Kömür Madeninde Bir Kadın -III

Aynur Uluç
498

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

Kömür Madeninde Bir Kadın -III

Özet: Beklenen bir depreme hazırlanmak ancak bizlerin bilgilenmesi ile mümkün. Bu amaçla bir araya gelmiş insanların oluşturduğu bir gruptaki tek kadın eleman bendim. Eğitim İstanbul’da başladı. Zonguldak Armutcuk’ta devam ediyordu. Orada madene indik hep beraber. Yıkansak da gözümüzde iki gün varlığını sürdüren şey sadece sürme değildi. Yer altı şehrinin görüntüleri kazınmıştı zihnimize. Belli ki bu görüntüler çok daha uzun zaman kalacaktı girdiği yerde. Ve elbette bir yandan eğitim devam ediyordu.

EĞİTİM GÜNLERİNDE BİR KADIN- III

Madene inişten sonraki gün tamamen pratik çalışmaya ayrılmış durumda. Kocaman bir çadır kuracağız. Ve sırada enkaz çalışması var. Gerekli tüm alet edevatı kullanmayı birebir öğreneceğiz. Demir kesmek için olan o koca aleti ona hakim olarak kullanmakta çok zorlandım. Gerçekten kas gücü gerekiyor. Her bir parçası başka yere dağılmış bir sahra çadırını yap-boz oyunu çözer gibi uğraşarak kurmaksa tüm günü aldı. Önce kurup sonra sökerek parçaları tek tek tasnifleyip, ambalajladık. Olası bir depremde bunları yaşarken düşünmek bile istemiyorum bizi. Öylesine karmaşık ki şu anda bile her şey, olması gerekenden. Gün sonunda kocaman kütükleri aşağı taşımaya sıra gelince “ istersen sen bu bölüme katılma” denmesine rağmen iki üç kütük de ben taşıdım. Taşınan mesafeyi hatırlayınca şu anda nasıl yaptığıma şaşırıyorum.
Misafirhaneye dönülünce oluşan manzara hep aynı. Her gün eğitim dönüşü bizimkiler, hemen futbol maçına başlıyorlar. Bu ekipte bir de kadın var diye bir gün olsun, düşünün ya. Eğitim sonrası zamanlarda yalnız kalmaktan çok sıkıldım. Akşam da zaten program belli. Lokâlde kağıt oynama muhabbeti. Orada tanıştığım ve bize oldukça sıcak davranan bir aile var. Ulaş onların oğlu. O kadar yanımdaki her zor zamanımda, onu tanıdığıma seviniyorum. Daha önce tanımadığım bir kişinin varlığından güven almak duygusu ise oldukça hoş geliyor bana. Zaten Ulaş olmasa yanmışım. Gece bir yerden dönüşte lokâlin olduğu mevkiye gelince içeri giriveriyor bizimkiler. Görünen o ki; onlar için benim kendi başıma o karanlık ıssız yolda lokâlden misafirhaneye kadar nasıl gideceğim hiç önemli değil. Bilmiyorum kızmalı mıyım, kavga mı çıkarmalıyım bazı şeyleri anlatmak için. Bu tür ince ayrıntıların önemini düşünmek için önce bir süreliğine kadın olup, sonrasında erkek olmak lâzım belki de.
Kütük taşıyıp durduğumuz gün misafirhaneye dönüşte yalvarıyorum resmen arkadaşlara; “ hadi deniz kıyısına inelim” diye. Futbol maçı yapmaktan daha cazip bir şekle büründüremiyorum teklifimi ki; yalnızca Kadir, Ulaş ve ben iniyoruz aşağı. Nasıl güzel bir doku. Renkler birbiriyle dans ediyor sanki. Doğa olarak Karadeniz’in kendine has tüm özelliklerini bünyesinde toplamış buralar. Yeşil, elinde ne imkân varsa torbasına derlemiş ve burada ortaya dökerek renk skalasının sergisini açmış gibi. Kara bölümünün yürünebilir son noktasına gelindiğinde Kömür İşletmeleri’ne ait raylı bir sistem çıkıyor karşıma. Bu vagonla deniz kenarına inilebiliniyor ancak. Vagonların biri inerken diğeri yukarı çıkıyor. Yaklaşık olarak beş yüz metrelik dik bir iniş bu. Aşağıda dalgalar Karadeniz’in bilindik azgınlığında kudururken yeşillikler içinde yol alınarak denize doğru yapılan bu yolculuk, adrenalin yükseltmek için oldukça uygun bir yer.
Armutcuk’tan söz etmemek olmaz bizzat kucağında salınıyorken keyifli keyifli. Ondan konuşuyoruz yol boyunca biz de. Armutcuk; Kozlu ve Ereğli arasında sahil tarafında Baba Burnuna doğru gidilince varılacak sürpriz bir köy. Bu köyün yer altı başka bir kent taşıyor koynunda. Tarihi çok eskilere dayanan bir madenci yerleşimi burası. Öyle ki Türkiye’de ilk kömürün bulunduğu ve 1800’ lerde Taş Kömür işletmelerinin ilk kez kurulduğu yermiş, Ulaş’ın dediğine göre. Köyün tam ortasında maden işletmesinin binaları var.Tarihçesini sorduğumda bir zamanlar altı tane mahalle barındırdığını yani 30 000 civarında bir nüfusa ulaştığını öğreniyorum. Ama kamusal alanların geriye dönüştürülmesi projesi ile TTK’nın (Türkiye Taş Kömürleri) olanaklarının kısıtlanması sonucu bugün ancak iki bin kişilik nüfusu ile varlığını sürdüren bir köy görüntüsüne bürünmüş.
