığı kırımızı ipek mendili eline alıp bir şarkı söylemeye başlar:

Aşırı yapmış olduğu makyaj ve sahne kıyafetiyle Melahat’i gören Abidin fenalık geçirir:

ABİDİN : “Sen ne diyon kızım? Ajda Concan gibi Fransızca konuşmaya başladın...”
HUYSUZ: “Evde Hayat çikolatasından var mı diyorum. Çikolatanın içindeki bal, ruhumu dinlendiriyor ve ses aktivitemi genişletiyor…”
ABİDİN: “Ha var var… Marketten aldıklarımı anan dolaba saklamıştır, kalk da kendin ara bul. Hadi ben kahvaltı masasına geçiyorum. Bu Pazar, hep birlikte güzel bir kahvaltı yapalım… Hazırlan sen de çabuk, bizi fazla bekletme… Bende de bir şarkı söyleyim, ses tellerim açılsın…”

ABİDİN : “Yar yolunu kolladım ipek mendil salladım, ona çiçek yolladım, akasyalar açarken…”

ABİDİN: “Kızım bu tipinin hali ne? Sınava mı gireceksin, sahneye mi çıkacaksın?”
HUYSUZ : “Farklı bir stille izleyenlerimi etkilemek istiyorum, batılı Meloş olmak istedim bab, ne var bunda?”
ABİDİN : “Jürinin karşısına böyle mi çıkacaksın? Şu uzun takma kirpiklere, şu ruja, şu dudaklarına sürdüğün makyaja bak. Çıkar şu gözlerindeki yeşil lensleri, çabuk sil şu yaptığın makyajı. Sanatçı dediğin kendisi gibi olmalı. Birilerine benzeyeceğim derken şarlatan gibi olmuşsun.”
Huysuz eline aldığı küçük aynada kendini izler, dudaklarıyla aynaya bir öpücük kondurur:

Abidin elinin tersiyle Huysuz’un kafasına taktığı peruğa vurur:


HUYSUZ : “Ayna ayna… Bab, doğru söyler. Tarkan’ın dediği gibi, başkası olmam, kendim olurum. Böyle daha çok güzelim… Ya gelirim bana sahici, ya da ancak giderim…”

ABİDİN: “Kafana taktığın vişneçürüğü peruğu bak. Çıkar şu peruğu, senin saçların daha orijinal...”
HUYSUZ : “Ama bab, bu bir tarz meselesi. Bu stil saçın tarihçesi çoooook eskilere dayanıyor.”
ABİDİN : “Başlatma tarihinden! Sol gözün neden kapalı? Aynı satanistlere benzemişsin.”
HUYSUZ : “Benim gönül gözüm açık bab, o kapalı olsa ne olur. Bu bir tarz meselesi...”
ABİDİN: “Kızım sil şu sol gözüne sürdüğün siyah boyayı… Gözün kör olur!..”
HUYSUZ : “Yok bab, sol gözümün kapanması şart.”
ABİDİN : “Hemen gidip o suratındaki makyajı silmezsen, saçlarını oyarım. Konservatuar sınavına giremezsin.”
HUYSUZ: “Bak bab, beni evden kaçmaya teşvik ediyorsun. Türk filmlerindeki gibi evden kaçıp, kötü sahnelere düşüp, toz yutmamı mı istiyorsun?”
ABİDİN: “Senin okuyup, madam olmanı istiyorum. Lise Sınav sonuçları yarın açıklanacakmış. Hadi inşallah sağ salim geçersin de şu sınava rahatlıkla girersin. Hiç ümidim yok ya, hayırlısı! ...”
Huysuz annesine yüzünü çevirir:

Huysuz Melahat kaşlarını çatar:

Safiye kıkırdayarak kızının kafasına dokunur:

HUYSUZ MELAHAT: “Anne bana saç maşası lazım…“
SAFİYE: “Yazlıkta nerden bulacağım saç maşasını. Sadece mangal maşası var. Fırça ile fön çek! ...”

HUYSUZ: “Evimizin arka sokağına Tattoocu açılmış, sırtıma ve kalçalarıma dövme yaptıracam, haberin olsun anne. Sol kaşımı da deldircem, demedi deme! …”

SAFİYE: “Kızım deldirecek başka yer bulamadın mı? Biz eskiden kulaklarımızı deldirmeye korkardık! Fazla bi yerini deldirme ceyran yapar! ...”
HUYSUZ: “Dilime de piercing taktıracağım, göbeğime de... Şarkı söylerken çok havalı görünmek istiyorum…”
SAFİYE: “Kızım sen Türk Musikisi okuyacaksın. Bırak o tür şeyleri batıcılar, pop ve rockcular yapsın. Şu saçlarının hali ne? Punkçular gibi olmuşsun. Saray musikisi adabı ve usulüne çok aykırı şeyler yapıyorsun.”
HUYSUZ : “Of… Sıkıldım!.. Türk musikisinde yeni bir çığır açmak istiyorum anne. Beni neden anlamaya çalışmıyorsunuz?”


Safiye burun büker, alaycı bir ses tonuyla kızına seslenir:

Huysuz Melahat kafasını emme basma tulumba gibi öne arkaya iki kez sallar:

SAFİYE: “Seni bu halinle “- Ah… Tuti mucize guyem, ne desem boş laf değil…” şarkısını söylerken düşünemiyorum. Sahnede ağır abla olacaksın, şık döpiyesler giyeceksin…”

HUYSUZ : “Ha anladım… Senin şu eski genç kızlık elbiselerin vardı sandıkta. Çıkarıp giyeyim bakalım yakışacak mı? ...”
SAFİYE: “Evet, sığırcık kuşum. Kullanmadıklarımı yazlığa çatı arasına sandığa naftalinleyip kaldırmıştım. Yavruağzı renkte olan gece elbisemi üzerinde bir denesen diyorum. Eskiden bende senin gibi otuz altı beden giyiyordum. Ah ne çok isterdim şöhretli bir assolist olmayı. Baban beni küçükken kandırıp kaçırmasaydı, belki de çok şöhretli bir assolist olacaktım. İnşallah benim yapamadıklarımı sen yapacaksın kızım. Sana her türlü desteği vermeye hazırım…”


SAHNE 4: OKUL İÇ MEKANI - GÜNDÜZ VAKTİ

OKUL MÜDÜRÜ HAYRETTİN BEY – ABİDİN BEY – TARİHÇİ – PSİKOLOJİ ÖĞRETMENİ – FELSEFECİ – EDEBİYATÇI – DİL KONUŞMA ÖĞRETMENİ
Abidin Bey’i koridorda gören okul Müdürü, iki elini ovuşturup koşarak yanına yaklaşır;

Öğretmenler ve takıntılı öğrenci velileri büyük dikdörtgen masa etrafına toplanmış, hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Abidin Bey’i tanıyan sınıf öğretmeni, Felsefeci Limon Bahri Bey:


Okul Müdürü söze girer;

OKUL MÜDÜRÜ: “Okulumuza hoş geldiniz Abidin Bey. Valla ne yalan söyleyeyim, sizi gördüm, görünce de Nur topu görmüşe döndüm. Zatıâlinizi hangi rüzgâr attı böyle?”
ABİDİN: “Kızımın sınıf öğretmeninin yazdığı pusulanın okları, burada toplantı olduğunu söyledi. Tsunami fırlattı Hayrettin bey…”
“Aaa… Doğru valla, nasıl da unutmuşum. Bu gün öğrenci velileri toplantısı yapılacaktı. Malum karne zamanı. Buyrun öğretmenler odasına alalım sizi.”

LİMON BAHRİ BEY: “Abidin Bey hoş geldiniz, nasılsınız efendim?”
ABİDİN: “İyiyim hocam, siz nasılsınız? Toplantıya çağırmışsınız, geldik.”
LİMON BAHRİ BEY: “Kızınızın maalesef dört dersten zayıfı var. Eğer karneye kırık gelirse bir yıl daha sınıf tekrarı yapacak.”

HAYRETTİN BEY: “Her derdin bir çaresi bulunur efendim. Buyrun benim makam odama geçip biraz limonata filan içelim. Havalar malum çok sıcak!..”

Abidin Bey oturduğu sandalyeden kalkarak, eliyle okul müdürüne yol gösterir:

Birlikte okul müdürünün odasından içeri girerler:


ABİDİN: “Geçelim Müdür bey, siz önden buyurun lütfen…”

OKUL MÜDÜRÜ HAYRETTİN BEY: “Buyrun buyurun, şöyle deri koltuklarımıza arkanızı iyice yaslayın. Sırtınız biraz terlesin efendim. Okulumuza yaptığınız katkılarınızdan dolayı size ve tembel çocukların değerli velilerine ne kadar teşekkür etsek azdır. Sayenizde okulumuzun genel giderlerini, sizlerin harcama kaleminden karşılıyoruz. Tadilat masrafları çok pahalı. Milli Eğitim Bakanlığı, özel okullara hiç yardım yapmıyor. Sizlerin yağı ile kavrulup gidiyoruz anlayacağın…
Ben sizin karne işinizi hemen hallederim o kolay iş. Okulumuza on beş bilgisayarlı bir sınıf açmayı düşünüyoruz. Gelecek neslin çocuklarını, en iyi şekilde yetiştirmeliyiz, değil mi efendim?
Sizin de yardımlarınızla malum on beş bilgisayar ve bilgisayar masasına ihtiyacımız var. Açacağımız Sınıfın kapısına da adınızı yaldızlı harflerle işleyeceğiz. Kızınız sınıf tekrarı yapsa, hem yaşı büyüyecek ve arkadaşlarından geri kalmanın kompleksini yaşayacak, hem de seneye okulumuza tekrar bir yıl aidat ödemek zorunda kalacaksınız. Sizi düşündüğüm için… Fazla masraf yapmanızı istemiyorum…”

Müdür beyin lafını kesen Abidin söze girer:

Okul müdürü sevinçle ellerini ovuşturur. Masa üzerinde duran bir a4 kağıdı, bir de tükenmez kalemi uzatır, :

Abidin kaşlarını çatar, öfkeli bir ses tonuyla:

Masadaki zile dokunan ve hademeyi çağıran Okul Müdürü:

Abidin şaşkınlığını gizleyemez. Okul müdürünün gözlerinin içine bakışlarını dikerek söylenir:


Odadan dışarı çıkan müdür bey, öğretmenler odasındaki öğretmenlerle konuşur.

ABİDİN: “Tamam… tamam Müdür bey. Ne demek isteğinizi anladım, toplantı bitmiştir. Size on beş bilgisayar ve bilgisayar masasını alıp, hemen göndereceğim. Kızım sınıfını sağ salim geçsin de, bitsin şu lise hayatı artık… Konservatuara gidecek…”

OKUL MÜDÜRÜ: “Okulumuza hibe ettiğinize dair dilekçe ile birlikte lütfen!.. Üstüne bi soğuk limonata içersiniz herhalde. Durun hemen söyleyeyim...”

ABİDİN : “Ben üstüne soğuk su alayım!..”

OKUL MÜDÜRÜ: “Bana derhal Lise son sınıf edebiyat, tarih, psikoloji, dil ve anlatım öğretmenlerini çağırmanı istiyorum. Gelirken de soğuk su ve limonata kap gel…”

ABİDİN: “Vah benim salak kızım. Okulda psikolojisi de bozulmuş bu kızın. Hadi diğerlerini anladık da, Dil ve anlatım dersi nasıl zayıf gelir? Hala bunu anlayamadım. Evde konuşurken gayet güzel, bülbül gibi ötüyor!..”
OKUL MÜDÜRÜ: “Merak etme Abidin Bey, ben şimdi karne işini hallederim.”

Müdüriyete gelen öğretmenleri gören Abidin Bey oturduğu koltuktan ayağa kalkar, iki elini havaya kaldırarak onları karşılar:

Müdür beyin göz kırpmasıyla Tarih öğretmeni Nikola Tahir Bey söze girer:

Psikoloji öğretmeni Çatlak Cemal söze girer:

Dil ve anlatım hocası Yegane Hanım söze girer:


ABİDİN: “Öğretmenler… Öğretmenlerimiz, canlarımız bizim. Ben kızım Melahat’i düşünürken, sizler gerçekte eminim ki, yarının insanlarını şekillendirmeyi amaç edinmiş geniş yüreklerinizde, bilim meşalesinin alevini daha güçlendirmekle meşgulsünüz. Yaşadığınız ve aktardığınız bu bilgiler, insanlık için hep birer onurlu miras olacak. Ne kadar çok anlatılacak anılarınız vardır kim bilir? Bu erdemli anıları duyunca, ben de hiç olmazsa üç, beş, on beş ve daha fazla insanımızın kalplerine seslenmek istiyorum. Didaktik içeriği destekleyen siz değerli uzmanların bulunduğu bu okul, hayat dersi için kızıma çok uygun bir platform oluşturmuştur. “

TAHİR BEY: “Kızınız Melahat’la ne kadar övünseniz azdır. Türkiye Cumhuriyeti O’nunla ilelebet payidar olacaktır. Benim dersimi başarıyla geçti. Tarih dersinde sanki tarihi yaşıyor gibi içinde hissediyor...”
ÇATLAK CEMAL: “Kızınız psikoloji dersinden de başarıyla geçti fakat çok sıkıntılı ve karmaşık bir ruh hali var kızınızın. Üniversite sınavlarına hazırlanmanın stresinden olacak. Lütfen O’ nu istediği okula yazdırın. Bence psikoloji okuyup Türk milletinin, yapılan zamlarla bozulan psikolojilerini tedavi etmeli…”

YEGANE HANIM: “Kızınız yaptığım sözlülerde çok başarılı oldu ve sınıfını başarı ile tamamladı. Bazen okulda olduğunu unutur, kendini sahnede filan zannederdi. Çok özel ve güzel bir konuşma tekniği var, aferini çoktan hak etti.”
Edebiyat öğretmeni Artist Türkan Hanım söze girer:

SAHNE 5: KAFETERYA BAHÇESİ - DIŞ MEKÂN

ÇILGIN MELAHAT – NİK COŞKUN

Sınav sonrası Çılgın Melahat sevgilisi Nik Coşkun’la buluşur:

TÜRKAN HANIM: “Biz, bu ülkenin sınırları içinde, her yerde, her koşulda çalışmaya and içmişiz. Bu özel okulda iş bulduğum gün dünyalar benim olmuştu, yaşamımda yeni bir safha başlıyordu, öğretmendim artık. Valizimi toplayıp yola çıkmam ile göreve başlamam arasında ne kadar süre geçti, hatırlamıyorum bile. Okulumu ve öğrencilerimi çok seviyorum. Öğretmen okulunu bitirip KPSS sınavında barajı geçemeyen, senelerce öğretmenlik mesleğini yapamayan arkadaşlarımın durumlarına çok üzülüyorum. Kızınızın Edebiyat dersi süper. Aruz veznini su gibi ezberledi. Fuzuli ve Baki’ yi yılsonu bitirme ödevi olarak hazırladı. Arapça ve Farsça dilinin çivilerini yerinden söktü. Saray müziğini ihtisas yaptı. Dede Efendi’den Çok güzel şarkılar söylüyor, sınıfını geçti.”
ABİDİN: “Maşallah benim akıllı kızıma, babasının genlerini taşıyor. “E hepsini geçti de beni neden çağırdınız?” Demeyeceğim!.. Hepinize öğle yemeği, acılı Adana kebap, bugün bendensiniz…”


NİK COŞKUN: “Sınavın nasıl geçti sevgilim?“

ÇILGIN MELAHAT: “Ümitsiz bir bekleyiş, hasreti var içimde… Benim için endişeli bir bekleyiş problemi var. Üniversite sınavında barajı geçememek, beni kaygılandırıyor Nik Coşkun’ cum… Össss Sınavında, çarprazımda aynı kitapçığı işaretleyen bir çocuk gördüm. Suratına göz gezdirdim, inek tipi vardı ve gözlüklerinden çalışkan olduğunu çaktım. O hangi kutucuğu doldurup işaretlediyse, ben de aynısını işaretledim.“

Nik Coşkun şaşkınlıkla onu dinler:

Nik Coşkun oturduğu sandalyeden ayağa fırlayıp iki elini açar ve kızın gözlerinin içine bakar:

Çılgın Melahat eliyle boş ver der gibi yapar:

NİK COŞKUN: “Hiç mi sınavdaki soruları okumadın?”
HUYSUZ MELAHAT: “Heyecan yaptım yine ya… Konsantrem darmadağın olmuş, bütün öğrendiğim bilgiler uçup gitmişti. Aklımda ve dilimde sadece “Benzemez Kimse bana” şarkısı takılı kaldı, ne yapayım! ...”
COŞKUN: “Ben de çok korkuyorum Çılgın Meloşcum. Ya öss’Yİ kazanamazsam? Öffff… Sonuçlar belli olsa da ne yapacağımıza bir an önce karar versek.”
MELAHAT: “Ha… söylemeyi unuttum!.. Annem beni sınavdan önce civarın en itibarlı ve sözü geçen şıhına okutup, üfletti. Belki Allah’ın takdiri şayanıdır ki bu sayede O inek çocuğu çaprazıma şıh oturttu. Ne tür gelişmelere yol açacağı şimdilik belirsiz. Şıhdan icazet almayı başardım. O şıh ki… Sütyenimi çıkarıp göğüslerimin üzerine arabik şekiller çizdi ve okşadı. Sonra dudaklarıma dualı nefesinden üfledi!..”

“Ne?.. A be Çılgın Meloş, adam seni resmen tacizlemiş!..”

MELAHAT: “Sınav sonuçlansın göreceğiz. Eğer sınavı geçemezsem taciz etmiştir, eğer barajı geçersem nefesinden sual sorulmaz!..”
COŞKUN: “Sen, bilimin ve Cumhuriyet’in öğrencisisin. Nasıl gider Şıhın önünde el pençe durur ve yaptıklarına göz yumarsın?”

Çılgın Melahat kıkırdayarak güler:

Nik Coşkun yanına yaklaşıp kızı kolları arasına alarak sıkıştırır:

Melahat’ i kollarının arasına alıp öpmeye çalışır. Kız iki eliyle onu ittirir:

MELAHAT: “Çok heyecan vericiydi. Sanatçı olmak yolunda, her şeyi mübah görüyorum. Gözlerimde kara gözlükler var Nik…”

COŞKUN: “O zaman gel kolarımın arasına, seni biraz da ben okuyup üflemek istiyorum…”

MELAHAT: “Ay dur ne yapıyorsun Coşkun? Kafede insanlar arasında hiç taciz yapılır mı? Üstüm başım yeşillenecek! Taciz yapacaksan şu karşıdaki ormanlık alanda tacizini gerçekleştirirsin sevgilim! Ayrıca ÖSS barajını aştık diyelim, daha sırada jüri karşısına çıkıp, doğal yeteneklerimizi sergileme faslı var… ”
COŞKUN: “Ah ulan yanlış gelmişim dünyaya. Kız olsaydım torpilimi az çok konuştururdum. Diğer yetenekli kızların, jüri heyetine torpillerini konuşturdukları gibi! Ayrıca sana tavsiye, konservatuvar hazırlık kursları var. Hangi üniversiteyi daha çok istiyorsan o üniversitenin hazırlık kurslarına katılmalısın.”
MELAHAT: “Sen hangi kursa katılacaksan beni de o kursa yazdır sevgilim…”
COŞKUN: “Öncelikle konservatuvar ile müzik eğitimi veren diğer fakülteleri karıştırmamak gerek. Müzik fakültelerinin amacı müzik eğitimi vermektir ve asla müzisyen yetiştireceğini garanti etmez. Müzik öğretmenliği bölümleri de mevcuttur. Lise ve dengi okullarda müzik öğretmeni olursun.”

