Kömür Madeninde Bir Kadın - II Şiiri - Y ...

Aynur Uluç
498

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Sabah erkenden, madenin olduğu bölümdeyiz. Arabadan henüz çıktık ki; ben baretimi arabada unuttuğumu fark edip geri dönünce ekip binaya girdi doğal olarak. Ben de mümkün olduğunca hızlı bir şekilde arabadan baretimi alıp o tarafa doğru yürüdüm, sonra. Şimdi düşünün; kömür ocaklarına inilen binanın içinde sağda solda oturmakta olan işçilerin gözünde oluşan görüntü şu:Turuncular içinde bir kadın şaşkın şaşkın etrafına bakınıyor. “Ne diye unuttumsa şu bareti... Acaba bizimkiler, hangi bölüme, ne yana gitmiş olabilirler diye anlamaya çalışırken, daha ben bir şey sormadan hâlden anlayan işçiler imdadıma yetişti. Hiç konuşmadan elleriyle gideceğim yönü işaret ederek benimki gibi turuncu tulumlu adamların gittiği yeri söylemiş oldular. Bu şekilde devam ederek bakışlarımın ve turuncu tulumumun sayesinde onların olduğu bölüme kadar geldim neyse ki. Girdiğim bölümün kapısında yazan tabelaya hızla bir göz attım: Tahlisiye yazıyor, daha önce hiç duymadığım bir sözcük.
Oradan çıkıp madene inmeye hazırlanmış bir şekilde önce işletme müdürünün odasına gittik. Kendisi bizle madenlerin özelleştirilmesi ile ilgili yorumlarını, birikimlerini paylaştı. Taşkömürlerinin yıllar boyunca Türkiye ekonomisindeki öneminden söz etti.
Konuşma bitince, madene ineceğiz ya; herkes tuvalete koştu ilk iş. Benim girebileceğim bir seçenek yok tabii. Oradaki görevli hâlden anlayıp “ Yahu beyler, sizde hiç kibarlık yok mu? ... Önce bayanlar; hepiniz dışarı..” dedi. Adam “bayanlar” dedi ama bu “lar” ekini hak edecek benden başka bir bayan yok ortada. İnanılmaz utandım. On beş erkek, homurdanarak tuvaletten geri çıktı. Ben içeri girdim ama bu kadar adam dışarıda beni bekliyor. Üzerimde de bel bölümünde özel düğümlerle bağlı uzun bir ip ve üst kısmını soyunmaktan başka çare bırakmayan bir tulum. Off Allahım. Gerçekten niye erkek değilim ki…
Deniz seviyesinden iki yüz metre yükseklikten başlıyor yolculuk. Önce giyiniyorsun. Asla ateşli bir şeyle aşağı inilemeyeceği için baret üstü lambasının aküsü kemerde taşınıyor. Kemerin diğer yarısındaki ağırlıksa bir kullanımlık hava maskesi. Alarm gelirse hemen başlığı koparıp, hortumun içini ağzınla ısırıp, burnuna tıkacını takıp üç kez üflemek gerekiyormuş ilk olarak. Böylece içindeki kimyasallar reaksiyona girip oksijen üretecek ve maskenin içine nefes alıp verirken bir yandan da koşacaksın. Sırayı şaşırmak pek iyi olmaz. Çünkü dışarıdaki hava öldürücü. Koşarken kazayla çarpılırsa kaymasın diye ağızlığı ısırmak önemli (koşulacak yerleri de sonra gördüm ya, neyse.) Bir de bu ağırlıklarla koşuluyor tabii o anda. Bu maskelerden işçilerde olup olmadığını soramadım. Alacağım cevaptan korktum sanırım. Üstelik çizmem de ayağıma göre nasıl büyük. Kadın için çizme yok ki madende. Kemerim de biraz bol aynı nedenden. Ve bol bir kemerde taşınan ağırlıklar, benim için iyice katmerli.
Büyük bir asansöre geldik. Çanlarla haberleşiliyor. Görevlilerin ayda bir kez kulak kontrolünden geçtiğini söylüyorlar. Espri mi, gerçek mi olduğunu anlayamıyorum. Çanın iki kez çalması laçka, yani aşağı; üç kez vira, yani yukarı demekmiş. Bu işaretler birden ona kadar gidiyor. Artık on numaranın ne olduğunu sormayın; alarm. Bu hesapla dokuzun da durumu pek parlak değil.
Neyse asansöre biniyoruz. Bizim ekibimiz on iki kişi. Onlarla birlikte on sekizi buluyoruz. Tüm Zonguldak, Kozlu, Armutçuk tesislerinin can güvenliğinden sorumlu maden mühendisi de yanımızda, aynı şekilde görevli doktor da. Beş yüz metreyi bir defada ineceğiz asansörle. Bu arada görevli arkadaşlar, ineceğimiz yerde kuyunun bitmediğini, iki yüz metre daha aşağıya doğru deliğin olduğunu (ki bu doğru) , çelik halatlar koparsa neler olacağını anlatan espriler yaparak bizleri rahatlatıyorlar. Onlar için nasıl bir malzemeyiz acaba o anda? Her gün alışmış bir şekilde yaptıkları bir iş, bizim için ne kadar özel. Üç dakika gibi süren iniş, düşündüğüm kadar ürkünç geçmiyor doğrusu. Sadece inildikçe kulaklarda beliren basıncı fark ediyor insan.
Aşağısı ayrı bir yeraltı şehri gibi. Aşağı iner inmez, ekip ikiye ayrılacak deniyor. Aramızda geçen garip konuşmaya rağmen kesinlikle Barış’ın olduğu ekipte olmayı istiyorum içimden. Ancak tam tahmin ettiğim gibi Barış, beni kendisinin olmadığı ikinci ekibe veriyor. Ama ne yaparsınız korku başa belâ. Barış’tan cesaret alırım diye hesaplamışım ya bir kez kendimce, diğer grupta olmaya hiç niyetim yok. “Ben de öndeyim, eğer sorun çıkaracağım düşünülüyorsa arkadan gelen ekibi beklerim kendi başıma. Ama ikinci ekipte bir soruna sebep olursam daha arkası olmadığı için çözümü olmaz diyorum.” Daha bismillah, uyumsuzluk, itaatsizlik. Zifiri karanlıkta nasıl tek başıma kalıp da ikinci ekibi bekleyeceksem. Diyoruz artık delikanlılıktan. Gerekirse bekleyeceğiz. Neyse ki alıyorlar beni ilk ekibe…