İşte madendi, enkazdı, çadırdı derken en son güne geldik. Plân şu: Eğitimin genel bir değerlendirmesini yapmak için önce bir Zonguldak ziyareti, öğleden sonra ise yüksek bir yerden iple aşağı iniş çalışması. İnilecek ama ben hiç üstüme alınmıyorum tabii. Ben inmem diye düşünüyorum sakin sakin. Eğitime geldim ve her şeyine birebir katıldım ama bu safhada ilk kez bir bebek gibi mızıldanacağım gerekirse, buna karar verdim. Çünkü gerçekten korkuyorum. İnenleri seyretmeye ve ayıp olmasın diye de resimlerini çekebilmeye uygun bir yer de beğendim kendime. Kimsenin benden resim filân beklediği yok, ama ben kendimce işe yaramaz da olsa bir şey yapmış oluyorum ya ekip içinde. Aşağıda köpüren bir deniz var; yukarıda insanın tepesine indi inecek gibi duran kocaman bir kaya. Yani şartlar insanı korkularının kucağına atıvermek için yeterince destekler nitelikte.
Barış “Aynur, ekibin yanına gelir misin? ” dediğinde duymazdan gelme şansım da yok. “Yok, ben burada iyiyim, size bakıyorum” gibi cümleler de ne aptalca dururdu diye geçiyor içimden. Ben kendi çapımda içsel içsel düşünürken Barış dışsal bir cümle kuruyor olmalı ki kulaklarıma kadar ulaşıyor sesi:
-Aynur, buraya gelir misin. İnmesen de burada olacaksın.
Evet, bu net tavır karşısında yukarıda onların durduğu bölüme çıkmanın yolunu bulmak lâzım. Bakınıyorum etrafıma; yok, çıkabileceğim gibi değil. Ulaş bana yardımcı oluyor yine. İşte yukarıdayım. Belime ip filan bağlıyorlar. “Şu kişiden sonra sensin” türünden cümleler var ortada.”Hazırlan.” ekleniyor hemen peşinden…
İyi de nasıl? Hani inmeyecektim. E peki, bu kenara kadar gelmiş ve inme pozisyonu almış bedensel hâlimin açıklaması nedir? Barış diyor ki gözlerime bakarak; “Sanki uzayda yürüyor gibi olacaksın. İndikten sonra aynı Aynur olmayacaksın. Artık korktuğun şeyi başarmış birisi olacaksın.” Evet bu sözler çok güzel, çok mânâlı. “Bak, diyorum bana dil döküyorsun şu anda, fark ediyorum ve biliyorum ki sen böyle dil döken birisi değilsin; ve döktüğün dil boşa; bu da kendimi daha kötü hissetmemi sağlıyor. Çünkü inmeyeceğim.”
-Boşa dil dökmüyorum Aynur. Çünkü sen ineceksin.
Artık konuşmanın bittiğini anlıyorum bu noktada. Orada geri doğru sarkmışken “Ben ne yapıyorum, nasıl yani” türü korku cümleleri beynimde kovalamaca oynuyor birbirinin peşi sıra.. Ellerim hiç terlemediği kadar terli. Ama İneceğim çaresiz. Aşağı bakıyorum; o da ne… Ekipte hiç güvenmediğim tek kişi; ipimi tutan. Yani, eğer bir sorun olursa hızlı davranıp beni havada sabitleyecek olan o. Bak, diyorum ona güvenmiyorum. Hepsinin gözlerine bakıp arkadaşları hakkında böyle de söylenmez ki. Ama öyle işte. Söylüyorum valla, can tatlı. Aşağı doğru seslenmek suretiyle yerine ulaştırılan ” dikkatli ol” komutunu duyuyorum bu kez. Bu sorun da tamam. E öyleyse hadi durumu…
Aşağı doğru ilk hamle ve en korktuğum ihtimal. Ayaklarım başımdan daha üstte ve çok yakın. Belim ikiye katlı. Yukarı bakıyorum artık elimi tutamayacakları kadar da aşağıdayım. Evet çok komik bir durum bu. Bunları görebildiğime göre, bayılmamışım demek ki, korktuğum gibi. Hatta o kadar sıkıyım ki orada, kıpırdayamıyorum bile. “Resmimi çekin” esprileri yapıp kahkahalarla gülüyorum hatta. Gariptir, en korktuğum şey başıma gelince pek rahatlıyorum. Fark ediyorum ki kendimi orada öyle sabitleyen de kendimim. Öyle sıkmışım ki ipi, alttaki elimin ipini hafif gevşetince rahatlıyor, ayaklarımı aşağı alıp yeniden vücuduma pozisyon aldırıp, iniyorum. Evet, uzayda yürüyüş gibi gerçekten. İlk işim ikinciyi gerçekleştirmek için yukarı çıkmak oluyor. Ekibin yarıdan çoğu artık gitmeye hazırlanmışken, arada derede ikinci bir iniş bile gerçekleştiriyorum doğrusu.
Kararlıyım; dönüş yolunda mutlaka bir haftadır biriktirdiklerimi ekip lideri olduğu için Barış’a aktarmalıyım..Bundan sonraki eğitimlerde yol gösterici olması bakımından aktarmak benim sorumluluğum gibi hatta. Demeliyim ki; “Grupta kadın olması demek onun da erkek gibi davranması demek değil. Katılımcının kadın olmasından kaynaklı farklılıklarının grup tarafından dikkate alınması ve bunun çalışma programının oluşumunda yer alan bir yapı taşıması gerekir. Kadının kendi başına çözmesi gereken özel dertleri değildir bunlar. Sıkılması bile bunun bir parçası. Güvenliğinin özel anlamda da alınması ise zaten baş koşullardan.”
Evet; aktardım gerçekten de yollar ağır ağır minibüsümüzün tekerlekleri altında eksilirken. Bir gözüm camda “hoşça kal Karadeniz; hoşça kal maden ve hoşça kal kömür”, derken içimden.

Aynur Uluç
H. Karşın 2010 / Sayı: 17-18

Aynur Uluç
Kayıt Tarihi : 18.10.2006 12:48:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Ramazan Topoğlu
    Ramazan Topoğlu

    :)
    ' “Bu ekipte bir de kadın var” diye bir Allah’ın günü düşünün ya…'
    'Ya' bazen en anlamlı fırçadır.

    Şöyle anlatılan bir yer varken:
    'Renkler birbiriyle dans ediyor sanki. Doğa olarak Karadeniz’in kendine has tüm özelliklerini bünyesinde toplamış buralar. Yeşil, elinde ne imkân varsa torbasına derlemiş ve burada ortaya dökerek renk skalasının sergisini açmış gibi. Yürünerek gelinebilen son noktaya ulaşıldığında, Kömür İşletmeleri’ne ait raylı bir sistem ile deniz kenarına inilebiliniyor ancak. Vagonların biri inerken, diğeri yukarı çıkıyor. Yaklaşık olarak beş yüz metrelik bir iniş bu. Aşağıda dalgalar Karadeniz’in bilindik azgınlığında kudururken yeşillikler içinde yol alınarak denize doğru yapılan bu yolculuk, adrenalin yükseltmek için oldukça uygun.'

    Kağıt oynamak bay zevkininin ne kadar basit olduğunu bir kez daha anlatıyor.

    Son fotoğraftaki kadın sahiden yere basmıyor gibi.
    Söylendiği gibi uzayda uçuyor. Bir de gülümsemiş.Böyle zorlu bir eğitim sonra ruh kimbilir nasıl arınmıştır yorgunluktan, rutinlikten.

    Cevap Yaz
  • Ünal Kar
    Ünal Kar

    güzel bir çalışma olmuş...


    paylaşımın için teşekkürler


    selam ve saygılar

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Aynur Uluç