Melahat dudaklarını büzüştürür:

MELAHAT: “Ben öğretmen değil, assolist olmak istiyorum…”
COŞKUN: “Konservatuvarın amacı, tamimiyle müzisyen yetiştirmeye yönelik okullardır. İstanbul’da sadece üç tanedir. Mimar Sinan Güzel Sanatlar, İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi. İstanbul Teknik Üniversitesi Klasik Türk musikisi eğitim veriyor, diğerleri batı eğitimi vermektedir. Ben İTÜ'yü tercih ediyorum…“
MELAHAT: “Ay bende aynısını tercih ediyorum Sevgilim, senden ayrılmaya dayanamam!..”
COŞKUN: “Eğer barajı geçemezsem YTÜ, Haliç, Marmara Üniversitesi gibi okullar ÖSS sonrası belli bir baraj puanı ve yetenek sınavı ile öğrenci kabul ediyormuş. İki okulun farklı amaçlarla eğitim vermesinin yanı sıra, ciddi müzisyen olabilmek için konservatuvar disiplini ve kültürü edinmek gerektiğini de eklemek isterim. Yetersiz kaldığım konularda hocalardan özel ders alacağım…”
MELAHAT: “Bende bu Cuma, annemle senfoni konserine gideceğim. Okul haricinde musiki havası soluyup, bulmacalar çözmeye niyetim var. Tuvalette ve hamamda ses tekniği çalışmak, bunlardan sadece birkaçı sevgilim! Konservatuvara girmenin bir yolu olmalı Coşkun, Nasıl gireceğiz?“
COŞKUN: “Herhalde Konservatuvara kapıdan girilir, bacadan atlayacak halimiz yok ya!.. Sen de özel ders almalısın. Kulak programı çalışmalı, çaldığın solo enstrümana bireysel eşlik etmelisin.

Oturduğu yerde Melahat’ın canı sıkılmıştır:

Nik Coşkun kahkaha atar, yüksek sesle konuşur:

MELAHAT: “Assolist olmazsam çıldırırım. Benim muhakkak o okula girmem lazım…”
COŞKUN: “İnternette Pentium 4 programı var çok güzel. Oturup oradan da çalışabilirsin... Aradığın her şeyi bulabilip, her şeyi danışıp öğrenebilirsin... Evrimde basit bir kural vardır; 'Kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar körelir…' derler.”
MELAHAT: “Ay çok ayıp!.. Daha ben önden bakire, arkadan şakireyim Nik!.. Bak eğer senden tesadüfi hamile kalırsam, karnı burnunda derslere girer, hatta doğumumu özellikle final sınavlarına filan denk getiririm. Karnımda çocuğumun da benle birlikte okula gelmesi hiç işime gelmez yani!..”

COŞKUN: “Amma da uzun vadede hayalcisin be Çılgın Meloşcum ya!.. Organ deyince aklına belden aşağısı geliyor. Varlığına bi zeval vermedik herhalde!..”
MELAHAT: “Ne bağırıyorsun aşkım, kulak zarıma zeval vereceksin!.. Hem biz sınav sonuçları belli olana kadar, ailecek Bodrum'daki yazlığımıza tatile gidiyoruz yarın...”
NİK COŞKUN: “Aman ne güzel, denizde yüzerken nefes açarsın!.. Fazla açılıp, olmayan çocuğunu da düşürmeyesin!..”

SAHNE 6: GÜNDÜZ VAKTİ – DENİZ KENARI

HUYSUZ MELAHAT – SAFİYE – PALA BIYIKLI

Huysuz Melahat’in kulağında kulaklılar vardır ve müzik dinlemektedir. Annesine bakar ve Yüksek ses tonuyla:


SAFİYE: “ Kızım deniz bugün çok dalgalı fazla açılma, bak boğulur moğulursan öldürürüm kız seni!..”

HUYSUZ MELAHAT: “Duymuyorum anne, bana mı dedin?”
SAFİYE: “Yok gökte uçan martılara dedim! Duymazsın tabi. Kulaklarındaki tıkaçları çıkar da büyük sözü dinle, fazla derinlere açılma!..”

HUYSUZ MELAHAT: “Ay anne sıkıldım… Tatilde bile rahat bırakmıyorsun ya… Kulaç atarken sesimi açıyor, nefes borumdaki diyaframlarımı genişlettiriyorum. Şan tekniği meselesi yani… Bak ünlü sanatçı Gönül Cayar ablam bile, hala şanını geliştirmek uğruna evlenip evlenip, boşanıyor. Tam da kasetinin çıkacağı günlere denk getriyor. Gazetelere manşet meselesi yani. Sansasyon yaratıp reklam yapıyor. Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Kızın da anlı şanlı şöhret olacak yakında, göreceksin. Çiz bi tarafa!..”
SAFİYE: “Kara ciğerine karışmam amma, akciğerlerini fazla yorma. Sen de şöhret olacaksın tabi, senin neyin eksik Gönül Cayar ablandan. Hem boyun bile ondan daha uzun. Gönül Cayar yaş olaraktan senden benden bile büyük, ninem yaşında kadın. Sen daha körpecik, tazecik bir sığırcık kuşusun. Bi şakı da millet sesinin oktavını ta… uzak sahillerden duysun, yavru kuşum benim. Hadi yüzerkene kuğu gölü balesi yaparaktan, benim şarkımı söyle!..”

Huysuz Melahat nazlanarak annesinin gözlerinin içine bakar:


Melahat bağıra çağıra şarkı söylerken, bu sırada yanında yüzmekte olan pala bıyıklı bir adam, bıyıklarını Melahat’a doğru bükerek seslenir:

Pala bıyıklının iltifatından hoşlanır Melahat. Kirpiklerini titreterek adama gülümser:

Adam suyun içinde mayosuna doğru işaret eder:

Konuşmaları duyan Safiye, adama kızgınlıkla seslenir:


Duydukları karşısında morali bozulan Melahat elini göğsüne götürür:

Pala bıyıklı adam dudaklarını sazan balığının dudakları gibi büzüştürür:

HUYSUZ MELAHAT: “Ay hangisini söyleyeyim anne, “Benzemez Kimse Bana”, şarkısını mı? Yoksa, “Kirpiklerimin gölgesi güllerle bezenmiş, Tanrım yaratırken beni bir hayli özenmiş…” şarkısını mı? ”

SAFİYE: “Benzemez kimse sana…”

PALA BIYIKLI: “Yavrrrrum benim, maşallah çok güzel şarkı okuyon. Kız hepsi senin mi?”

HUYSUZ MELAHAT: “Şey… Eeee evet, benim kendi sesimden!..”

PALA BIYIKLI: “Gel bi de buna oku, bu da güzel sesini duysun yavvvvrum!..”

SAFİYE: “Pis terbiyesiz, ahlaksız kılçık adam. Şu pos bıyıklarından, kalın kaşlarından utan. Küçücük bir kızı taciz etmeye utanmıyor musun? Kızım senin bildiğin sanatçılardan değil... Defol git başımızdan…”

PALA BIYIKLI: “Yok ya!.. Koskoca deniz tapulu malın mı? İstediğim yerde yüzerim hanfendi. Bu mu küçük kız? Maşallah yaşını hiç göstermiyor. Hem güzele bakmak sevaptır, sevap işliyorum… Her türlü iyi niyet, itina ile suiistimal edilir!..”

HUYSUZ MELAHAT: “Ay nefes alamıyorum. Tanrım, atmosferi biraz açar mısınız?”

PALA BIYIKLI ADAM: “Ben de sayende bitkisel hayata girdim. Maksat yeşillik olsun!..”

Melahat iki elini yana açarak adama söylenir:

Pala bıyıklı adam kumsalda uzanmış, bir bacağını diğerine atmış, iki elini de kafasının arkasına yastık gibi dayamış bir şekilde seslenir:

Bu söz Melahat’in çok hoşuna gider:

Melahat annesine bakar:

Sahile çıktıklarında Melahat annesini kuma gömmek için iki eliyle kumu eşeler. Kumun içinde bir deniz yıldızı bulur:

Bu sırada pala bıyıklı adam uzandığı yerden ayağa kalkarak yerden havlusunu alır, vücudunu kurulamaya başlar. Melahat’in gözlerinin içine bakarak karın ve kol kaslarını göstermeyi de ihmal etmez:

HUYSUZ MELAHAT: “Ya abi beni niye anlamıyon, ben üvertür sanatçı değilim… Sende idrak yolları enfeksiyonu mu var?”

PALA BIYIKLI ADAM: “Ben tatile yüzmeye değil, doğal güzellikleri görmeye geldim yavvvvrum. Rahat bırak kendini de, doya doya şu doğal güzelliğini seyredeyim!..”

HUYSUZ MELAHAT: “Ay çok hoşsunuz doğru… Ben doğal güzel miyim? Öyleyse bu iltifatınız üstüne, seyretmenize izin veriyorum. Nasıl olsa seyretmekten bi zarar gelmez!..”

HUYSUZ MELAHAT: “Öyle değil mi anne?”
SAFİYE: “Hadi kızım, tartışıp durma şu ayı adamla. Deniz atları sarmadan etrafımızı, çıkalım kıyıya da beni güzelcene bir kuma göm. Çok faydalıymış, romatizmaya iyi geliyormuş…”

HUYSUZ MELAHAT: “Ay bak kumun içinde ne buldum anne, bu bir deniz yıldızı…”
SAFİYE: “Aptala malum olurmuş kızım. Senin Yıldız olacağına delalettir bu işaret!..”

SAFİYE: “Al işte, istenmeyen ot başında bitermiş. İyi yere tezgah açmışız kızım!..”

HUYSUZ: “Ay kız anne, kim ne yapsın bu muşmula suratlı herifi. Dişi sinek olsam yüz vermem vallahi!..”

SAFİYE: “Öyle deme, bak kız!.. Adam Parmak arası terlik giyiyor. Kaşlarını aldırsa, bıyıklarını kesse, babandan daha yakışıklı olacak gibi duruyor…”
Kendisinden bahsedildiğini anlayan adam sırada adam şortunun arkasından çıkardığı bir tarakla saçlarını taramaya başlar:

Melahat kaşlarını çatar:

Plaj çantalarına havlularını koyup, üzerlerine elbiselerini geçirip evin yolunu tutarlar.

SAHNE 7: İÇ MEKÂN EVİN İÇİ SALON

ABİDİN – TELEFONDAN GELEN SES

Abidin’in cep telefonu çalar:

SAFİYE: “Şimdi de saçlarını bize karşı tarıyor. Slip mayo giyip, organlarını gösteren erkeklerden değil!..”

KONSERVE MELAHAT: “Sen göz zinası yapıyorsun anne. Babamı aldatmana izin veremem. Bu ayı armudun iyisinden anlıyor. Birazdan amuda kalkıp akrobatik hareketler yaparsa hiç şaşmam doğrusu…”

SAFİYE: “Kızım el frenini çek, sen bir assolistsin ve bunu kafandan sakın çıkarma stop!..”

MELAHAT: “Öfff sıkıldım artık assolist olarak doğmaktan anne, uvertürlükten yükselsem olmaz mı? Hadi topla pılını pırtını, başımıza bi iş gelmeden eve gidiyoruz…”

KARŞIDAN GELEN SES: “Aloooo kiminle görüşüyorum?”
ABİDİN: “Ben ses sanatçısı Abidin.”

HAYRETTİN BEY: “Ben kızınızın okul Müdürü Hayrettin. Kızınızla ve okulumuzla ne kadar iftihar etseniz azdır. Kızınız okulumuzun medarı iftiharı ve yüz akı. Üniversite sınavında ilk bin öğrenci arasına girmiş. Okulumuzun gurur abidesi…”

Abidin duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemez.

Bir süre suskun kalır ve yeniden konuşur:

ABİDİN BEY: “Müdür bey valla ne desem bilmem ki? Daha düne kadar kızım dört dersten sınıfta kalıyordu, zar zor okulu bitirdi. Şimdi de ilk on bin öğrenci arasına girdiğini söylüyorsunuz. Olacak şey değil, var bunda bir bit yeniği ama neyse.

ABİDİN: “Listeye iyice baktınız mı? Başka bir kızla isim benzerliği filan karıştırmış olmayasınız?”
“Okuduğu okula kadar İyice baktık tabii. Müzik hocası Raşit Bey, bana ilk müjdeli haberi telefonda iletti. Kulaklarıma inanamadım. Ha unutmadan, müjdemi isterim! Vay hınzır Melahat vay… Okulda öğretmenlerin sorduğu sorulara yanlış cevaplar vererek bizlerle oynadın. Demek kızınız gizli gizli üniversite sınavına asıldı ve okuldaki derslerini askıya aldı. Olayı öğrenen bütün öğretmenleri şok içerisinde. Çok akıllı kızmış doğrusu, biz de saf saf yedik!..”

ABİDİN: “Bu Mozart hoca yine ortalığı karıştırmış olmasın sakın?”

OKUL MÜDÜRÜ: “Kızınızın resmini sokak duvarlarına, ilan panolarına asacağız. Okulumuz kızınız sayesinde ismini duyuracak. Adımızı altın harflerle tarihe yazacağız. Bu yıl birçok zengin aile çocuğunu okulumuza kayıt ederiz artık. Altı yeni sınıf daha açacağız sayenizde… İlk tercihi Boğaziçi mi?”

ABİDİN: “Sevgili ve meslek değiştirmezse şan okuyacakmış. Tamam Müdür bey, yarın hemen dönüyoruz. Çok sevindim çok… “Bu kız babasına çekmiş” derdim de kimse inanmazdı. Kızım süper zeka çıktı maşallah. Kızımla gurur duyuyorum. Görüşmek üzere Müdür bey, gelince ararız sizi.”


SAHNE 8: DIŞ MEKAN. YAZLIK EVİN PARKI

MELAHAT – HALİL

Bu sırada Melahat yazlık komşularının oğlu Halil ile bahçede sohbet yapmaktadır:

HALİL: “Ben ön kayıtla beden eğitimi öğretmenliği bölümüne kayıt yaptırmak istiyorum. Sınavda koşu yaptırıyorlarmış. Kondisyon çalışıp, uzun atlama falan... Ayrıca basket filan attırırlarsa iyiyimdir yani.”

MELAHAT: “Ben müziği hiçbir zaman bırakmayı düşünmüyorum. Müzik çok ayrı bi dünya, içine girdiğinde çıkamıyosun bi türlü. Zaten çıkmak da istemiyorum. Piyanonun tuşları hislerime zerk ediyor!..”

HALİL: “Öss sınavı bugün açıklanacaktı, barajı aşabildim mi acaba? Senin sınavın nasıl geçti?”

MELAHAT: “Yazlıkta olunca ayları, günleri de unuttuk. Valla yaptım bi şeyler. Şıha da götürdü beni annem, o da okuyup üfledi. Sahi sonuçlar bugün açıklanacaktı. Hadi gel bi internet Cafeye gidip, sonuçlara bakalım.”

HALİL: “Çoğu insan önündeki tümsekleri dağ görür ve hemen vaz geçer. Sen azmin zaferini ispat etmeli ve sanatçı olmalısın. Kazanamazsan özel hoca tutup, inadına şan dersleri almalısın…”

MELAHAT: “Ya sen beden örtmenliğini kazanamazsan?”

HALİL: “Ben beden eğitimi öğretmenliğini kazanamazsam, ODTÜ Elektronik bölümüne kaydımı yaptıracağım.

MELAHAT: “Oraya girmenin, Beden öğretmenliğinden daha kolay olduğuna emin misin?”

Halil ukala bir tavırla cevap verir:

Halil kafasını okşayarak Melahat’e doğru uzatır:

İnternet Kafeye doğru yürümeye başlarlar. Melahat heyecanla söylenir:

HALİL: “Benim Matematik ve Fizik derslerim süper. Sınavım da çok iyi geçti. Babam ODTÜ okumamı istiyor, ben beden öğretmeni olmak istiyorum. Eğer beden öğretmenliğini kazanamazsam ODTÜ okuyacağım ve ders çalışmaktan başımda saç kalmıycak…”

HALİL: “Baksana Kelleşmeye başladı zavallı başım.”

MELAHAT: “Dur sana bir arya söyleyeyim. Sınıftaki erkek arkadaşlarım hep sesimin güzel olduğunu söylerler! Mutlaka konservatuvara girmeliymişim, şart edadı kip kip!..”

HALİL: “Konservatuara gireceğim diye kasma kendini o kadar. Giremezsen hayal kırıklığına uğrarsın. Ruhsal travmalara girersin sonra. Amaç müzisyenlik ise konservatuvar bir araçtır ve alternatifsiz değildir. İyi bir müzisyen olabilmek konservatuvarın tekelinde değil.”

MELAHAT: “Kazanamazsam ne yaparım?”

HALİL: “O zaman yapman gereken; birilerinin konservatuvarda aldığı eğitimi, senin dışarıdan almandır. Kitap olsun, hoca olsun, ne olursa olsun… Gönülden istersen o eğitimimin aynısını alırsın. Diploman olmaz sadece. Fakat dedim ya amaç müzisyenlikse varsın olsun, bilmem nerden mezun olmayayım. Sen insanlığın önüne bir şaheser koyduğunda kimse senin konservatuarını değil, senin yaptığın müziğini konuşur. Sibel Can, Ebru Gündeş konservatuvar mı okudu. Milyonların sevgilisi her iki sanatçı da…”

Bu sözler hoşuna gider ve başını öne arkaya iki kez sallar:


Bu sırada balkonda oturmakta olan Abidin Bey kızının dışarıda yürüdüğünü görür balkondan seslenir, eliyle gel işareti yapar:

Arkadaşı Halil’i gönderir ve koşar adımlarla eve gelir:


Ellerini kalbine götürür:

Sevinçten zıplamaya başlar Melahat:

MELAHAT: “Ay aslında katılıyorum, aynı eğitimi dışardan da alabilirim. Maddi imkânlarımız fazlası le mevcut. Ama toplumda insanların gözünde “Ben İTÜ’den mezun oldum”, diyince farklı bi yere koyarlar seni. ”Dışardan ders aldım, diplomam yok”, diyince biraz daha farklı bi yerde bulursun kendini.”