Tamamını Oku
  • Ramazan Topoğlu
    Ramazan Topoğlu 18.10.2006 - 14:40

    Yer üstündeki edebi gezi yazılarıyla bilgilerimizi artırıp yol gösteren Özbek, tutmuş, bu kez de eğitim amaçlı bir yeraltı yolculuğuna çıkmış. Hem de bayların arasında tek bayan olarak.

    Bir kadın olarak, bayların toplu halde bulunduğu yerde tek olmanın zorluğu ve tuhaflığı tebessüm ettiriyor.

    Onlar yerin altına indikçe nefes alamaz oldum. Kapalı yerde kalma korkusu. Yürekliliğin kapasitesi cinsiyet tanımıyor.Ben olsaydım o kadar yerin altına inemezdim. Kalbim dayanmazdı.
    O yüzden gerçekten de kutlanması gerekir yeraltındaki yalnız kadın. Şu açılardan da kutlanması gerekir: Katıldığı aktivitenin zorluğundan kormadığı için , ibir de gözlem ve görüşlerini yazı yoluyla dile getirişindeki ustalığından.

    Her zaman olduğu gibi sürükyeci yazıyor Uluç.Bu düzeyli ve gözlemci insan olmanın avantıjı.

    Şu anlatımın ve gözlemin güzelliğine bakar mısınız?

    'Çanın iki kez çalması “laçka”, yani aşağı; üç kez çalması ise“vira”, yani yukarı demekmiş. Duvarda asılı işaretler, önem sırasına göre bir’den on’a kadar gidiyor. Artık on numaranın ne olduğunu sormayın; alarm. Bu hesapla bakıldığında; dokuz’un da durumu pek parlak değil. '

    Hoş düşünsel jimnastikler...

    (Yeraltına inildikçe nefesim daraldı.Hani bir zamanlar nette dönüp dolaşan, Serdar Turgut'un da taktığı Japonların bir yeraltı bilimsel incelemesinde kaydettikleri 'cehenmem sesleri' vardı. Yada öyle yakıştırılan. Mahşer yerinde toplanan dirilmiş insanların çığlıkları ve megafondan 'artık iş işten geçti şimdi olacaklara hazır olun' dersesine yayılan boğuk, otoriter bir ses)
    Aklıma geldi.

    Yerin yediyüz metre altına iniyorlar, madendeki kadın cebine kömür sokuşturuyor hatıra olarak.
    Cam bir fanusda saklanacak en güzel aksesuarlardan biri bence. Başkasına hediye edilerek kaptırılmayacak olan.

    Cevap Yaz
  • Halit Mehdigil
    Halit Mehdigil 17.10.2006 - 22:12

    çok ilginç geldi bana .Okumak başka şey yaşamak başka şey.Yürekler neler yaşıyor yerin altında beyinler hangi problemleri çözmeye çalışıyor dar anlarda.Bunu okuyunca Zola nın Germinal adlı romanı aklıma geldi.Bir an beni o romanda yaşattınız.Anlatımınız harika.Tebrik ediyorum sizi ve bizim için yerin altında çalışan işçileri alnından öpüyorum.Ölüm ve para ne kadar güç değil mi?

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 17.10.2006 - 21:18

    :)

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta