Bedeninden evvel, ruhu da ölebilir insanın
Hiç bilmediğim şehirlerin, daha evvel hiç görmediğim, bilmediğim sokaklarının, karanlıkların da sabahladım… Bazen bir çöp kenarında, bir kartonun sıcağın da üşüdüm. Bazen, hiç bilmediğim otogarlar da; ahşap bankların üzerinde yıkıldım, uyanma saati belirsiz. Zulam da koynuma sarmaladığım bir şişe, cebimde bir paket tütün ve bir paket kibritti bütün varlığım…
Olsundu…
Güvenini yitirdikçe;
Bedeninden evvel ruhu da ölebilir insanın…
Geleceğimizin, güzelliklerle dolu olacağı hayaliyle, büyütülecek çocuklardık biz, oysa…
Babasız kaldı kimimiz, Öksüz anasız kaldı birilerimiz…
Bir anda değişiverir hayatı insanın…
Bir yaz gününde, aynı saat içinde, zemheriye dönüverir de mevsim…
Her şey bir an da ters düz oluverir:
Bedeninden evvel ruhu da ölür insanın…
Eski yıllardı; devlet baba mağrur, devlet baba ciddi, devlet baba dedikleri, çatık kaş... Bize göre devlet baba: iki hademe, bir müdür, bir de eli sopalı her koğuşta bir baş… Merhametsiz insanların, sanki özenle seçildiği, kimi kamu personelleri temsil ederdi devleti… Küflü ranzalarımızın, gıcırtılı fon müziği eşliğinde; günlük, standart dökülmesi gereken yaşlarla, yastıkları ıslatmadan, uyuyamayan çocuklardık biz…
Acınası dramlar serisinden, bir seçenekmiş gibi okuyup geçilemezdi, roman olmazsa da bir tutanak zaptından alınmış, yaşanmışlıklar serisinden bir hikayeydi bizimkisi…
Böyle bir hikayenin kahramanı olununca;
Bedeninden evvel ruhu da ölebilir insanın….
Çoğumuz doğduğu günü bilmeyen, çocuklardık biz... Belki, bulunduğumuz gün doldurulmuştu, kafa kağıdımız, belki de bir akrabamızın beyanı esas alınmıştı kim bilir… ancak bizler kendi aramızda birkaç kek üzerine dikilmiş, birkaç kibrit çöpünü tutuşturur üflerdik… Üstüne belki kibrit çöpü kadar merhametli olmayan, eli sopalı deyyusların, bedenimizde dayak atarak keyif çattıkları, bir zulme maruz kalacaktık ama olsun du… Çünkü, ruhumuzun ihtiyacı vardı iki gramlık mutluluklara…
Artık acıya direnç göstermeye, duyarlı çocuklardık biz… Önemli olan yaşayabilmekti, ancak büsbütün kaybediyorduk ruhumuzu…
Acı eşiği yükseltilmiş sinir uçlarına sahip olmuşsanız;
Bedenin den evvel ruhu da ölebilir insanın…
Bizim koğuşta, herkes öldürürdü akrabalarını…
Çünkü yoktular ve ruhumuzda ölmeye, kendi kendilerini, kendileri mahkûm etmiş, olanlardı onlar… Herkes öldürürdü ruhunu…
Şimdi bütün acıların, boynumuzun altında bir keman yakınlığın da, yaşamını düşe kalka sürdürmeye çalışan, ölüm güzellemeleri ile kafiyeli şiirler döktürdüğümüz, ancak sevgilinin, ay ışığı gözleri, ütopyadan ibaret bir akıl almazlık olurken, hayatın olağan akışı, bize göre yazılmamıştı… Bir duvar kuytusunda, iki odun tutuşturup, bulabildiğimiz bayat bir ekmek parçasını gevişlerken; sövüp saydığımız bir ömürde ölüyorduk biz…
Bilinen bütün tıbbi bilim dergilerin de, yayımlanmalıydı;
Bedeninden evvel ruhu da ölebilirdi insanın…
Siyahın, griye doğru solduğu renkte, o büyük kapının dışına, bir yudum nefes alıp, güzel günlerin hayalleriyle atmıştım adımımı… Bütün ürpertilerimle beraber… Ne yana, ne yöne gideceğimi bilmeden.. Akşam nerede olurdu? Gün nerede batardı? Hem de hiç düşünmeden!
Sırtımda bir hırka, elimde küçük bir valiz, cebimde devlet babanın, son kez verdiği iaşe ile…
O gün, akşam olmak bilmemişti, adımlarımı şehrin en kalabalık yerlerine doğru atıyordum... Kuytular güvensizdi, kalabalıklar kaybediyordu beni…
Korkuyordum…
‘’Buradan çıkan herkes geri dönmek ister’’ derlerdi, inanmazdım…
Gidecek kimsesi kalmayınca;
Bedeninden evvel ruhu da ölebilir insanın…
Gece ilerlemiş, Sabaha doğru yüz çevirmeye başlamıştı.. Yorgun düşmüş, acıkmış ve kendimi kaldırımın, üzeri duldalı bir kuytusuna bırakmışım…
Bir barın arka kapısıymış, hayatımın geri kalanının, daha beter mahvolacağı bir hikayenin, başlangıç noktası meğer orasıymış…
Yarı uykulu, yarı uyanık, kulaklarım da kalabalık bir uğultu, ayak sesleri, enseme enseme vuruyor gibi…
Bir kaç ticari taksi, dirsek teması sıralanmış, belli ki bar personelini bekliyor gibi. Bir el uzandı omzuma anne eli gibi sıcak, şefkatli, yüzüme eğildi, gözlerimin içine bir meleğin gözleri bakıyor gibiydi…
Seslendi kulağıma:
“Çocuk”!
“Bedenin yaşarken, ruhunu öldürme, biz öldük sen bari yaşa çocuk, sen bari yaşa”
Murat Bekir Alpars
Kayıt Tarihi : 22.2.2024 14:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!