ABİDİN: “Melahat koş çabuk yukarı gel!..”

MELAHAT: “Yine ne var babişkom ya, ben Halil’le internet Cafeye, sınav sonuçlarımı öğrenmeye gidiyorum…”

ABİDİN: “Okul Müdürünüz aradı. Sana müjdeli bir haberim var…”

MELAHAT : “Neymiş müjdeli haber, çok heyecanlandım bab?”

ABİDİN: “Türkiye’de ilk bin öğrenci arasına girmişsin. Gel sana bi sarılayım, akıllı inek kızım benim…”

MELAHAT: “Aman Tanrım, kulaklarıma inanamıyorum! Şıh… Şıhın nefesinden sual sorulmaz!..”

MELAHAT: “Az daha heyecandan kalp spazmı geçirecektim. Babişkom doğru mu söylediklerin, sahiden bin numara mı oldum ben?”

ABİDİN: “Ne bileyim kızım, okul Müdürün aradı, kızınız Öss’ de bin numara oldu dedi.”

MELAHAT: “Annem nerede müjdeli haberi O da öğrendi mi?”

Kafasının sağa sola olumsuz döndürür Abidin:

Bu sırada kapının zili çalar. Kapıyı açan Melahat annesine sarılır:

Safiye şaşkınlıkla kızına bakar:


ABİDİN: “Daha annenin haberi yok. Alışverişe çıktı, daha eve gelmedi. Yarın ilk işimiz İstanbul’ a geri dönmek olacak. Hafta sonu da Okulunuzda Öss’yi kazanan öğrencilerin şerefine kokteyl düzenlemişler. En yüksek puanı sen almışsın, gözün aydın kızım. İlan panolarına filan resmini asacaklarmış…”

MELAHAT: ”İlk işim fotoğrafçı Erol’a gidip güzel birkaç şuh poz vermek olacak… Afişlerde resmim iyi çıkmalı. Acaba ne giysem?”

ABİDİN: “Nasıl oldu bu böyle? Hiç ders filan çalıştığını ne gördüm, ne duydum, ne de işittim!..”

MELAHAT: “Ay babcım… Şimdiden afişlerim sokakları süsleyecek. Yaşasın meşhur olmaya başladım galiba. Acaba duvarlara hangi poz resmimi yapıştırsalar?”

ABİDİN: “Kızım sorduğum soruya cevap alamadım. Sınavı nasıl kazandın diye sordum…”

MELAHAT: “Okulda ve dershanede öğretmenlerimin her sözünü hafızama dikte ettirdiydim. Sınavda nedense panik heyecan diye bi şeyim kalmadı. Sorular çok basitti!..”

MELAHAT: “Anne Öss barajını aştım. Kızınla övünmelisin, bin numara olmuşum. Afişlerim arka sokakları süsleyecek.”

SAFİYE: “Ne bin numarası, ne arka sokakları? Yapışmayı bırak da, elimdeki eşyaları alıp, dolaba yerleştirmeme yardımcı ol çabuk.”

Safiye elleriyle “ne diyor bu?” der gibi Abidin’e işaret yapar:

Safiye’nin falcılara para kaptırdığını öğrenen Abidin elini havaya kaldırır, sinirli bir ses tonuyla:

Bunu duyan Melahat sinirli bir ses tonuyla annesine bakar:

ABİDİN: “Hanım, biraz evvel okuldan aradılar, Melahat üniversite sınavında ilk bin öğrenci arasına girmiş...”

SAFİYE: “Ne? Kulaklarıma inanamıyorum. Demek şıh bir işe yaramış. Halbuki ben o pezevenke erkek evlat sahibi olmak için ne paralar döktüm, tutmamıştı. Beni o kadar okuyup, üfledi, hiç bi halta yaramadı. Şimdi hakkımı helal ediyorum.”

ABİDİN: “Bu yaştan sonra sana ne fal ne büyü tutar. Falcılara, büyücülere verdiğin parayı doktorlara dökseydin, bir futbol takımı kuracak kadar oğlumuz olurdu...”

SAFİYE: “Aman bey… yine başlama. Allah sana bir erkek torun verir onu büyütürsün artık…”

MELAHAT: “Ay anne… Ben sanatta kariyerimi tamamlamadan çocuk mocuk filan düşünmüyorum...”

ABİDİN: “Kızım artık Tıp veya Boğaziçi İşletme filan yazarsın. Puanın istediğin her yeri tutuyor?”

MELAHAT: “Ay babcım, imkanı yok dediğin bölümlerde okuyamam. Ön kayıtla konservatuarın şan bölümüne gitmek istiyorum. Hem ben musikisiz yaşayamam ki...”

ABİDİN: “Tutturdun bi şan. Gel sana arkadaşımın oğlu arkadaşın Halil’le ni-şan yapalım. Ailesi de seni çok beğeniyormuş. Valla bu aldığın puanla ön kayıt yaptırırsan elalem bizi ayıplar.”

Bu sözlere iyice öfkelenen Melahat ayaklarını yere vurmaya başlar:


Safiye kocasına çıkışır:


MELAHAT: “Halil benim çocukluk arkadaşım. Ben Nik Coşkun’u seviyorum. Evlilik şakasını kaldıramıyorum biliyorsun. Hem son gülen iyi güler. Ben assolist olup sahnelere çıkacağım… Sen de alt kadromda şarkı söylersin. İki kere iki dört eder…”

SAFİYE: “Kızımı rahat bırak, şöyle usulünce gırtlaknağme şarkılar söylesin...”

MELAHAT: “Okulumuzun diploma kokteylinde ne giysem bilemiyorum... Aldığım puanı duyan kızlar, hasedinden çatır çatır çatlayacaklar. Hemen cepten Nik Coşkun’cuğumu aramalıyım. Acaba o kaç puan aldı, Çok merak ediyorum doğrusu.”

SAFİYE : “Tavan arasındaki sandıkta benim kendi nişanımda giydiğim abiye kıyafetim var, gecede onu giy kızım. Bir kere giydim ve naftalinleyip kaldırmıştım. Kimselere vermeye kıyamadım, hatıra diye sakladım. Yepyeni duruyor, gecede sana giymek nasip olacak bak. Vallahi sana da çok yakışacak.”

MELAHAT: “Şu yakasında ve popo kısmında kocaman sarı kurdelesi olan Şam fıstıki kıyafet mi? Gönül Bozar’ın Yılbaşı Balosunda giydiği kıyafete benziyor, çok güzel gerçekten. Tamam bir deneyeyim annişkom… Zaten güzele ne giyse yakışır, Şam fıstığı gibi olacam…”

ABİDİN: ”Geceye de “Sarı kurdelem sarı...” şarkısını söylersin. Cana rakibi handan edersin, millete geceyi zehir edersin…”

SAHNE 9: İÇ MEKÂN SALON- GECE VAKTİ

ABİDİN – SAFİYE - MELAHAT

Safiye’nin gözünden bir damla yaş akar:

ABİDİN: “Babaannen bin numara olduğunu öğrenmiş, çok sevindi. Sana hediye almış, bugün seni görmeye gelecekmiş.”

MELAHAT: “Sakın bugün gelmesin, müsait vaktim yok. Televizyonda sevdiğim dizi var. Telefon aç, yarın gelsin bab!..”

SAFİYE: “Kızım baban koskoca kadına nasıl söylesin. Diziyi de yarım yamalak izleyiver ne olacak. Senin gibi bir torunu olduğu için gurur duyduğunu söyledi.”

MELAHAT: “Biliyor musun anne, küçükken Maradona ile Madonna’yı kardeş zannederdim. Ay ne şanslı ailesi var. Birini top yıldızı, diğerini pop yıldızı yetiştirmişler derdim. Ne salak şeymişim. Binlik olduğuma hala inanamıyorum!..”

SAFİYE: “Daha dün gibi hatırlıyorum. Anaokulunda patates baskısı yapmayı öğrenmiştin. O kadar hoşuna gitmişti ki, evdeki duvarlara, masa örtülerine filan baskı yapmıştın. Ancak sanat merakın, yeni aldığım beyaz eteğimin arkasına patatesi yapıştırmanla son bulmuştu. Dışara çıktığımda millet kahkahayı basmıştı. Eve geldiğimde sana İlk defa tokat atmıştım.”

MELAHAT: “Evet, hatırladım. Ben de gönlünü almak için “Annem” yazısını patatese oydurttum. Renkli boyalara batırdığım patatesi vücudumun her tarafına bastım. Sen beni o halde görünce hüngür hüngür ağlamaya başlamıştın.”

SAFİYE: “patates baskılı beyaz eteği hiç yıkamadım, hala saklıyorum.”

MELAHAT: “Okula ilk başladığım gün o eteği giyeceğim. Dur sevgilim Coşkun’u aramalıyım. Acaba onun sınav sonucu ne oldu? Çok merak ediyorum doğrusu…”
SAHNE 10: GECE VAKTİ – İÇ MEKAN – MELAHAT’İN YATAK ODASI

MELAHAT – NİK COŞKUN

Melahat hızla telefonun tuşlarına dokunur:

SAFİYE: “Alo Nik… Sevgilim, ben Meloş.”

NİK COŞKUN: “Ha sen miydin? Daha yeni uyumuş, renkli rüyalara dalmıştım. Ne var çılgın?”

MELAHAT: “Sınavdan ne haber, kazandın mı?”

NİK COŞKUN: “Hiç sorma yav, moralim zaten bozuk. Maalesef tutturamadım. Bu seneki sorular çok kazıktı. Zaten yeterince hazırlanamamıştım. İnşallah seneye birlikte dershaneye gider tekrar hazırlanırız.”

MELAHAT: “Bu hayatın tekrarı mekrarı yok. Ben bin numaralı öğrenciyim. Bileğimin hakkıyla Türkiye binincisi olmuşum…”

NİK COŞKUN: “Ne? İnanamıyorum. Keşke yüz numara olsaydın, yüzüne işerdim. Tuh ulen, bir inek öğrenci de bize rast gelmedi. Kopyacı Salak ne olacak!..”

MELAHAT: “Bana “salak”, dedin sanal kokoreç. Artık yollarımız burada ayrılıyor, birbirimize iki yabancı olmalıyız. Ne kadar zor olsa, ne kadar güç olsa da, her şeyi… Evet her şeyi, hiç yaşamamışçasına, tacizleri unutmalıyız. Sen düz lise öğrencisi, ben konservatuvarlı Melahat olacağım. Kendime konservatuvardan yepyeni bir arkadaş bulacağım ve seni çatır çatır çatlatacağım. Hadi sana by by… geri zekalı sanal kokoreç ne olacak!”

Bu söze çok bozulan Coşkun tehditkâr konuşur:

SAHNE 11: GECE VAKTİ – OKULUN BAHÇESİ
ÖĞRETMENLER - ÖĞRENCİLER – OKUL MÜDÜRÜ – ORKESTRA – ZEYNEP - MELAHAT
Okulun bahçesinde kokteyl için hazırlıklar tamamlanmış ve Üniversiteyi kazanan öğrencilerin velileri gecede buluşmuşlardı. Okul müdürü söz alır:

Okuldaki öğrenciler şaşkınlıkla birbirlerine söylenirken Melahat saçlarını yana savurur ve havalı havalı sallanarak sahneye mikrofona doğru yürür:


NİK COŞKUN: “Benden öyle kolay olay kurtulacağını mı sanıyorsun? Çılgınım benim, elimde gizli çektiğim erotik resimlerin var…”

MELAHAT: “Ne? Nasıl yani?”


OKUL MÜDÜRÜ: “Değerli öğrenciler ve öğrenci velilerimiz. Bu geceyi okulumuz lise son sınıfından mezun olup da sınavda başarılı olan öğrencilerimiz için düzenlemiş bulunuyoruz. Şimdi onlar adına bu şampanyayı patlatıyor ve bu kadehi kaldırıyorum. Şimdi huzurlarınıza en yüksek puanı alarak bizi önere eden bininci sıraya yerleşen kızımız süper zeki Melahat’i, sahneye davet ediyorum…”

MELAHAT: “Bu geceyi ben ve arkadaşlarım adına düzenleyen başta okul Müdürümüze, ardından bizleri yetiştiren ve bu günlere gelmemize neden olan değerli öğretmenlerimize, artı burada toplanan arkadaşlarım ve ailelerine çok teşekkür ederek konuşmama sıfırdan başlıyorum. Efendim şimdi sizlere duygusal bir konuşma metni hazırlamış bulunuyorum. Gözyaşlarınıza mani olamayacaksanız lütfen mendillerinizi, mendil yoksa masa üzerindeki kağıt peçeteleri hazırlayınız. Pastalar ve içecekler şirkettendir! ...”
Melahat mikrofonu eline arak konuşmasını sürdürür:


Arkadaki okul orkestrasına dönerek seslenir:

Orkestradaki keman çalan öğrenci alaycı bir ses tonuyla seslenir:

Melahat şarkıyı söyleyip sahneden indiğinde büyük bir alkış tufanı kopar. Okul Müdürü:

MELAHAT: “Kaç senelerimi tükettim; Bu okulun koridorlarında, kimse beni anlamadı, ya da anlamak istemedi. Birbirimize anlatacağımız onca şey varken; anlama-ma yı “ma” ekini hayatımızın önüne koyarak hislerimizi susturup, darağaçlarına asmadık mı? Bakışlarım yalnızlık prangalarında paslanırken, ellerimi müstehcen hayallere piyanomun tuşlarındaki diyez notalara daldırıyorum. Bir martının kanadında özgürlüğü yaşarken, ansızın kör bir kurşunla özgürlüğü elinden alınmış bir solistin çaresiz çırpınışlarıyla uçmaya çalışıyorum. Hazır olun arkadaşlar bir assolist doğuyor… Şimdi sizlere bir şarkı ile sözlerime veda etmek istiyorum…”

MELAHAT: “Fa dan girin lütfen! Kusura bakmayın provasız olacak…”


KEMANCI ÇOCUK: “Sen söyle söyle… Zaten kalabalıkta herkes içip içip zom olmuş durumda, bu gürültüde kimse seni dinlemez...”

SAFİYE: ”Dudaklarımda arzu, kollarımda yalnız ben, bana bakan bir çift göz, ben olayım sevgilim…”

OKUL MÜDÜRÜ: “Okulumuzun medarı iftiharı Melahat kızımıza huzurlarınızda bu şilti sunmak istiyorum. Buyurun bu bizden size küçük bir armağan. Gelecek okul hayatınızda şimdiden başarılarınızın devamını dilerim. Okul öğretmenlerin de seni sırayla tebrik etmek istiyorlar. Aferin hocalarımıza, Senin ve kazanan diğer arkadaşlarının bu günlere gelmesinde çok faydaları olduğuna inanıyorum. Kadromuz süper…”
Sırası ile bütün öğretmenler ve okul arkadaşları Melahat’ i tebrik edip ardından da soru yağmuruna tutmaya başlar. Herkes bu kadar yüksek puanı nasıl aldığına şaşırmış kalmışlardır. Melahat ser verir sır vermez. Sınıflarındaki kızlardan Zeynep yanına yaklaşır:


Yakışıklı çocuğu gören Melahat ellerini sevinçle şaklatır:

ZEYNEP: “Melahat ’cim tebrik ederim. Ay nasıl başardın bunu hayret ettim doğrusu. Dershane sınavlarında hep sonlardaydın?”

MELAHAT: “Ay hiç sormayın yanicim. Ben de nasıl becerdiğimi bir bilsem. Sorular oldukça kolay gibi geldi. Sınavda bana bir haller oldu ve Zihnim birden açıldı sanki. Kutucukları doldurdum işte!..”

ZEYNEP: “Hangi bölüme gitmek istiyorsun?”

MELAHAT: “Ön kayıtla İTÜ Türk Musikisi Konservatuvarı şan bölümünü istiyorum.”

ZEYNEP: “Ne dedin sen, ne dedin? Kızım sen kafayı mı yedin? O puan bende olsa burs alır, tıp filan okurdum.”

MELAHAT: “Tıp dediğin yedi senelik bir okul. Hadi kayıt yaptırdım diyelim, sonra tıpa gibi girer bana. Kan görmeye dayanamam. Dersleri anlayamam, Kafam basmaz benim öyle derslere filan. Ömrü billah mezun olamam valla billa!..”

ZEYNEP: “Madem öyle, gel böyle. Seni yakışıklı ağabeyimle tanıştırayım. O da İTÜ konservatuvar ikinci sınıf öğrencisi. Bak şu karşı masada oturan sarı şile gömlekli benim ağabeyim. Hadi gel…”

MELAHAT: “Ay ne tesadüfi. Sevgilimi de bugün şutlamıştım. Abin çok yakışıklıymış, hemen Ondan istifade etmeliyim!..”


SAHNE 12: GECE VAKTİ - OKULUN BAHÇESİ

TOLGA- MELAHAT - ZEYNEP


Tolga oturduğu sandalyeden ayağa kalkarak Melahat’e elini uzatır:

ZEYNEP: “Ağabeycim tanıştırayım, bak bu sınıf arkadaşım, Öss’de bininci olan Melahat. Senden okulun hakkında bilgi almak istiyor, siz konuşa durun ben hemen geliyorum.”

TOLGA: “Merhaba ben de Tolga. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

MELAHAT: “Zeynep sizin İTÜ’ de okuduğunuzu şey ettiydi de. Ben de aynı bölüme ön kayıt yaptırmak istiyorum. Sizden sınav hakkında biraz bilgi alabilir miyim acaba?”

TOLGA: “Tabi ki memnuniyetle. Buyurun şöyle masaya alalım sizi.”

MELAHAT: “Masaya oturamam, abiye elbisemin arkasında kocaman bir kurdele var. Kurdelem buruşur. Ayakta kalayım! ...”

TOLGA “Okey, siz nasıl isterseniz. Sınav iki aşamadan oluşuyor. İlki tek, çift, üç ses, ritim ve melodi hafızası. Jürideki hocalardan biri bana, ”sevdiğin bi şarkıyı söyler misin? ”diye sormuştu. Ben de Epica‘dan bi şey söylemiştim. Arya şart değil demişlerdi ya neyse. İlk sınav kolaydı bana göre, çünkü üç hoca vardı…”

MELAHAT: “Ay bi de bunun ikinci sınavı da mı var? Stresten gebermezsem iyi…”

TOLGA: “İkinci sınav insanı geriyor ve çok sinir bozucu. Dokuz şan hocası vardı jüride. Onlar zaten senin dikkatini dağıtmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar…”

Gözlerini fal taşı gibi açmış, pür dikkat Tolga’nın konuşmalarını dinler:

MELAHAT: “Ne yapmalıyım?

TOLGA: “Burada önemli olan bu tuzağa düşmemek. Arya sınavında çok gerilsen bile, önemli olan sesini göstermek ve dik durup şarkı söylemek. Kendine güvenli durmalısın, ezik görünürsen kafadan zaten 1-0 yenik oluyorsun. Deşifre ve Armonik sesi iyi kullanmalısın…”

MELAHAT: “Deşifre ve armonik sesi anlamadım? ”

TOLGA: “Deşifre, eline o anda verdikleri herhangi bir solfej veya bona parçalarını çözmek. İki veya daha çok sesin aynı anda kulağa hoş gelmesine armonik ses denir.“

MELAHAT: “Düz lise öğrencilerini biraz zor aldıkları söyleniyor, bu doğru mu? ”

TOLGA: “Düz lise filan bunlar seni korkutmasın. Ben de düz lise mezunuydum fakat 250 kişinin girdiği sınavı ki bunların yarısı Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi mezunuydu, 97.5 yetenek puanıyla birinci olarak kazandım. Tabi ÖSS' nin de etkisi yok değil. Söylemek istediğim Sınavdaki akıbetini, heyecan durumun belirliyor. Çünkü karşınızda profesyonel bir komisyon var. Heyecan yapmazsan, zafer senin olur. Düz lise giremez hurafesini de bir kenara bırak Allah aşkına...”

MELAHAT: “Tolga bey, sınavın konusu hakkında biraz daha yakınımdan özetler misin?”

TOLGA: “Konservatuar için Öss puanı birtakım hesaplarla, yetenek puanına ekleniyor. Sizin puanınız süper… Bu puan bende olsa Hacettepe okurdum.”

MELAHAT: “Bu sınavlarda torpil dönüyor mu? ”

Tolga başını öne arkaya sallar:

TOLGA: “Evet, maalesef dönüyor ama yeteneksiz bir insanız sizi sahnede kimse dinlemiyor. Eğer sen bir şeyi kalben istiyorsan ve doğru şekilde hazırlanmışsan, seni değil torpil, havai fişekler bile engelleyemez, o okul artık senin kaderin olmuştur.”

MELAHAT: “Ay biraz daha özetleyin ne olur. Sizden özel ders almak istiyorum...”

TOLGA: “Ha… Anladım, veririm. Bir kere girmek istediğin okulun havasını daha önce hiç teneffüs etmemiş olmak çok büyük bir eksiklik. O atmosferi önceden yaşayıp, o havaya kendinizi sokmanız ve 'ben buraya ait olucam, burayı çok seviyorum ve kazanmak icin tüm çabayı sarf edicem' demeniz gerekmektedir.”

MELAHAT: “Bana çıkma mı teklif ediyorsunuz?”

TOLGA: “İstersen yarın buluşup, sana okulumuzun bahçesinde suni teneffüs yaptırabilirim!..”

MELAHAT: “Ay hemen... Dur cep numaranı şu peçeteye yazayım. Kalem var mı? “

TOLGA: “Var fakat yazmaz. Aklında tutabilir misin? ”

MELAHAT: “Tutamam altıma filan kaçırırım. Ama dur bakayım, çantamda göz kalemim vardı, onunla yazayım. Sen de mi şanda okuyorsun?”

TOLGA: “Hayır güzelim, ben üflemelilerdenim…”

MELAHAT: “Şıh mı olacaksın?”

TOLGA: “Hayır saksafoncu!..”


SAHNE 13: İÇ MEKÂN – GÜNDÜZ VAKTİ – SALONDA KUYRUKLU BEYAZ PİYANO

RAŞİT HOCA – MELAHAT

Melahat Piyano hocası Raşit Bey’den özel ders almak üzere evin salonundadır:


Kel başlı, gözlüklü müzik hocası, kafasının iki yanındaki jöleli saçlarını eliyle düzeltir:

Raşit Hoca gözlüklerinin altından gülümseyerek bakar:

Melahat takma kirpiklerini titreştirir. Bu söz oldukça hoşuna gitmiştir:

MELAHAT: “Raşit hocam; yıllarca sizden piyano dersleri aldım. İki haftadır sınava hazırlanmam da çok emekleriniz geçti. Size hakkımı nasıl ödeyeceğim bilemiyorum?”

RAŞİT HOCA: “Musikişinas baban bana fazlasıyla ödüyor çocuğum. Sen yeter ki bu yavaş tempoyla çalışmaya gayret et. Piyanoyu on beş yılda az çok öğrendin. Ben de sayenizde yazlık evimi yaptırdım. Okulun merdivenlerini de ağır ağır çıkacaksın ki yorulup düşmeyesin.”

MELAHAT: “İyi ki varsın hocam. Sözlerinle bana moral dopingliyorsun. Bazı sanatçılar tek şarkıyla şöhret olup, sonra da buharlaşıp, kaybolup gidiyorlar. Fakat hocam, hadi ben konservatuvara girdim diyelim; Okulu yavaş yavaş bitirirsem yaşım ilerler, “kırkından sonra şarkı söyleyeni teneşir paklar...” diye bir laf duymuştum. Ben yaşıtım genç jenerasyona TSM hitap edip, onları avucumun içinde hissetmek istiyorum…”

RAŞİT HOCA: “Senin temeli, sağlam attık çocuğum. Korkma dokuz şiddetinde deprem dahi olsa seni sarsamaz… Fi 24 nervür demirli, Radyejenaral temel gibisin sen…”

MELAHAT: “Genç, pazılı delikanlılar benim için yanıp tutuşsun, kül bulutu haline gelsinler istiyorum…”

Raşit Hoca sersemlemiştir. “Konuyla ne alaka?” der gibi şaşkın bakışlarla dinler:

Melahat çocuklar gibi sevinir. İki elinin avuç içini birbirine vurur:

RAŞİT HOCA: “İste kızım iste… Allah ne muradın varsa verir elbette…”

MELAHAT: “Filtreden geçmiş rötuşlu posterlerim, erkeklerin yatak odalarının duvarlarını süslesin, beni hayal ederek ve güzel sesimi dinleyerek kendilerini tatmin etsinler istiyorum. Sizce ben çok şey mi istiyorum hocam?”

RAŞİT HOCA: “Hiç de çok değil. Gayet basit, masumane istek bunlar…”

MELAHAT: “Ayrıca konservatuvardaki bazı jüri hocalarının, senin sınıf arkadaşların olduğunu söylemiştin. Söyle de araya torpil soksunlar…”

RAŞİT HOCA: “Senin torpile ihtiyacın yok kızım, Senin morale ihtiyacın var... Sen ki aslanlar gibi Öss barajından taşmış, bir toplumun süper euro dizel bireyisin. Melahat'cım doğru insanlarla çalışmak da, doğru çalışma şeklinin bir parçasıdır. Kazanmak istediğin okulla ilgili gerekli olan tüyoları sana vereceğim. Böylelikle avantaj sağlayabilirsin…”

RAŞİT HOCA: “Jüri başkanı okul müdürü ihtiyar kurt, benim sınıf arkadaşımdır. File çorap giyen kızlara bayılır. Sınav günü file çorap giy, arada bir eteğini yellendir. Jüri başkanını etkilersen gerisi kolaydır. Eğer şan bölümüne gireceksen, sesinin her daim çalışması gerekmektedir. Şan yabancı lisan gibidir, nankördür. Şarkı söylemeyi bırakırsan o da seni bırakır. Şimdi sana piyano çalışırken öğrettiğim aryalardan en iyi söylediğin bir tanesini seç, sindire sindire ve düzenli bir şekilde çalış. Detone olsan bile kimse anlamayacaktır. Sakın yerli şarkı söyleme. Bu bilgileri hafızana kayıt et, senin açından yararlı olacaktır…”

Melahat ayağa kalkıp bir arya okumaya başlar. Raşit hoca kulaklarını tıkamak istese de alacağı paraya bakar, onu ayakta alkışlar:


Raşit hoca parmağını havada olumsuz sallar:

Melahat hocanın kulağına eğilir ve kısık ses tonuyla:

RAŞİT HOCA: “Bravvo… Bravvo… İşte bu…”

MELAHAT: “Ardından, “Benzemez kimse bana...” şarkısını da patlatsam olur mu hocam?”

RAŞİT HOCA: “Sınavları bir kazan, o şarkıyı bol bol söylersin!..”

MELAHAT: “Ay benim düzene girmez bir yapım var. Sıkıldım ders çalışmaktan hocam ya... Sağlığım ve uyku düzenim sarsıldı bu iki aşamalı sınav yüzünden…”

RAŞİT HOCA: “Beslenmene ve uyku düzenine dikkat etmelisin. Doktorunuzdan vitamin destekli ilaç yazdırabilirsin, seni dinç tutar…”

MELAHAT: “Benim durumum nasıl? Siz jüride olsanız beni sokar mıydınız?”

RAŞİT HOCA: “Küçüklüğünü bilmesem sokardım. Özel ders verdiğim öğrencilerime hiç kötü gözle bakmadım. Çok güzel bir kızsın, biraz ses açıcı sprey kullan ve detone olmadan şanını yükselt. Hiç bir şeyin moralini etkilemesine izin verme. Eğer sen, pozitif düşüncelerle sınava girersen, herkesten bir adım önde olursun…”

MELAHAT: “Son günlerde motivasyonumu bozan, bir tek tekil şahıs var hocam.”

RAŞİT HOCA: “Kimmiş O tekil şahıs?”

MELAHAT: “Aramızda sır olarak kalsın. Bizim liseden, Nik Coşkun. Kendisi sınavı kazanamayınca, onu terk ettim diye bana düşman kesildi. Beni ölümle tehdit ediyor…”

Raşit Hoca meraklı bakışlarını Melahat’in üstünde gezdirdi:

Kısa bir süre suskunlukla birbirlerini süzerler. Melahat titreme nöbeti geçirir:

RAŞİT HOCA: “İyi tanıyorum. Aman evladım ikinizde delikanlı çağındasınız. Böyle insanlardan uzak durmalısın…”

MELAHAT: “Zırt pırt telefon açıp bana küfrediyor. Ayrıca, çok kıskanç bir yapıda. “Sadece bana şarkı söyleyeceksin, söylemezsen; Seni öldürüp, etlerinden konserve yapacağım... Konservatuvarlı konserve Melahat olacaksın...” diye tehdit ediyor.

RAŞİT HOCA: “Aman kızım nerden bulaştın O psikopat çocuğa? Babası da mafyadır ve çok tehlikelidir. Babası yıllarca adam öldürmekten hapiste yattı. Anası da kadın satıcısı. Para çok olunca, mecburen özel okulda okutuyorlar. Devletin öğretmeni takar mı bunları, yaramazlık yaptı mı basar kalayı ve çalışmazsa sınıfta bırakırlar…”

RAŞİT HOCA: “Bu Coşkun denen ruh hastası çocuk, yedi yıl evvel de bir arkadaşıyla oyun oynarken kavga etmişler ve arkadaşının kulağını koparmıştı. Babası azarlayacağı yerde oğluna; “Benim aslan oğlum, babası gibi gözü kara olacak bu çocuk...”, diye başını okşamıştı. Karşı tarafa kan parası ödediler de kulağı kopan çocuğun ailesi korkularından şikayetçi olmadılar. Lisede Matematik dersi yazılısından sıfır almış. Matematikçi Haşim Bey sınıfta bunu alay konusu yaptı diye öğretmenler tuvaletinde kıstırmış, az daha bıçaklayacaktı. Sustalı bıçağı elinden zor aldım. Haşim beyin tazı gibi bir kaçışı vardı ki göreceksin! Ben ona da küçüklüğünden beri piyano dersi veriyorum. Bütün aile içi meselelerini iyi bilirim...”

MELAHAT: “Oh... Mein good. Ya söylediği gibi beni konserve yapmaya kalkarsa, sonra ben ne yaparım hocam?”

SAHNE 14: GÜNDÜZ VAKTİ – KONSERVATUAR SINAV BEKLEME SALONU

TOLGA – MELAHAT – GENÇKAN - SINAVA GİRECEK ÖĞRENCİLER

Nihayetinde o büyük sınav günü gelip çatmıştı. Yetenek sınavları en az ki aşamalı olduğundan, önünde bir anda pat diye geçilemeyecek olan bir süreç vardı. Sınav salonuna Tolga ile birlikte saatler öncesinde gitmişlerdi:

Melahat çevresindeki erkeklere pozitif gülümsemeye başlayınca yanına bir genç yaklaşır, elini uzatır:

Melahat naz yapar uzanan eli toka yapmaz:

TOLGA: “Sakın heyecanlanma, sesine konsantre olmaya çalış!..'

MELAHAT: “Ay şu çevremdeki sınava girecek insanları gördükçe çok etkileniyorum. Aletini eline alan gelmiş! Sesim mideme kaçıyo, mide spazmı geçirmek üzereyim. Kutuma gitmek istiyorum!..”

TOLGA: “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü… Burası yarışma salonu değil canım. İsterse sınava bin kişi girsin. Sen bakma çevrendekilere ve çok fazla ilgilenme. Sadece pozitif bir şekilde etrafa gülümse!.. Ben bir lavaboya gidip geliyorum. Bir yere kaybolma!..”

GENÇKAN: “Merhaba fıstık, ben Gençkan, siz de mi sınava gireceksiniz?”

MELAHAT: “Hayır canım, burada hızlı tramvay bekliyorum, e herıld yani!.. Benim adım da Melahat.”

GENÇKAN: “Hangi bölüm istiyorsunuz?”

MELAHAT: “Şan bölümü ya siz?”


Bu sırada lavabodan gelen Tolga, Melahat’in bir çocukla konuştuğunu görünce bozulur.


Tolga söze girer:

Melahat üzerindeki kıyafetini gösterir:

Bu sırada Melahat Kıllıgöbek’in ismi okunur. Melahat ismini duyunca heyecanlanır:

GENÇKAN: “Ben de şan istiyorum. Orkestramla düğün salonlarında şarkı söylüyorum. Ses rengimi Tarkan'a çok benzetirler. Sevdiğin bi şarkı varsa söyleyeyim?”

TOLGA: “Bize kendini kanıtlamana gerek yok aslanım. Jüri içerde, sınava girince Onlara söylersin. Şarkı söyleyerek kız arkadaşımın konsantresini dağıtmayın lütfen!..”

GENÇKAN: “Ha sevgiliniz mi? Pardon, bana gülümsemişti de ben yanlış anlamışım. Size başarılar dilerim...”

TOLGA: “Artık telaş etmene lüzum yok canım. Şu elindeki notlarına ve notalarına göz atmayı kes artık. Onlar zaten kafanda var, telaşa kapılmayı bırak!..”

MELAHAT: “Kıyafetim nasıl olmuş sevgilim, istediğin gibi giyinmiş miyim?”

TOLGA: “Hem seçeceğin mesleğe, hem de jürideki değerli sanatçılara saygılı bir kıyafet giymişsin tebrikler. Fakat çorapların çok ağdalı duruyor, ayakkabıların da ninemden kalma, mantar topuk!.. Yine de sen iyisin. Kot pantolonla sınava girip, arka cebinden katlanmış bir Şekilde nota çıkaranları gördüm. Onlar boşuna girmesin, kazanamazlar. Güzel taranmış saçlar, hafif bir makyaj, juri karşısında artı puandır…”

MELAHAT: “Benim ismim okundu sanırsam. İçeri girmem lazım…”

TOLGA: “Evet ismin okundu da soyadın Güzelses değil miydi?”

SAHNE: 15 GÜNDÜZ VAKTİ – SINAV SALONU

BEŞ KİŞİLİK JÜRİ – MELAHAT

Melahat şık bir döpiyes ve file çoraplarına giydiği sivri pabuçlarla jüri karşısına bir assolist edasıyla emin adımlarla çıktı. Jüri başkanı sordu:

Bakışlarını özellikle Jüri başkanı üzerine yoğunlaştırır. Arada bir eteğini yellendirerek file çoraplarını göstermeyi ihmal etmez. Seksi pozları ile jüri başkanını kendine çekmeyi başarır:

Bayan jürilerden biri Melahat’in özgeçmişini inceler:

JÜRİ BAŞKANI: “Adınız?”

MELAHAT: “Melahat Güzelses, efendim…”

JÜRİ BAŞKANI: “Fakat başvuru formunda isminiz Melahat Kıllıgöbek yazıyor?”

MELAHAT: “Melahat Güzelses benim sahne ismim efendim… Babamın sahne soyadını taşıyorum. Abidin Güzelses, babam olurlar da… On sekizime yeni girdim. Yakında soyadımı mahkeme kararıyla da değiştireceğim. Düşünsenize, ben bir assolist oldum afişlerimde KILLIGÖBEK yazıyor. Hiç müşteri gelmez… Haksız mıyım yanicim?”


JÜRİ BAŞKANI: “Zaten birçok sanatçının yaptığı gibi… Doğru düşünmüşsün.”


BAYAN JÜRİ: “Maşallah şimdiden sahnelere hazırlanmaya başlamışsınız. Çok dik ve asil bir duruşunuzla göz dolduruyorsunuz. Elbisenizin aynısından bana yıllar evvel Canan Yaka dikmişti. Genç kızlığımı hatırlattınız... Öss sınavında çok yüksek puan almışsınız. Bu puanla bütün Üniversitelerin kapısı açıkken neden Konservatuvar?”

MELAHAT: “Ben musikisiz yaşayamam... Küçüklüğümden beri saç fırçasını mikrofon yapar şarkı söylerim…”

Piyanonun başına geçen jürideki erkek hocalardan biri tek tuşa basar:

Detone sesiyle piyanodaki sesleri tekrarlar. Jüri başkanı Melahat'in seksi bakışları karşısında eriyip tükenmiştir sanki. Sesine aldırmadan:

Bayan hoca ellerini çırparak ritm vermeye başlar:

Bu sırada Jüri başkanı söze girer:

Jüri oybirliği ile tebessüm eder. jüri başkanı seslenir:

Melahat sevinçten ne yapacağını şaşırır. Jüri başkanının yanına koşarak gider:

Jüri başkanı gözlerini kapatıp, dudağını uzatır:

Melahat Jüridekileri tek tek yanaklarından öpmeye başlar. Assolist tarzıyla salına salına odadan çıkar.

PİYANİST JÜRİ: “Bana bu sesten bir (u) ver bakalım, kulak nasılmış görelim…”

MELAHAT: “Uuuuuuuuuuuuuuuuuu...”

JÜRİ BAŞKANI: “Çok güzel uluyor… Tıpkı dişi kurt Asena'yı çağrıştırıyor... Hocam şimdi de ayni anda birden fazla sese bas. Sizin bunları pesten tize doğru vermenizi isteyeceğim. Kızımız ulusun…”

MELAHAT: “Ay çok basit, tıpkı Amerikan bilardo toplarının birden çok topa vuruş sesleri gibi.”

JÜRİ BAŞKANI: “Evet bravo, çok güzel...”

BAYAN JÜRİ: “Lütfen tekrarlayın!..”

JÜRİ BAŞKANI: “ÖSS Puanı çok yüksek, sanatçı olmasa da yanımda asistanım olur. Bu güzel bayan yetenek sınavını geçemezse vallahi millet bizi defe koyar çalar ve gazeteye kapak oluruz…”

JÜRİ BAŞKANI: “Her iki barajı da geçtiniz. Sizi şimdiden tebrik ediyorum. Okulumuza hoş geldiniz güzel bayan...”

MELAHAT: “Ay sizleri öpebilir miyim?”

JÜRİ BAŞKANI: “Öp kızım öp… Öpen dudakların dert görmesin…”


SAHNE 16: İÇ MEKÂN – GÜNDÜZ VAKTİ

TOLGA - MELAHAT

Jüri odasından dışarı çıkan Melahat iki elini açarak Tolga’ya koşar adım yaklaşır ve ona sarılır:


Melahat tuvaletten çıkınca, Tolga ile birlikte bir otobüse binerek evlerinin yolunu tutarlar.

SAHNE 17: İÇ MEKÂN – GÜNDÜZ VAKTİ – KONSERVATUAR

TOLGA – MELAHAT – ÖĞRENCİ GENÇ KIZ

Artık okul hayatı başlamıştır. Melahat yavaş yavaş okuluna ve arkadaşlarına uyum sağlamaya çalışır. Teneffüslerden birinde;

Melahat tam klozete oturmuştu ki yan kabinden bir kızın sesi gelir:

Kendisini tanıyan birisi olduğunu zanneder Melahat. Oturduğu klozetten cevap verir:

Şaşkın bir vaziyette kekeler:

Yan kabindeki ses yükselir:

MELAHAT: “Kazandım, kazandımmm… şimdi acele kutuma gitmek istiyorum!..”

TOLGA: “Ne kutusundan bahsediyorsun sevgilim?”

MELAHAT: “Makyajım aktı, kutumdan rimel almalıyım …”

MELAHAT: “Bekle beni hayatım çok sıkıştım, bi alo deyip geleyim!..”

GENÇ KIZ: “Merhaba canım nasılsın?”

MELAHAT: “ İyiyim canım sen nasılsın?”

GENÇ KIZ: “Ne yapıyorsun?”

MELAHAT: “Şe… şe…şey… Kanatlı orkidimin kanatlarını yolmuyorum heralde. Sen ne yapıyorsan aynısını yapıyorum…”

GENÇ KIZ: “Alo sevgilim, telefonu kapatıyorum. Yan tuvalette geri zekalı biri var, sana sorduğum sorulara cevap verip duruyo... Ben seni sonra ararım. Bay bay şeker...”

Melahat şaşkınlıkla ne yapacağını şaşırır ve klozetin zincirini hışımla asılır. Kabinden dışarı çıkar. Kızlar tuvaletinde dudağına ruj süren Melahat, aynayı yavaşca öper. Aynayı temizlemekten bıkan hademe Hademe Hanım bunu görür, elindeki fırçayı tuvalet deliğine daldırıp güzelce bir siler:


Yan kabinden çıkan kızın aynayı öptüğünü görür, kıkır kıkır güler. Koridora kendisini bekleyen Tolga' ya doğru koşar.

SAHNE 18: DERS SINIFI – GÜNDÜZ VAKTİ

MELAHAT – ÖĞRETMEN - ÖĞRENCİLER

Okulun ilk günü Melahat elinde müzik aleti gitarı ile sınıftan içeri girer. Müzik aletini yan tarafa bırakıp boş sıralardan birine oturur. Öğretmen sınıfa girince öğrenciler ayağa kalkarlar:


Öğrenciler sırasıyla kendilerini tanıtırlar. Sıra Melahat’e gelmiştir:


Melahat başlar şarkı söylemeye.

HADEME HANIM: “Vallahi usandım sizin aynadaki ruj izlerinizi çıkarmaktan ya... Hadi şimdi öpün de görelik!..”

MELAHAT: “Ay Hademe hanım sadece ben mi öpüyorum? Gelen klozet kapağına sıçıyor, biz bir şey diyor muyuz?”


ÖĞRETMEN: “Oturun çocuklar. Bundan sonra derslerinize ben gireceğim. Bu okula girmek öyle kolay değil. Belli ki hepiniz çok yeteneklisiniz… Herkes sırasıyla ayağa kalkıp kendini tanıtsın…”

MELAHAT: “Ben Melahat Güzelses. Soyadım kimlikte Kıllıgöbek olsa da, bana Güzelses diyebilirsiniz hotcam…”

ÖĞRETMEN: “Sesiniz güzel olmalı. Bir şarkı söyler misiniz?”

MELAHAT: “Size “Kahır Mektubu” şarkısını söylemek istiyorum bülbül sesimden…”

MELAHAT: “Ne zaman iki satır yazmaya kalksam… Hep beni, hep beni, hep beni yazıyo… rum…”

Öğretmen eliyle işaret ederek şarkıyı kesmesini söyler:


Melahat başını öne arkaya sallar:


Kız öğrencilerden Perihan, iki eliyle kulaklarını tıkamış, söylenir:

Sınıftaki diğer öğrenciler kahkaha atarak bu söze gülerler. Öğretmen kaşlarını çatar:

Ders zili çalar. Çıkışta kapıda Tolga Melahat’i beklemektedir. Dilinde bir şarkı vardır:

Bu söze Tolga kahkaha atarak güler. Elini Melahat”in beline dolar:


ÖĞRETMEN: “Bu şarkı kırk beş dakika ve çok uzun, söylemeye kalkarsan diğer derste de bu şarkıyı dinlemek zorunda kalırız. Daha kısa bir şarkı söyle…”

MELAHAT: ”Olur hotcam, size daha minnacık bir şarkı okuyayım.”

MELAHAT: “Benzemez kimse bana, tavrıma hayran olayım…”

PERİHAN: “Sen şan bölümüne değil zurna bölümüne gitmelisin. Zurnada peşrev olmaz güzelim…”

ÖĞRETMEN: “Sizin bu yaptığınıza ayıp derler. Öğrencimiz okula daha yeni başladı, sesini terbiye edeceğiz. Dört yol sonra göreceksiniz bülbül gibi şakıyacak…”

TOLGA: “Seni seviyorum, anlıyor musun?”
MELAHAT: “Ay ne güzel... Seninle beraber, beni seven iki kişi olduk. Ben de kendimi çok seviyorum!..”
TOLGA: “Kendini beğenmiş. Nasıl gidiyor, okula ve sınıfına alışabildin mi?”
MELAHAT: “Eh, alıştım sayılır. Bugün derste bir “Kahır Mektubu” okudum. Eser yaklaşık kırk beş dakika sürüyordu. Fakat hoca ilk dakikasında; “Bu kadar yeter, mektubu anlayan anlamıştır. Bir ders saatini, senin şarkınla geçiremez postacı, daha sırada bir çok mektup var!..”, diyerek şarkımın içine sıçtı…”
TOLGA: “Sınıftaki kıskanç kızlar belli ki seni çekemiyorlar. Aldırma…”
Melahat kafasını sağa sola sallar. Bakışlarını tolganın gözlerinin içine diker:

MELAHAT: “Hele bir tanesi var ki Perihan isminde, çok kıl oluyorum abi. Sesinin benim sesimden daha güzel olduğu hipotezini, ortalığa yaygara yapıyor. Olabilir renk meselesi bu. Her sesin rengi farklı farklı yapıdadır. Benim sesim Havai kırmızısı, Onun sesi Afrika yerlilerinin tam tam seslerine benziyor. Hem ben Ondan daha güzelim, Onun hipotezlerini çürütmek için uğraş veriyorum...”

TOLGA: “Ha şu bizim Perihan. Geçen yıldan tanıyorum. Barlarda gece yarılarına kadar şarkı söylemekten, okula devamsızlıktan sınıfta çaktı. Boş ver uğraşma onunla, beladır...”

MELAHAT: “Of çok sıkıldım bugün, okul bahçesinde biraz oturup enstrüman çalayım. Belki parsayı toplarız, sana kaşarlı tost ısmarlarım!..”

TOLGA: “Hayatımı oyulmuş bir ağaç dalı, sihirli bir çubuğa çevirdin sevgilim. Ne olacak benim bu halim. Çektiklerim vebalim ah vebalim...”

MELAHAT: “Ben neyini üflemek istiyorum, bana öğretir misin?”

TOLGA: “Neyim sınıfta kaldı. Akşam çıkışta öğretirim!..”

MELAHAT: “Bazen düşünüyorum da bir orkestrada bir enstrüman çalmak çok vakit alıyor mu? Yani bir devlet memuru gibi belli mesai saatleri var mı acaba? Bir erkek çalgıcı saksafon veya ney üflerken neler hissediyor acaba? Hep bunu merak eder dururum.”

TOLGA: “Nerden çıkarıyorsun böyle saçma sapan soruları bilmem ki. Senin de aklın başka şeylere çalışıyor.”

Bu söze biraz bozulur Melahat. Kaşlarını çatarak bakışlarını Tolga’nın üstüne diker:

Melahat koşturarak sınıfa girer. Hoca Abdulselim Bey sinirli bir şekilde seslenir:

MELAHAT: “Neyini üflerken ne hissediyorsun?”

TOLGA: “Ben üflemeli aletimi çalarken kendimi bir deniz kıyısında hissediyorum. Aletimden çıkan büyülü melodileri, dalgalara ve martılara üflüyorum sanki...”

MELAHAT: “Okulunu çabuk bitir aşkım. Seni büyük bir orkestrada aletini üflerken izlemek istiyorum…”

TOLGA: “Mezun olunca hop diye orkestraya alacaklar mı bakalım? Torpilin, tanıdığın yoksa orkestraya girmem çok zor. Zaten Türkiye' de adam gibi orkestra sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Hadi orkestraya da girdik diyelim, günde birkaç saat kendi özel provan, o biter orkestra genel provası, o biter araya giren başka konserler varsa onların provası.... Devlet memurundan beter olursun. Hiç olmazsa memurlar sekiz saat çalışıyorlar... Bu da yetmez konser ücretlerini zamanında alamazsın, zaten kadrolu değilsen insafa kalmış, çağırırsa gidersin yoksa kalırsın dımdızlak ortada...”

MELAHAT: “Zil çaldı, çabuk gitmeliyim, yoksa derse geç kalacağım. Okul çıkışı kapıda bekle beni, birlikte Taksim yaparız...”

ABDÜLSELİM BEY: “Melahat hanımefendi yine dersime geç kaldınız. Ceza olarak tek ayak üstü, Acemaşiran bir eser seslendirmenizi rica edeceğim!..”

MELAHAT: “Hocam Acemaşiran makamını unuttum, Bayati makamından söylesem olmaz mı?”

Bu sırada sınıftaki güzel sesli Perihan acemaşiran bir şarkı söylemeye başlar:

Sınıftaki öğrenciler kahkaha atarak kulaklarını tıkamışlardır. Melahat cırtlak sesiyle bangır bangır bağırmaya devam eder. Hoca Abdulselim Bey, elindeki çubuğu tahtaya vurur. Herkes sesini keser:


sınıftaki öğreniler kahkahalarla gülmeye başlar. Öğrencilerden Timur söze girer:

Sınıf kahkahalar atmaya başlar:

Erkek öğrenciler hep bir ağızdan:

Hoca elindeki çubuğu masaya vurur:


PERİHAN: “Kime Halim Diyeyim, kime Şekvâ Edeyim...”

ABDÜLSELİM HOCA: “Kopya vermek yok, Melahat söyleyecek. Tamam Bayati bir şarkı söyle o zaman…”

MELAHAT: “Gül yüzlülerin şehvetine gel, üfleyelim ney aman aman…”

ABDULSELİM BEY: “Bu şarkının bestekarı ve güftekârı duymasın. Katline vacip olundu bu şarkı, sayenizde!.. Bundan sonra sınıfa istediğin zaman gelebilirsiniz Melahat hanım. Valla Size ceza, bize eza oluyor.”

TİMUR: “Melahat arkadaşım yeni bestelerim var, sana bunları sırası ile özel olarak dinletmek isterim. Çıkaracağın ilk vokal destekli albümünde benim eserlere de yer verirseniz çok memnun olurum...”

PERİHAN: “Hatta ben de size vokal yapabilirim!..”

MELAHAT: “E... Boş bir vaktimde eserlerinize bakarım. Tabi neden olmasın ki. Daha önce bestelerin başka ünlülerin albümlerinde yer aldı mıydı? Ayrıca Perihan'cım senin sesini de vokal yapmaya uygun bulmadım. Erkek vokal arıyorum…”

ERKEK ÖĞRENCİLERDEN PASTACI MÜŞFİK: “Biz sana vokal oluruz…”

ABDÜLSELİM HOCA: “Kesin şamatayı!..”

Okuldan çıkıp Tolga ile birlikte Taksim'de dolaşırlarken birden arkalarından sessizce yanaşan Taksiyi fark eder ve aracı süren Coşkun'la göz göze gelirler. Coşkun'un kendisine pis pis sırıtmasından rahatsız olur Melahat. Tolga’ya bakışlarını diker:


Melahat belediye otobüsüne binerek oradan uzaklaşır.

SAHNE 19: DIŞ CEPHE – EVLERİNİN ÖNÜ

COŞKUN – MELAHAT - SAFİYE

Otobüsten evin önünde inen Melahat, hızlı bir şekilde bahçe kapısına yönelir. Arkasına baktığında yeniden Coşkun'u taksisinin içinde görür. Elinde bir sustalı ile 'senin gırtlağını keseceğim' işareti yapmaktadır. Korku ve panik içerisinde kapıyı açar ve içeri girer. Annesi ile karşılaşır:


MELAHAT: “Sevgilim ben buradan Belediye otobüsüne binip eve gitmek istiyorum. Karnıma ağrılar girdi.”

TOLGA: “Tamam sevgilim nasıl istersen. Yarın Cumartesi, buluşalım mı?”

MELAHAT: “Evet yarın öğleden sonra 13.00' da Hayal Kahvesi’nde buluşalım. Bana müsaade, sana rast gelsin...”

MELAHAT: “Ay korkudan az daha altıma işiyordum. Anne dolapta Ice Tea var mı?”

SAFİYE: “O dediğin de neymiş kızım? Türkçe konuş, dediğinden bi şey anlamıyom.”

MELAHAT: “Ay anne sen de çok cahilsin ya... Soğuk çay var mı? dedim.”

SAFİYE: “Baban beni küçük yaşta kaçırınca az okudum, cahil kaldım evladım. Kahvaltıda içtiğimiz çayı biraz önce çöpe dökmüştüm, soğuk çay içeceğini bilseydim dolapta soğuturdum!..”

Melahat dolabın kapağını açar:

Safiye üç beş adım atıldıktan sonra arkadan sessiz bi şekilde ellerini açıp dua eder:


Melahat odasındaki yatağa uzanmış, kulaklığını takmış müzik dinlemektedir.

MELAHAT: ”Ay anne, geçen gün marketten almıştım ya hani teneke kutu içecekler vardı, işte o kutuları soruyorum. Yerlerinde yeller esiyor?”

SAFİYE: “Kızım ne bileyim o kutuların içinde çay olduğunu. Ben onları limonata niyetine içtim!.. Hem aç ağzını bakim, yine senin ağzın izmarit kokuyor. “İçme şu zıkkımı” diye sana kaç kez söyledim, odanın havası bozuluyo!..”

MELAHAT: “Korkudan iki fırt çektim. Sigara kokusunu kendine çeken yeni klimalar çıkmış, babama söyle de ondan taktıralım. Valla dalgınlıkla olmuş yea içmem bi daha söz!.. Hem şan hocamız da söyledi, sigara ses tellerimize de zarar veriyormuş, tamamen bırakmayı düşünüyorum. Düşünüyorum da sigarayı bıraktıktan sonra, fındık fıstık yemekten şişmanlarım korkusu oluşuyo...”

SAFİYE: “Naha sana beddua ediyom. Bırakmazsan üvertir olarak kalasın kızım.”

MELAHAT: “Beddua etme anne ya! Annelerin bedduası tutarmış bak...”

SAFİYE: “Tutsun diye ediyorum zaten!..”

SAFİYE: “Az önce şaka yapıyodum Allah’ım, beddua etmek istemedim ben! Sen affet yarabbim, kızım assolist olsun!..”

Sahne 20: GÜNDÜZ VAKTİ – SALONDAKİ YEMEK MASASI

SAFİYE – ABİDİN - MELAHAT

Konuşmaları mutfaktan duyan Safiye çayları getirir masaya bırakır. Kahvaltıda kuş sütü eksiktir:


Bakışlarını babasının üstünde gezdirir:

ABİDİN: “Bugün tatil, ne yapmayı düşünüyorsun kızım? Birlikte AVM ye alışverişe gidelim mi?”

MELAHAT: “Bugün randevum var. Doluyum babişkom. Arkadaşımla buluşacağız, ders çalışacağız…”

SAFİYE: “Yine nereye gidiyorsun kızım?”

MELAHAT: “Arkadaşım Tolga ile Taksim'de Hayal Kahvesi' ne ders çalışmaya...”

SAFİYE; “Coşkun' a ne oldu?”

ABİDİN: “Kızım kahvede ders mi çalışır, gidin kütüphanede çalışın! Ne ders çalışmasıymış bu? Zaten tüm sınıf iyi notlar almış, sen batmışın yine…”

MELAHAT: “Teker teker gelin üstüme ya. Evet Nik Coşkun’u bıraktım. Sanal Kokoreç’in teki o çocuk. Düz lise mezunu. Psikopatın teki çıktı… Tolga ise konservatuvarlı…”

“Ya Babişko sana derslerimin kötü olduğunu kim söyledi?”

ABİDİN: “Piyano hocan Raşit söyledi. Sabah yolda gördüm O anlattı. “Tekrar özel ders vereyim mi?” diye soruyor…”

MELAHAT: “Raşit hocanın çatı katı yarım kaldı. Ondan hakkımda müzevirlik ediyor. Sınıftaki arkadaşlar kopya çekiyor. Ben “günahtır, yapmayın” dedim kopya çekmedim. Onlar kopya çakarak başarılı oldular.“

Safiye eliyle Melahat’ın kafasına vurur:

SAFİYE: “Hayda... Atilla Mayda... Kızım herkes kopya çekmiş de bi enayi sen mi varsın? Hem bu Tolga denen çocuk da kimin nesi?”

MELAHAT: “İlişkimiz çok ciddi boyutlarda sürükleniyor...”

ABİDİN: “İşi var mı işi? Annesi babası ne iş yapar, nereliler? Yanına yakışır mı, kaç çocuk ister, büyüklerine karşı saygılı mıdır, züppe midir, sen kaçıncı sevgilisisin, evlenme teklifi etti mi, durumları nasıl, kültürlü mü?”

SAFİYE: “Kızım sen daha okuyup assolist olacaksın. Sakın şimdiden evleneyim filan deme bak!.. Sonra sahnede her şeyine burnunu sokar göreceksin, demedi deme!..”

MELAHAT: “Benden bir üst sınıfta üflemelilerde okuyor anne. Çok yakışıklı br çocuk ve okul bitince evleneceğimizi söylüyor. “Ben assolist olmadan evlenmem!..” diye ön şart koştum. Sahnede giyeceğim kıyafetlere ve erkek hayranlarıma öpücük vermeme, selfi çektirmeme asla karışmayacağına dair söz verdi…”

SAFİYE: “Ay kızım… sen kesin işe yaramazın birini bulmuşsundur yine. Yok olmaz bu iş. Evlenip çoluk çocuğa karışmana, mutsuz bir yuva kurmana kesinlikle izin vermiyorum. Halil gibi varlıklı bir ailenin çocuğunu dep, ne olduğu belirsiz biriyle evlenmeye kalkış. Ay sen benim yüreğime indireceksin...”

MELAHAT: “Neyi indireceğim?”


Safiye oturduğu koltukta bayılma numarası yapar. İki elini yana açar gözlerini kapatır:

Melahat koşarak mutfağa girer, eline aldığı bir soğanı ikiye bölüp solona annesinin yanına gelir, burnuna koklatır:

SAHNE 21: OKUL BAHÇESİ- GÜNDÜZ VAKTİ

TOLGA – MELAHAT

SAFİYE: “Ay bayılıyorum… Soğuk kan dolaşımı oluştu bende... Yarın doktora gideyim de yüreğimin filmini çektireyim. Sen benim kalp kapakçıklarımla oyun oynuyorsun. Başrollerde ben ve kalbim. Bak senin evlenip ilerde acı çekmeni istemiyorum. Oku, assolist ol ve hayranlarınla mutlu yaşa kızım. Dünyanın her yerinde konserler ver. Ben de sayende dünya gözüyle dünyayı gezip, görmek istiyorum!..”

MELAHAT: “Tamam, senin dediğin olsun, aç gözünü anne…”

MELAHAT: “Ay Öss'yi kazanayım rahatlıcam derken, şimdi de şu okul bir bitsin rahatlıyacam moduna girdim sevgilim.”

TOLGA: “Gel bugün okul çıkışı seni stüdyoya götüreyim. Sizin sınıftan Perihan'ın albüm çalışması var, Ona ney üflüyorum…”

MELAHAT: “Ne? Beni Perihan'la mı aldatıyorsun yoksa? Vay hödük kız vay... Bir de benim vokalim olmaya niyetlenmişti. Demek ki benden evvel, gizliden gizliye kaset çalışmalarına başlamış. Sesi de güzel olsa bari, hıh koca göğüslü rüküş şey!..”

TOLGA: ”Kimse senin eline su dökemez. Sadece okul masraflarımı karşılamak için stüdyoda sanatçılara üflüyorum.”

Melahat meraklı bakışlarını Tolga’nın üstünde gezdirir:

Bu söz Melahat’in hoşuna gider, kirpiklerini titreştirir. Elleriyle dizlerine vurarak ritm tutmaya başlar:


SAHNE 22: MÜZİK STÜDYOSU - GÜNDÜZ VAKTİ

TOLGA – MELAHAT – UDİ NEBİL – KANUNİ SÜLEYMAN – DARBUKACI AHMET – KEMANCI SEZGİN – TONMAİSTER – YAPIMCI MURTAZA BEY

Stüdyoya kapısından içeri girdiklerinde orkestra elamanları çalışmalarını tamamlamış Perihan'ın gelmesini bekliyorlardır. Tolga arkadaşlarına seslenir:

Elinde uduyla bekleyen Nebil cevap verir:

MELAHAT: “Perihan’a kaset dünyasından nasıl teklif geldi? Ben de aynı yollardan geçmek istiyorum… Kasetim olmalı…”

TOLGA: “Perihan geceleri bir barda şarkı söylüyor, bazen Onun orkestrasına eşlik ediyorum. Bir gün sahnede şarkı söylerken, sesini dinleyen Unkapanı plakçılarından biri, albüm teklifi etti. O da balıklama atladı. Kısa yoldan şöhret olup, okulu bırakmayı düşünüyor. Ses var da görüntü yok. Sende hem ses, hem de görüntü var…”

MELAHAT: “Düm deka... düm tek... Düm deka düm tek… Yıllarca çok merak etmişimdir şu stüdyoları, okul çıkışı hemen gidelim...”

TOLGA: “Selam millet biz geldik… E hani nerde kaldı bizim solistimiz, daha teşrifi mekan etmediler mi?”

NEBİL: “Plakçı da yan odada saatlerdir onun gelmesini bekliyor. Adam sinir hastası oldu. Stüdyoya dünya kadar para ödüyor adam. Bu kaçıncı söz verip zamanında gelmemesi yav... Hem bu yanındaki fıstık kim?”

Tolga, Melahat’i göstererek arkadaşlarına tanıştırır:

Melahat referans yaparak etraftakilere gülümser:

Nebil gülümser:

Darbukacı Ahmet atılır:


Melahat herkesle el sıkışır. Süleyman’la el sıkışırken gözlerinin içine bakar:

Bu sırada plak yapımcısı Murtaza Bey öfkeli bir şekilde yanlarına yaklaşır:

Tonmaister dil dökerek onu yatıştırmak ister:

TOLGA: “Tanıştırayım arkadaşlar, kız arkadaşım Melahat. Konservatuar öğrencisidir kendisi ve stüdyoyu merak ettiği için buradalardır.”

MELAHAT: “Merhaba gençler, her daim genç kalanlar… Bendeniz Melahat Güzelses. Ay bu güzel ortamı görünce içim bi tuhaf oldu. Akciğerlerim su topladı, kılcal damarlarım üzerindeki tüylerim titreşim yaptı vallahi. Senin elindeki aletten anlaşıldığı üzre, telli çalıyorsun?”

NEBİL: “Evet ben telliyim. Bu arkadaşım Sezgin, yaylıdır...”

AHMET: “Ben de Vurmalı çalgılardan Ahmet, iyi vururum!..”

SÜLEYMAN: “Ben de kanuni, Süleyman...”

MELAHAT: “İsmiyle müsemma… Hepiniz çok yakışıklı sazendelersiniz. Çok Aşkı memnu oldum. İnşallah assolist olursam, hepiniz de bir gün bana ayrı ayrı çalarsınız!..”

SÜLEYMAN: “Tabi ki memnuniyetle... E nerde kaldı bizim Perihan?”

MURTAZA: Bu kız gelmeyecek bari telefon açsaydı. Çok kapris yapıyor ve bu işi burada yarım bı-ra-kı-yo-rum…”


TONMAYSTER: “Sinirlenmeyin Murtaza Beycim. Albüm okumaları zaten bitti. Bazı bölümlerde yeni okumalar yapılacaktı…”

Kanuni Süleyman’ın aklına bir fikir gelir. Hemen söze girer:

Melahat bu hiç durur mu? Keklik ayağına kadar gelmiştir. En şuh pozları ile cevap Murtaza Bey’in gözlerinin içine bakarak kirpiklerini titreştirir:

Murtaza bey kendinden geçmiş bir vaziyette gülümser:


Murtaza bey elini Melahat’e uzatır, gözlerinin içine baygın baygın bakıp gülümser:


Murtaza Bey etraftakilere göz gezdirerek sıkı sıkı tembihler:

SÜLEYMAN: “Sazlar da tamam. Bak bu bayan arkadaş da konservatuar öğrencisiymiş. Kendisi de isterse üzerine okuyabilir…”

MELAHAT: “Ay neden olmasın. Benim neyim eksik ki? Perihan benim vokalim bile olamaz yani yani...”

MURTAZA BEY: “Güven, başarının yarısıdır. Çok güzel bir fikir tonmaysterim. İşte aradığım sanatçı bu. Perihan Hanım’ı kovdum, bu bayanı işe alıyorum. Bu gün icabında sabahlara kadar çalışın ve bu işi hemen bitirin, emrediyorum…”

MURTAZA BEY: “Yarın Unkapanı'daki ofisime gelin, bir çay içer, sözleşmeyi imzalarsınız sanatcım...”

MELAHAT: “Ya kaset kapağı, fotoğraf çekimlerim?”

MURTAZA BEY: “O kolay, hallederiz…”

MURTAZA BEY: “Sakın kimse Perihan'a albüm konusunda bilgi sızdırmasın, vallahi hepinizi kovarım ve paralarınızı ödemem. Ayrıca müzik piyasasından silerim ve bir daha iş bulamaz düğünlerde çalarsınız…”

TOLGA: “Ben erkek arkadaşıyım, yarın birlikte gelsek olur mu?”

MURTAZA BEY: “Hayır evladım, sanatçımla baş başa özel görüşmek ve mukavele yapmak istiyorum.”

TOLGA: “Fakat o anlamaz böyle şeylerden, ben de geleyim...”

Melahat dudaklarını şehvetli bir şekilde oynatır:

Melahat yüzünü Murtaza Bey’e dönerek cevap verir:

Plak yapımcısı gittikten sonra annesine telefon açar:


Sazlar çalmaya başlar. Melahat kulaklığı takmış Perihan’ın okuduğu şarkıya eşlik etmeye çalışır. Tonmaister ses yeteneği olmayan Melahat’in okumalarından çileden çıkar. Yan odaya geçerek patronu telefonla arar:

MELAHAT: “Ne demek anlamaz Tolga’cım. Ben aklı hür, vicdanı hür ve özgür bir genç kızım. Tabi anlarım...”

MELAHAT: “Bugün okumaları bitiriyorum ve yarın da ofisinizdeyim canım efendim...”

MELAHAT: “Anne ben bir kız arkadaşım evinde ders çalışıyorum. Eve biraz geç geleceğim sakın meraklanmayın, okey mi mami?”

SAFİYE TELEFON SESİ: “Tamam kızım, babana söylerim…”

TONMAYSTER: “Alo Patron, Bu kızın sesinin oktavı çok geniş olmasına rağmen, çok terbiyesiz bir sesi var…”

MURTAZA BEYİN SESİ: “Ulan bana söyleyeceğine kızın sesini terbiye etsenize!..”

TONMAYSTER: “Kırbaçla terbiye etmeye kalksan bile hiç düzeleceğe benzemiyor patron. Doğuştan akordu bozuk bu kızın. Güzelliğine bir laf söyleyemeyiz lakin Allah vergisi bir yeteneksiz...”

MURTAZA BEYİN SESİ: “Boş ver şimdi sen sesini mesini. Albüm nasıl oldu, satar mı?”

TONMAYSTER: “Perihan'ın vokallerini açtık, Melahat'in sesini üstüne kaynak yaptık. Kimsecikler bi şey anlamaz. Albüm şahane oldu, şarkılar enfes ve çok satacaktır, adım gibi eminim. Artı Sezen Göksu bestelerine güveniyoruz…”

Murtaza Beyin mutlu ifadesi sesinden anlaşılır:


SAHNE 23: GÜNDÜZ VAKTİ – UNKAPANI MÜZİK ŞİRKETİ – FOTOĞRAF STÜDYOSU

TONMAYSTER – MURTAZA BEY – MELAHAT

Melahat ertesi gün bavuluna şık elbiselerini doldurur. Bavulu gizlice bahçedeki depoya bırakır. Annesinden arkadaşıma ders çalışmaya gidiyorum diyerek izin alır, depodaki bavulu eline alır, bir taksiye biner Unkapanı’na gider. Müzik şirketinde onu Murtaza Bey karşılar:

Kontrat imzalanır. Murtaza Bey çok heyecanlıdır:

Saç makyaj yapılıp, Fotoğraf çekimleri tamamlanır.


MURTAZA BEY: ““E daha ne olsun?”

TONMAYSTER: “Canlı Konserlere filan çıkarsa, rezil rüsva oluruz diyorum...”

MURTAZA BEY: “Canım ne var bunda, çoğu sanatçının sesi çok mu güzel sanki? Konserlerde playback okur, olur biter. Ben Onu uyarırım, televizyonlara filan çıktığında, canlı söylemez!..”

MURTAZA BEY: “O… Bu ne şıklık solistim. Hoş geldiniz. Önce bir şeyler içelim, sonra kontratı imzalarız… Ne içersiniz?”

MELAHAT: “Şey ben ıhlamur alayım… Sesime iyi geliyor.”

MURTAZA BEY: “Milletimize hayırlı olsun Solistim şimdi fotoğraf çekimleriniz yapılacak, sizi kuaför ve makyözün kırıktarak Musti fotoğrafçı Erol’a götürecek…”

SAHNE 24: GÜNDÜZ VAKTİ – UNKAPANI MÜZİK ŞİRKETİ

TONMAYSTER – MURTAZA BEY

Tonmayster Rıza, o gün Unkapanı müzik şirketine uğrar:

TONMAYSTER: “Patron ne yaptınız, kontratı imzaladınız mı?”

MURTAZA BEY: “Evet imzaladık. Şahsıma özel, harikulade mini bir konser verdi. Galiba aşık oluyorum solistime…”

TONMAİSTER: “Ama sen evlisin, yenge duymasın?”

MURTAZA BEY: “Yengen emekli sanatçı oldu oğlum... Korolarda şarkı söyleyip fasıl geçiyor ve eski solo günlerini yad ediyor artık. Çocuklar da büyüdü evlendiler. Ben de bu saatten sonra hayatımı yaşamak istiyorum yani...”

TONMAİSTER: “Kız senden kırk yaş küçük. Evlenecek mi seninle?”

MURTAZA BEY: “Benim ruhum genç, daha on sekizindeyim. Hem neden evlenelim ki? O bir assolist... Assolist dediğin bekar kalmalı ve bekar erkek hayranlarının hayallerinde yuva kurmalıdır...”

TONMAİSTER: “Afişlerini ve albüm fotoğraflarını gördüm, hafif müzik okuyan sanatçılar gibi giyinmiş. Resimler iç gıcıklayıcı...”

MURTAZA BEY: “Fotoğrafları Erol Katar, Klipi de jet hızıyla Yerebatan Sarayı'nda, Osman Hapşu çekti. Klipteki Kıyafetlerin alt tarafını Barbaros Baysal, üst tarafını da Nur Tektaş hazırladı. Hiç masraftan kaçınmadım. Solistime her şey feda olsun…”

Tonmayster gülümseyerek söze girer:

SAHNE 25: OKUL BAHÇESİ – GÜNDÜZ VAKTİ

TOLGA – MELAHAT

Melahat’i okul bahçesinde gören Tolga koşarak yanına yaklaşır:


Tolga kendini hakir görmesine çok sinirlenir. Öfkeli bir ses tonuyla

TONMAYSTER: “Çok satan magazin gazetelerinden birine röportaj ayarlarsanız hiç de fena olmaz…”

MURTAZA BEY: “Merak etme, onu da ayarladım… Albümle birlikte Mürrüvet gazetesinin Pazar ilavesinde, konuşmanın tam metni yayına girecek. Her şeyin mükemmel olması için elimden geleni yapıyorum. Ona canım feda. Daha ne olsun?”

TOLGA: “Sevgilim bir haftadır okula gelmiyorsun, telefonlarıma da cevap vermiyorsun. Hayırdır hasta filan mısın, neden beni aramıyorsun?”

MELAHAT: “Tolga'cım lütfen artık bir daha beni rahatsız etme. Ben aşk ve iş ilişkilerimi ayırmasını bilen bir ses sanatçısıyım. Sazendelerimle aramda mesafe bırakmalıyım. Bundan böyle ben, beni seven halkımın malıyım. Kendimi halkıma adıyorum…”

TOLGA: “Ulan Melahat, seni stüdyoya götüren bende kabahat. Beni de istediğin gibi kullanıp, mendil gibi fırlatıp attın ya sana helal olsun. İstifa ediyorum senden, orkestranda da çalmıyorum artık…”

MELAHAT: “Kaderim beni ordan oraya sürüklüyor. Artık ben Unkapanı basamaklarını yavaş yavaş, emin adımlarla tırmanıyorum. Kaderin önüne geçilmez ki…”

Tolga öfkesinden deliye dönmüştür. Yüksek ses tonuyla:

Melahat'in istediği olmuştur. Hınzırca gülümser ve kendi kendine söylenir:

Melahat salına salına sınıfa girer.

SAHNE 26: GECE VAKTİ – MELAHAT’İN ODASI
MELAHAT – SAFİYE -

Melahat odasındaki yatağına uzanmış, yüksek sesle Tolga ile telefon konuşması yapmaktadır. Salondaki televizyonda dizi film izleyen annesi Safiye bağırır:

Melahat konuştuğu kişinin yüzüne telefonu kapatır:

TOLGA: “Tırmanırken de kedi gibi etrafındakileri tırmalıyorsun. Güle güle sana, yolun açık olsun...”

MELAHAT: “Yaşasın! ...Oh be kurtuldum tam zamanında. Sevgili patronum beni bekliyor. Üstüme yeni bir daire alacak, altıma sıfır araba çekecek. Kasetimin çıktığı gün İstanbul sokaklarının iki yakasını resimlerim süsleyecek. Meşhur olup Okula gittiğimde arkadaşlarımın ve öğretmenlerimin yüz şekillerini şimdiden merak ediyorum doğrusu. Annem ve babamın hallerini düşünemiyorum. Annem sevinçten, babam kalpten gidebilir. Of... ne olacak benim bu silindirik hallerim? En iyisi dalgasına derse gireyim…”


SAFİYE: “Kızım dizinin içine ettin, kimmiş o telefonda konuştuğun?”

MELAHAT: “Kim olacak, eski sevgilim Tolga.”

SAFİYE: “Ne o, yeni bir sevgili daha mı buldun?”

MELAHAT: “Bu sefer gerçekten aşığım anne. Onu çok seviyorum…”

SAFİYE: “Bu kimin nesi, ne iş yapar, kaç yaşında, annesi babası nereli?”

Saçları bigudili Melahat salona geçer, dizi izleyen annesinin üstüne bakışlarını diker:

Melahat albüm heyecanını ve yeni sevgilisini anlatır.

Melahat’in kaseti çıkar. Şarkıları her yerde çalınmaya başlar. Afişleri asılır. Bir anda Ünlü olur…


MELAHAT: “Of... Sıkıldım yeter anne. Sevgilimin anne babası çoktan öbür dünyayı boylamıştır herhalde. Yakında kendisi de ateşime dayanamaz, tahtalıköye göçer.”

SAFİYE: “Nedenmiş O?”

MELAHAT: “Aman kalbine mukayyet ol, daha seninle dünya turuna çıkıp, devri alem yapacağız annecim. Sana başımdan geçen olayları anlatayım istersen. Antenlerini aç ve beni iyi dinle...”

MELAHAT: “Adam babamdan biraz büyük ama para gani…”

SAFİYE: “Benim yetenekli kızım. Seni yaradan Allahlıma sonsuz şükürler olsun. Gel seni bi öpeyim dünya gözüyle doyasıya. Fakat sakın babana, yaşlı sevgilinden filan bahsetme. Hayallerimiz gerçekleşmeden mum gibi söneriz. Söylemek için daha çok erken!..”

MELAHAT: “Tamam anne, bahsetmem...”

SAHNE 27: DIŞ MEKÂN – GÜNDÜZ VAKTİ - OKULUN PARK ALANI

MELAHAT – ŞOFÖR - ÖĞRENCİLER

Melahat kaseti çıkanca Murtaza Bey’in özel şoförü ile Limuzinle okula gelir. Okuldaki öğrenciler hayretle onu izlerler:

SAHNE 28: İÇ MEKÂN – GÜNDÜZ VAKTİ - OKULUN İÇİ

MELAHAT – HADEME HANIM - SEKRETER

Melahat sivri topuklu ayakkabıları, mini etekli elbisesi ve ayaklarına geçirdiği siyah file çoraplarıyla ara koridorda yürümeye başlar. Okul Müdürü'nün odasına doğru yönelir. Onu koridorda gören Hademe Hatice Hanım seslenir:

MELAHAT: “Şöför bey arabamı okulun park yerine çekiver ve kantinde kendi kendine bir çay ısmarla. Ben arkadaşlarımın ve hocalarımın havasını alıp hemen geliyorum. Köpeğim Camgöz'e de sahip ol, bir yere kaçmasın!..”

ŞOFÖR: “Emredersiniz Efendim...”


HADEME HANIM: “Melahat'cim seni çok özledik kızım nerelerdesin? Kız okula yeniden gel de istediğin kadar aynalara rujunu sür. Vallah billah kızmayacağım. Geçen gün seni televizyonda izledim, çok güzel bir programdı. Birden ünlü oldun, benim çocuklar senin şarkılarına bayılıyorlar. Bir imzalı resmini ver de eve asayım…”

MELAHAT: “Ay çok merci Hatice Hanım. Dur çantamdan Errol’un çektiği resimlerden birini imzalayayım. Çocuklar buluğ çağını geçtiler mi?”

HADEME HANIM: “Yok kız... Benim oğlanlar daha on beş yaşından küçükler. Şöyle kapalı bir resmin olsun…”

Çantasını açar ve çok açık olmayan resimlerden birini imzalar uzatır:

Müdüriyete doğru yönelir. Kapıda onu gören sekreter Yağmur Hanım:


MELAHAT: “Albümümde sekiz şarkı var, en çok hangi şarkımı beğendiler acaba?”

HADEME HANIM: “Dur bakıyım neydi o, “Gel balkondan at beni, in aşağı tut beni...' şarkına bayılıyorlar…”

MELAHAT: “Ay tüm Türkiye bayılıyor bu şarkıya. E... Güftesini ve bestesini Sezen Göksu yaptı anacım... Sanatçıların çoğu bu kadından şarkı almak için kapısındaki paspasın üstünde sabahlıyorlar…”

HADEME HANIM: “Kız senin sınıftaki Perihan okulda cıngar çıkardı. “Su çiçeği çıkardım, bir hafta evde yatıyordum. Hastalığımı fırsat bilen Melahat, benim sesimi çalmış,” diyor. Doğrumu bu söylenenler?”

MELAHAT: “Bu tür sözlere güler geçerim. Kıskançlığından beni çekemiyor. Kim ne yapsın o sivilceli koca göğüslü vokalisti?”

HADEME HANIM: “Şu an dersteler, ona görünmeden git. Vallahi okulda olay çıkar, yedi sütuna manşet olursunuz…”

MELAHAT: “Ay ne münasebet canım... Kantine oturup arkadaşlarımla özlem gidermeye geldim. Önce Okul Müdürümüzü ve öğretmenlerimizi göreyim. Zil çaldığında arkadaşlarımla sohbet edip, onlara imzalı albümlerimden vereceğim…”

SEKRETER: “O... Kimleri görüyoruz. Hoş geldiniz Melahat Hanım. Gazetede röportajınızı okudum çok güzeldi. Sizin gibi okulumuzda okurken meşhur olanlar, mutlaka bi hava atmaya gelirler. Sizi tebrik ederim…”

Melahat bu sözlerden çok memnun olur. Tanınmak şöhret olmak onun için güzeldir:

Sekreter iyice gaz verir:


MELAHAT: “Her şey çok ani oldu. Birden keşfedildim yani…”

SEKRETER: “Umarım bu hızlı çıkışın, jet hızıyla inişi olmaz. Meslekte uzun yıllar kalıcı olursunuz inşallah...”

MELAHAT: “E herıld yani. Ben yıllarca özel piyano ve dans dersleri aldım. Öss'de bin numara oldum. Konservatuara girmek kolay mı yani? Benim hayat hikayem başarılarla, takdirnamelerle doludur. Odamın duvarlarında teşekkür ve takdir belgelerimi asacağım yer kalmamıştır…”

SEKRETER: “Her yıl bir albüm çıkar, magazinden hiç kopma…”

MELAHAT: “Senede bir albüm yapmayı ve her albüm çıkarırken yeni bir aşk yaşamayı düşünüyorum. Evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı asla düşünmüyorum. Bundan keri ben, beni seven hayranlarımla evliyim. Sizler benim velinimetimsiniz... Kendime Gönül Cayar ablamı örnek aldım. Televizyonların sesin kraliçesi ödüllerini ben toplayacağım. Aldığım kupa, madalya ve şiltleri, salonumun en güzel yerinde sergileyeceğim. Reklamın iyisi kötüsü olmaz dimi yani yanicim?”

SEKRETER: “Kız tabi ki olmaz... Bir imzalı kasetini bırak. Okul kantininde çalar çalar dinleriz…”

MELAHAT: “Ay Sekreterya, kaset mi kaldı bu devirde? CD'mi imzalayayım. Bu internet denen şey çıktı mertlik bozuldu. Millet albümlere para vermemek adına, internetten ha bire şarkılarımı indiriyor. En çok tıklanan benmişim, albümüm yok satıyor...”

Sekreter başını öne arkaya sallar:

Sekreterin “Dur, olmaz...” sözlerine aldırmadan hızla öğretmenler odasına doğru yürümeye başlar.

SAHNE 29: GÜNDÜZ VAKTİ – ÖĞRETMENLER ODASI – DİKDÖRTGEN MASA

MELAHAT – ÖĞRETMENLER – OKUL MÜDÜRÜ

Kapıyı açıp herkese gülücük dağıtır. İçeri doğru kıvrıla kıvrıla yürür:

SEKRETER: “Zaten dün ben de aradım bulamadım. Gazeteye baktım top 10'da liste başısın…”

MELAHAT: “Pek tabi yurt içi ve yurt dışında çok satıyor.”

SEKRETER: “Konserlerden de iyi para kazanırsın…”

MELAHAT: “Sözleşmeye göre yılda bir kez Rumelihisarı'nda konser vereceğim. Reklam ve televizyon dizi teklifleri var. Bu işlerde çok para var anacım... Müdür bey odasında mı?”

SEKRETER: “Müdür bey, Öğretmenler odasında öğretmenlerle toplantı yapıyor. İsterseniz biraz bekleyin?”

MELAHAT: “Ay hepsini yakalamışken içeriye dalıp sürpriz yapayım…”

MELAHAT: Selam örtmenlerim ben geldim… Sizi gidi Ergenekoncular sizi... Böyle gizli gizli toplantı yapıp neler görüşüyorsunuz bakalım? E… Ne var ne yok okulda bensiz, yokluğuma alışabildiniz mi?”


Melahat’ i gören Şan hocası Abdulselim Bey gülümseyerek bakar:

Müdürün bakışları Melahat’in fileli çoraplarındadır.

Melahat albümlerini imzalayıp orada bulunan tüm öğretmenlerine verdi. Okul Müdürü albümü eline aldı ve resimleri inceler:

ABDULSELİM BEY: “O… Hoş geldin Melahat. Birden bire meşhur oldun, yokluğunda okulumuzda atom bombası patladı sanki. Klip şarkını dinledim, maşallah hiç detonelik kalmamış. Miksaj yaparken stüdyo hileleri sanırım?”

MELAHAT: “Yooo ses nefes bana ait hotcam…”

BAYAN ÖĞRETMEN: “Neden Türk Musikimizin örnek eserlerinden seslendirmedin de, cıs tık cıs tık şarkılara yer verdin. Senden “Ey çerhi sitemger” gibi klasikleşmiş şarkılara yer vermeni beklerdik doğrusu. ”

MELAHAT: “Düm deka… düm tek. Aslında ben “Benzemez Kimse bana, tavrıma hayran olayım...” şarkısını da albümüme koymak isterdim fakat şarkılarımı çoktan seçmişler. Hocam ben halkım için varım. Halk bunları istiyo… Sizlere yeni albümümü imzalamak için geldim. Ayrıca Müdür beycim, okul kayıtımı dondurmak için burada bulunuyorum. Lütfen beni dondurun!”

OKUL MÜDÜRÜ: “Tabii… Pek tabii. Dondururuz seni evladım…”

OKUL MÜDÜRÜ: “Senden bunu hiç beklemezdim. Hani okulunu bitirip asistanım olacaktın? Neyse “kader böyle imiş, buymuş alın yazım…”, diyelim. Albümündeki fileli çoraplı afişinden imzalı istiyorum. Odamın duvarına asayım. Seninle gurur duyuyoruz...”


Melahat övülmekten haz duymaktadır. Kirpiklerini titreştirip müdüre bakar:

Müdür bey sevinçten ellerini şaklatır:

Melahat çantasından not defterini çıkartır:

Öğrenci işlerine dilekçesini veren Melahat hızla assolist edası ile kantine doğru ilerler. Merdivenlerde bunu gören Tolga:

Melahat’ in bu söz hoşuna gider ve gülümseyerek kantine doğru ilerler.

MELAHAT: “Resimlerimi ünlü fotoğrafçı Errol çekti. Ay şimdi merdivenlerden yukarı çıkarken ayağımı burkup, zedeledim. Okul çıkışında ayağımın röntgen filmini de ona çektirmeyi düşünüyorum. Resimleri odanıza asmanıza eşiniz kızmasın sakın? Eğer isterseniz, size özel konser bile veririm Müdür bey… Size karşı çok mahcubum…”

OKUL MÜDÜRÜ: ”Ne zaman?”

MELAHAT: “Kıbrıs konseri, Azerbaycan konseri, Almanya konseri… Of… Sadece Ramazan ayında boş günüm var maalesef!..”

OKUL MÜDÜRÜ: “Ramazan ayında oruç tutuyor, namaz kılıyorum. Olmaz kızım çok günah! Bayramdan sonra müsait bir gün, hanım evde yokken gelir konserini verir gidersin. Şimdi muhasebeye uğra kayıt dondurmak için bir dilekçeni yaz, gereken işlemleri biz hallederiz. Okulumuzun kapıları sana sonuna kadar açıktır güzel Ateşi Suzan-ı firkatim... İstediğin zaman gel, dondurduğun kaydını çözerim!..”

MELAHAT: “Çok merciler Örtmenlerim… Hepinizi Rumelihisarı konserime bekliyorum. Davetiyeleri okula şoförümle göndereceğim. Zil çaldı, benim şimdi acil olaraktan kantine gidip arkadaşlarıma biraz hava atmam gerekiyo. Boş vaktim yok anlayacağınız… By by...”

TOLGA: “Eks aşkım, kıçına bir trafo taktırmayı ihmal etme. Yine Ortalığı Yakıyosun!..”

SAHNE 30: GÜNDÜZ VAKTİ – OKUL KANTİNİ

KANTİNDEN OTURAN ÇAY İÇEN TOST YİYEN ÖĞRENCİLER – MELAHAT – EMEL – MAHMUT - PERİHAN

Melahat son derece şık seksi kıyafeti ile okul kantininden içeri girer. Elindeki pahalı çantasını sallar:

Bunu gören sıra arkadaşı Emel Tüysüzşeftali:

Sınıf arkadaşlarından Mahmut Yalama;


MELAHAT: “Selam millet, ben geldim… Have ar you bakalım?”

EMEL: “Hoş geldin hayatım. Kız sen nerelerdesin? Bir çıktın, pir çıktın. Mahallede bütün arkadaşlarıma, senin sıra arkadaşım olduğundan bahsediyorum. Senin mütecaviz hallerini çok özledik kız…”

MELAHAT: “Ay bende okul hayatımı, sizleri çok özledim. Benim kadirşinasi dinleyicilerim…”

MAHMUT: “Baban ne dedi bu işe?”

MELAHAT: “Babam er geç benim ünlü bi musikişinasi olacağımı zaten biliyodu. Çocukluğumdan beri elimde fırça şarkı söylüyorum zaten.”

MAHMUT: “Ben sokaklara asılan afişlerinden bahsediyorum. Çok açık saçık resimler vermişsin.”

MELAHAT: “Babam afişlerimi gördüğünde beni tanımamıştır ki zaten. Hepsi fotoşoplu. Sen hiç Salivatör Deli resimleri görmemişsin canım… Biz burada sanat yapıyoruz yani. Sanat için soyunurum da, sanat için giyinirim de... Bundan kime ne? Hem ben sizler için varım zaten. Zaten evi de terk eyledim bu yüzden. Sevgilim üstüme ev aldı, altıma araba. Sanatçı dediğin özgür olabilmeli ve özgür düşünebilmeli! Değil mi yanim? Durun sizlere sıcağı sıcağına albümümden imzalayayım.”

Bu sırada Perihan okul kantinine gelir. Melahat’i görünce alay edercesine karşısına dikilir. İki elini beline dayar:

Erkek sınıf arkadaşları hep bir ağızdan;

Coşkuya kapılan öğrenciler Melahat’i kucakladıkları gibi elleri üzerinde kaldırıp, havaya fırlatırlar. Perihan Kıskançlığa kapılır:

Perihan arkasına bile dönüp bakmadan hışımla kantini terk eder.

PERİHAN: “O… Okulumuza kimler teşrif etmiş... Ünlü ses hırsızı, benim albümüme işeyen Melahat Kıllıgöbek hanım buradalar. Giyinikken sesin böyle, bir de çıplakken oku da millet duysun hahaha… Sen nasıl vicdansız birisin ya? Hastalığımı fırsat bilip, benim günlerce şarkıları alabilmek için paspas altında sabahladığım, aylarca stüdyoda üzerinde çalıştığım şarkılarımın üstüne konmuşsun. Hem o seslerin yüzde yetmişi bana ait. Derhal sesimi geri istiyorum!..”

MELAHAT: “Ay canım vokalistim neden sinirleniyorsun? Bu sesle mesle olacak şey değil yanicim. “Kendine gel kendine, dön de bir bak haline, Aynalara küsmüşsün, kıl oldum abi…” Artık sanatçıları manken gibilerden seçiyorlar. Sanatçı dediğin hem göze, hem kulağa hitap etmelidir. Öyle değil mi benim canım kadirşinasi erkek arkadaşlarım?”

ERKEK ÖĞRENCİLER: “Evet….”


PERİHAN: “Tek albümlük sanatçı ne olacak. Bundan sonraki albümünü göreceğiz bakalım…”

SAHNE 31: GECE VAKTİ – KONSER ALANI

ŞOFÖR AYTEKİN – MELAHAT – MURTAZA BEY - İZLEYİCİLER


Melahat’ın şöförü Aytekin Cort şaşkın bir vaziyettedir. Ne cevap vereceğini bilemez:

MURTAZA BEY: “Alo… Aytekin nerede kaldı bu kız? Konserin başlamasına da bir saatten az bir zaman kaldı. Tam on bin seyirci, saatler öncesi Rumelihisarı’nı doldurdu ve dört gözle onu bekliyor. Elini çabuk tut, kap gel!..”

ŞOFÖR AYTEKİN: “Valla billa patronum evde aramadığım delik kalmadı. Melahat Hanım Sanki yer yarıldı da yüznumaranın içine düştü. Cep telefonu cevap vermiyor. Yok…Yok…Yok!..”

MURTAZA BEY: “Oğlum yeni kuaförden gelmediniz mi siz?”

ŞOFÖR: “Sabah erkenden modacı Yıldırım’a uğradım, elbisenin alt kısmını aldım. Daha sonra modacı Nur Tektaş’a uğrayıp elbisenin üst kısmını aldım. Eve gidince hanımımı ve köpeğini arabayla kuaföre saç yaptırmaya götürdüm. İkisinin de saçları yapıldı, eve geldik. ”Sıkıştım tuvalete gideceğim” diye üst kata çıktı, bir daha ortalıkta görünmedi.”

MURTAZA BEY: “Basın danışmanı, menejer annesi, babası, makyözü hepsi burada Onu bekliyorlar. Konsere zamanında çıkmaz ise arpayı yedik evladım. Kendine Silivri’den yer beğen!..”

SAHNE 32: KARANLIK BİR BODRUM KAT – GECE VAKTİ

SANDALYEYE BAĞLI MELAHAT - COŞKUN

Bu sırada gözlerini karanlık bir odada açan Melahat, en son tuvaletten çıkarken eter dolu peçetenin burnuna koklatıldığını ve bayıltılıp kaçırıldığını anlar. Şaşkınlık içerisinde etrafını kolaçan etmeye başlar:

Odada ağır bir koku vardır. Melahat elleri ve ayakları bir sandalyeye bağlanmış şekilde sandalyede öylece oturmaktadır. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra odaya Coşkun girer ve odanın ışığını yakar. Coşkun’u karşısında gören Melahat’in gözleri dehşet içinde yuvalarından fırlayacakmış gibi olur. Coşkun elinde bir sustalı bıçakla karşısında sırıtmaktadır:

Melahat ağzına sımsıkı bağlı olan siyah kumaş parçasından dolayı konuşmaya çalışır fakat konuşamaz. Coşkun yanına yaklaşır ve ağzındaki kumaş parçasını çözer.


MELAHAT: “Of… Neredeyim ben. Kafamda çok ağrıyo…”


COŞKUN: “Ne haber ünlü ses sanatçısı Melahat? Ben sana ne demiştim, ben bitti demeden bu sevda bitmez demiştim?”


MELAHAT: “Bu gece konserim vardı. Binlerce insan senin yüzünden mağdur oldu. Aptal kokoreç. Konserden sonra kaçırsaydın bari… İmdaaat kurtarın beni…”

COŞKUN: “Bak böyle bağırırsan ağzına acı biber sürerim… İstediğin kadar bağır, senin sesini kimseler duymaz…”

MELAHAT: “Benden ne istiyorsun?”

COŞKUN: “Senden sadece benim için “Benzemez Kimse sana…” şarkısını söylemeni istiyorum.”


Melahat korku ve panik içindedir. Kekeleyerek söylenir:

Etrafına baktığında içi su dolu kocaman kalaylı bir kazanın şömine ateşinde fokurdadığını görür:

MELAHAT: “o… o… Olur söylerim. Biraz hızlı söyleyeyim de beni Rumelihisarı’ndaki konser salonuna kadar bırakıver canım. Hayranlarım hazır ve nazır beni bekliyorlar. Ben halkım için varım, onlarsız yaşayamam. Hem daha bu benim ilk konserim, konser vermeden gidersem, gözlerim açık gider!..”

COŞKUN: “Şöyle bak bir etrafına ne görüyorsun. Sen de benim ilk konservem olacaksın. Konservatuarlı Konserve Melahat. Yoksa seni şekerle karıştırıp marmelat Melahat mı yapsam?”

MELAHAT: “Biliyorum beni haşlayıp konserve yapacaksın, benim etim sert olur, boğazında dururum, sanal kokoreç…”

COŞKUN: “Seni çiğ çiğ bile yerim…”

MELAHAT: ““Neden bütün bunlar Coşkun? Yoksa konservatuara giremedin diye, kıskanıp intikam mı alıyorsun benden? Hem ben okulda kendimi dondurdum!..”

COŞKUN: “Aman ne güzel. Birazdan da ben seni derin dondurucuda donduracağım. Sen beni enayi yerine koyup, aldattın. Hırsların ve tutkuların yüzünden basamak olarak kullandın. Benden öyle kolay kurtulacağını mı sandın? Şimdi seni yavaş yavaş soyacağım ve sonra da oyacağım hahaha…”

MELAHAT: “Al her şeyim senin olsun fakat Ses tellerime dokunma. Sesim benim veli-i nimetim. Hem bak sekiz şiddetindeki sesimden ev sallanıyor, deprem oluyor sankim. Hadi beni serbest bırak, kaçalım da kurtulalım…”


Coşkun Melahat’in yanına gelip hınzırca gülümser ve yanağından bir makas alır:

Karşısında bulunan derin dondurucuyu açar ve içinden kesik bir kız kafası çıkarır. Kellenin saçlarından tutarak Melahat’a gösterir:

Melahat oturduğu yerde titreme krizine girer:


COŞKUN: “Sekiz şiddetinde deprem de neymiş güzelim, sen beni derinden sarsıyorsun. Maşallah Richter ölçeği gibi kızsın. Seni şimdi ben bi sallayacağım göreceksin!..”

MELAHAT: ““Ay çabuk salla da bitsin bu işkence. Konserim var diyorum sana anlamıyor musun? Konserden sonra evde videoya otomatik bağladığım, Yaprak Sökümü dizisini izleyeceğim daha…”

COŞKUN: “Bir şey kaçırmış sayılmazsın. Ben Yirminci bölümden başladım, hep aynı devam ediyor. Sen başına gelenleri hafife alıyorsun. Şimdi gördüklerin karşısında donuna işeyecek, yaprak gibi titreyeceksin!..”

COŞKUN: “Bak bu kız Müge Şanlı’nın televizyonlarda aylarca arayıp bulamadığı Gülşen Damızlık.”

MELAHAT: “Ay ben bu kızın Müge Şanlı’nın programında vesikalık fotoğrafını görmüştüm, bu hali hiç benzemiyor. Aylardır onu arıyordu polisler. Yaşasın kızı sonunda ben buldum!.. Keşke vücut bütünlüğünü bozmasaydın, neden başını kestin Nik?”

COŞKUN: “Gülşen senden önceki sevgilimdi. Beni bir başkasıyla aldatınca, sonuç bundan ibaret.”


Melahat duydukları karşısında zangır zangır titremeye devam eder:

Coşkun buzdolabını açar ve bir bardağa su doldurur:

Bardağı Melahat’in dudaklarına uzatarak suyu içmesine yardımcı olur:

Melahat hiddetle bağırmaya başlar:

MELAHAT: “Kızın vücuduna ne oldu?”

COŞKUN: “Parçalara bölüp, kedileri, köpekleri besledim. Şimdi sırada sen varsın güzelim. Seni değişiklik olsun diye konserve yapacağım. Malum etler çok pahalandı!..”

MELAHAT: “İsviçre bankalarında gizli hesabım var, beni bırak hepsi senin olsun…”

COŞKUN: “Seni küflü çıkı seni… Sevgilin olacak o moruk herifin paraları değil mi?”

MELAHAT: “Evet. Yapacağım yeni albümlerim ve klip çekimlerim için saklamıştım. Oda çok sıcak ve çok susadım. Bana bir bardak su verir misin?”

COŞKUN: “içine de birkaç tane buz parçası atayım da hararet yapmasın!..”

MELAHAT: “Su çok soğukmuş. Sayende ses tellerime zeval gelecek, hasta olup doktor doktor dolaşacağım. Dur bir şarkı söyleyeyim… “Benzemez Kimse Bana…” öhö öhö öhö… Sesim de kalınlaştı, sayende traverstiler gibi şarkı söyler oldum pis kokoreç…”

COŞKUN: “Sende hormonal bozukluk var güzelim. Bıçakla şimdi düzeltirim.”

MELAHAT: “Ne olur hemen beni kesip doğrama, haşlama. Televizyonu aç, haber bültenini ve Müge Şanlı’nın programlarında kaçırıldığım söylentilerini dünya gözüyle izleyeyim.”


Coşkun kaşlarını kaldırır ve başını öne arkaya gülümseyerek sallar:

SAHNE 33: GÜNDÜZ VAKTİ – EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ

MURTAZA BEY – SAFİYE – ABİDİN – EMNİYET MÜDÜRÜ

Ailenin İfadeleri alınır. Emniyet müdürünün odasındadırlar. Emniyet amiri sorar:

COŞKUN: “Hımmm Güzel fikir doğrusu. Birlikte seyrederiz.”

EMNİYET AMİRİ: “Kızınızın veya ailenizin bir düşmanı var mıydı?”

ABİDİN BEY: “Yok amirim, biz kendi halinde yaşayan bir aileyiz…”

MURTAZA BEY: “Eyvah bütün emeklerim ve paralarım boşa gitti. Elbise, kuaför, satın aldığım davetiyeler… Of nerde bu kız bir haftadır ortalarda yok?”

SAFİYE HANIM: “Sakin olun Murtaza bey. Sizden daha fazla ben teleşlanıyorum. Emniyetin aramadığı yer kalmadı. Benim bir takım şüphelerim var. Sayın amirim, Kıskanç assolistler tarafından kızım kaçırtılmış olmasın sakın, kızım Top 10' da bir numaraydı?”

MURTAZA BEY: “Aman ne alaka canım. Kaçırıldığından beri albüm satışları tavan yaptı…”

SAFİYE: “Gül gibi kızım nerelere gittin? Bak annen ve baban perişan oldu. Tam bir haftadır seni aramaktan gözlerimize uyku girmedi, helak olduk. Ah benim bin numara kızım, ciğercazım yanıyor. Daha seninle beraber Avrasya turnesine çıkacaktık, çık gel neredeysen… “

SAHNE 34: GÜNDÜZ VAKTİ – BODRUM KATI

MELAHAT - COŞKUN

Kapı şifresinin oynandığını duyan Melahat hemen odanın ışıklarını kapatır ve ranzaya kendini atar. Coşkun Melahat’i hapsettiği odaya girer ve ışığı açar. Melahat’in uyuduğunu sanır, seslenir:

COŞKUN: “Melahat…”

MELAHAT: “Yine ne var?”

COŞKUN: “Uyudun mu diye merak ettim.”

MELAHAT: “Evet uyudum, sana da iyi geceler! Zaten bu bodrum katında, şu ampul ışığı altında, sayende kaç gündür hep gece hayatı yaşıyorum. Bana ne zaman gün yüzü göstereceksin Nik?”

COŞKUN: “Dur seni canlı kanlıyken bir öpeyim.”

MELAHAT: “Pis kokoreç, git başımdan. Sakın beni öpmeye kalkma, sende domuz gribi vardır muhakkak!.. Bugün günlerden ne, saat kaç?”

COŞKUN: “Günlerden Salı, saat 10.00”

MELAHAT: “Eyvah, çabuk aç şu televizyonu! Müge Şanlı’nın Canlı yayını başladı, vallahi seyredemezsem ölümü gör!..”

COŞKUN: ““Polisler her yerde seni arıyorlar. Sabahleyin eski sevgilin olarak, beni de sorguya çektiler. Raşit olacak alçak müzik hocam, seni tehdit ettiğimi söylemiş. Polisler bir delil ve suç işlediğime dair iz bulamayınca serbest bıraktılar. Sana yiyecek nevale getirdim, kalk ye…”

Melahat omuzlarını silkeler. Öfkeli bakışlarını Coşkun’un üstüne doğrultur:

Melahat kısa bir süre düşünür. Aklına bir fikir gelir:


MELAHAT: “Beni ne zaman haşlayacaksın?”

COŞKUN: “Beni çok yordu bu zaptiyeler. Bugün seni kesip, doğramaya mecalim yok anlayacağın. Ben şimdi eve yatmaya gidiyorum. Sen de güzel güzel televizyondaki dizileri izlersin… Gelirken ne getireyim, canının istediği bir şey varsa hiç çekinme, söyle… İdam mahkumuna bile son isteği sorulur. Sen ne istersen…”

MELAHAT: “Canım şöyle mis gibi dışı böğürtlenli, içi bol şamfıstıklı çikolatalı yaş pasta çekti. Beyoğlu’ndaki Cafe Bonjour’dan alırsan sevinirim. Gelirken magazin dergileri ve ays timi getirmeyi unutma. Kendi haberlerimi okuyarak, ays ti içip kendi halimde ölmek istiyorum!..”

COŞKUN: “Atın ölümü arpadan olsun. Ölüme giderken bile kendini beğenmiş olarak gideceksin. Bu odadan dışarı çıkman nasıl olsa imkansız. Oda kapısının kilidi şifreli açılıyor. Seni yaş pasta ile besleyip sonra da kendi ellerimle konserve yapacağım canım. Soğuk ays tie içme, ciğerlerini üşütürsün. Hem Sesine de çok zararlı, konservatuardaki hocaların söylemedi mi? Hadi bana ölmeden evvel sevdiğin bir şarkıyı söyle!..”

MELAHAT: “Olmaz şimdi söyleyemem, transpozisyonum sarsıldı. Yarın yaş pastayı yedikten sonra söylerim!..”

COŞKUN: “İyi, peki… Zaten bu işvelerin yüzünden nalları dikeceksin ya. Dur bir şarkı da ben sana söyleyeyim bakalım sesimi beğenecek misin? ”Yar üstüne yar sevenin, hali pek yaman… Yanıma gel yanıma, yanı yanı başıma… Şu gençlikte neler geldi, cahil başıma…” Sesim nasıl, seneye beni konservatuara alırlar mı?”

Melahat onun davranış bozukluğunun nedenini öğrenmek ister:

MELAHAT: “Konservatuara gitmeyi çok mu istiyorsun? Öncelikle Öss barajını geçmelisin. Sonra Piyanoda ses vermek zorundasın.”

COŞKUN: “Hangi enstrümanla çalışmam daha yararlı olur? Vurmalı çalgılar için sınav kriterlerine ulaşamadım. Doğal yetenek sınavlarında, müzik yeteneği kulak fazlasıyla mevcut. Çok kulak kestim, çocuk ıslah evinde yattım, hapiste dikte falan ettirdim. Yine bunlar dışında boy, gösteriş, konuşma, oturma, kalkma gibi birtakım kriterlere de bakılıyor mu, yoksa sadece müzik bilgisini mi ölçüyorlar? Ailem de müzik okuluna gitmemi hiç istemiyor. Babam avukat olmamı ve suçluları savunmamı çok istiyor ya neyse…”

MELAHAT: “Enstrüman bölümüne girmek çok daha erken yaşta oluyor. Enstrümanına ve işitmene yoğunlaş, bunun için özel ders alman gerekir.”

COŞKUN: “Ben vurmalı sazları ve yaylanıp kaçmayı küçük yaşlarda öğrendim cicim, merak etme sen!.. Salak Raşit Hoca’dan Mozart’dan ya da pucini’den arialar öğrenmiştim. Gün gelip de işe yarayacağını tahmin edemezdim. Seni üç parçaya bölerken öğrendiğim bu Arialardan söyleyeceğim hahaha… Bach'ın Toccata, Fugue' in D Minor eseriyle girsem etkili olur mu? Eser yaklaşık on dakika sürüyor. Tüm parçayı baştan sona çaldıracaklar mı? İkinci eser için Chopin Nocturne düşünüyorum, nasıl olur?”

MELAHAT: “Sen en iyisi elektrikli testere ile sınava gir Nikelajcım! Korkmaya başladım imdat... Lütfen birileri bana yardım etsin. Bu Coşkun denen eloktro gitar, beni parçalara ayıracak!..”

Coşkun alay eder bir tavırla Melahat’in gözlerinin içine bakar:

SAHNE 35: GÜNDÜZ VAKTİ – PASTANE – İÇ MEKAN

COŞKUN - PASTACI ÇOCUK – POLİS MERKEZİ TELEFON

Coşkun söylenen Bonjour Cafe’ye pastaneye gelir. Bakışlarını pastacı çocuğa uzatır:

Çocuk Melahat’in konservatuardan sınıf arkadaşıdır. Onun da bu yaş pastayı çok sevdiğini bilir. İçine bir kurt düşer. Pastayı hazırlayıp uzatır:

Coşkun hesabı ödeyip pastaneden çıkar çıkmaz telefonu ile polisleri arar:


COŞKUN: “1ses, 2ses, 3 ses, 4 ses arya duyabilmem gerekiyor. Biraz daha haykırıp bunun eğitimini almalısın Melahat. Ayrıca 4 ölçülük ezgi ve ritm tutmuyor, bağırırken de detone oluyorsun!.. “

PASTACI ÇOCUK: “Buyrun ne istemiştiniz?”

COŞKUN: “Dışı böğürtlenli, içi şamfıstıklı, çikolatalı yaş pasta istiyorum…”

PASTACI: “Buyurun yaş pastanız, bu da fişi. Afiyetle yiyin. Hesabı kasaya ödersiniz.”

POLİS ÇAĞRI MERKEZİ: “Alo buyurun burası 155 Polis imdat, ne için aramıştınız?”

PASTACI: “Ben yaz tatillerinde Beyoğlu Bonjour Cafe’de çalışıyorum ve aynı zamanda İTÜ Konservatuar öğrencisiyim. Bugün bir genç pastanemize geldi ve dışı böğürtlenli, içi şamfıstıklı yaş pasta istedi.”

TELEFONDAKİ SES: “E bundan bize ne kardeşim?”

Pastacı çocuk heyecanla konuşmasını sürdürür:

SAHNE 36: İÇ MEKAN – EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ

EMNİYET AMİRİ – KORKUT BEY - PASTACI

Emniyet Müdürlüğü’ne giden Müşfik, kendisine gösterilen şüpheli şahıslar içinde Coşkun’un resmini gösterir:

Emniyet amiri genç polis memuruna seslenir:

Emniyet müdürlüğünde bu olayla yakından ilgilenen polislerden Korkut Açıkgöz, bilgisayardan Coşkun’un geçmişi ile ilgileri bilgileri amirine anlatır:

PASTACI: “Kaybolan aynı zamanda okuldan arkadaşım Melahat Güzelses de aynı pastadan isterdi. Biz bu pastayı sadece onun için haftada bir özel olarak hazırlardık. Bugün şoförü yerine başka bir genç pastayı almaya geldi ve hareketlerinden şüphelendim. Bu sizin için bir ipucu olur sanırım diye düşünmüştüm.”

POLİS MERKEZİ: “Lütfen telefon numaranızı bırakır mısınız? Biz sizi arayacağız ve kişiyi teşhis etmeniz için en yakın karakola davet edeceğiz.”

PASTACI: “Tabi efendim. Arkadaşımın bulunması için her türlü vatandaşlık görevini yapmaya hazırım.”


PASTACI: “İşte bu genç şahıs amirim...”

EMNİYET AMİRİ: “Korkut bey, Coşkun Fırıldak hakkında acil bilgi ve belge toplamanı istiyorum. Kızın başına bir şey gelmeden, elimizi çabuk tutmalıyız!...”

POLİS KORKUT: “Sayın amirim yaptığım araştırmalardan daha önce kaybolan kızın da bu Coşkun denen çocukla kısa süreli arkadaşlıkları olduğunu tespit ettim. Ayrıca bu çocuğun özgeçmişi oldukça vahim durumda…”

Korkut elindeki belgi ve belgeleri Emniyet müdürünün masası üzerine bırakır. Müdür belgeleri inceler:


Emniyet amiri Korkut’a bakarak emir verir:

SAHNE 37: BODRUM KATI – GÜNDÜZ VAKTİ

COŞKUN – MELAHAT – POLİS KORKUT

İstanbul’a iki saat mesafedeki yazlık dağ evlerine gelen Coşkun, elinde yaş pasta ile tam kapıyı açıyordu ki elinde silahla polis memuru Korkut karşına dikilir:

Paniğe kapılan Coşkun belindeki sustalıyı çıkarıp tam fırlatacaktır ki Korkut’un silahından çıkan tek mermi avucunun içini parçalar ve sustalı yere düşer. Emniyet görevlilerince yakalanan Coşkun:

EMNİYET MÜDÜRÜ: “Ailesi organize suç örgütü gibi çalışıyor ve dosyaları kabarık. Çocuk tam bir sosyopat ve kişilik çatışması içinde. İşlediği suçlara rağmen oldukça eğitimli, yakışıklı ve kibar bir genç adam olarak tanınıyor. Ayrıca aylardır aradığımız, İnternet ortamında birçok genç kızı kandırarak, tehdit ve şantaj yoluyla tecavüz eden bukalemun rumuzlu çocuğun da bu şahsa uygun olduğunu düşünüyorum.”

KORKUT: “Kızın hayatı tehlike altında. Şimdi ne yapmamız gerekiyor?”

EMNİYET MÜDÜRÜ: ““Acilen özel ekibi topla, gizlice takip edilsin. Gün boyunca neler yaptığı, nerelere gittiğini öğrenin. Ayrıca telefon konuşmaları savcılık kararıyla dinlemeye alınsın!..”

KORKUT: “Emredersiniz amirim!..”

KORKUT: “Kanun namına teslim ol Coşkun. Eğer teslim olursan kılına zarar vermeyeceğiz!”


COŞKUN: “Yaptığım her şeyin altında korkunç bir öfke yatıyor. İdam edilmem gerek, eğer hapisten çıkacak olursam yine cinayet işlerim. Lütfen beni bir hücreye atın ve böyle şeyler yapmamı engelleyin!..”

Kapının şifresini öğrenen Korkut Melahat'in bulunduğu odaya girer. Odanın içerisi karanlıktır:

Korkut el feneri ile odanın ışığını arar. Odanın ışığını açtığında karşısında polisleri gören Melahat bitkin bir vaziyettedir:

Melahat müzikal haykırır. Korkut elinde yaş pasta kutusunu gülümseyerek ona uzatır.

HİKAYE VE SENARYO: SEDAT ERDOĞDU


MELAHAT: “Sen misin Coşkun, böğürtlenli yaş pastamı getirdin mi?”

MELAHAT: “Yaşasın kurtuldum… Do re mi fa sol la si do…”

Sedat Erdoğdu
Kayıt Tarihi : 2.12.2024 11:10:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!