Zılgıt vakitlerin penceresinden hayatı izliyorum, ruhumda aldanmışlıklar
Yangın suyla sevişiyor, yanık ormanların derinlerinde hazin yaşanmışlıklar
Aşkın muştularıyla geçtim koca ömrü, ruhumda tortulu hicranlar, sancılar
Tutkumun salına tutunuyor bir kadın, yüreğinde dokunulmamış baharlar
Rüzgârın taşıdığı tortularla oluşan dağların mor okyanusuna polen taşır kuşlar. Gökyüzüne saçlarını serer bir kadın, üşümüş yüzünde kurumuş hıçkırıklar. Kartal avını süzer yamaçlarda, av nafaka toplarken yağmalanmış ve kıymeti bilinmemiş yanık ovalarda.
Kızdıkça güneş, sırtını yakardı ateş. Dokunurdu rüzgâr geceleri endamına patlardı tomurcuk, ayrılık vakti olurdu yüzlerini yakan direnç. Mevsim tavlı unutuluşların narıydı belki de, devrildikleri sarı topraklara yürüyünce suların dilindeki lal/i aşk.
Kırpıntı cümlelerden şiir örüyor insanlar, ökçesiz yalnızlıkların ırak limanlarında aşkı bekler iken. Daralmış göğsünde bir adam gücenmişlikleri saklıyor ve kuluçkada çürümüş umutlarla asırlardır hep yek gelişlerin zılgıtlarıyla ömrünün tespihlerini çekiyor.
Katıksız sevgilerin camdan fanuslarında kaygan çırpınışlar, dilde zer zemin boşluğu an. Tutku sarılmış aşkın salına, dünleri üzerliklere sarmalayıp asıyor bir adam. Muştular biriktirmişsin adıma yar, ufkumun mor dağlarını kuşatmadan fırtınalar.
Nazlı yaprakların hışırtısı başladı ağaçlarda, tunçtan anıların koynunda bir kadın özlemin sofralarını kurar ay dingin ve mağrur yansıdıkça. Minarelerden esaret ilahileri yükselir birazdan, diller çözülür, eller yürekte birleşir ve mutluluk hazla birlikte içilir.
Tırmıkla kökünden ayrılan otların tohumunu toprağa dökmesidir ayrılık. Mevsimleri dörde bölen kâhinlerin saklı tebessümlerinde hep hüznün kemendi asılıdır. Yoksul özlemlerin soğuk yataklarına gözyaşını içirir aşk, yorgun günlerin alyansı bu yüzden asildir.
Yapışkan tortular birikirdi yürek ambarımızda, yoklama kaçağı sevinçler asarken gevremiş iplere. Mataramızda sulu aşklar, ilençli vedalar ve kaygılı yarınlar taşırdık, öfkemizin küflü tetiğini düşürdükçe yalnızlığın kırık gönüllü yoksul dışlanmışlıklarına.
Aşkın askısında yeryüzünü izliyor ay, karanlığı yırtar iken köpek sesleri. Uykudan önceki son göz kırpışlar, nemli yataklarda iltica nefes şenlikleri. Baykuş yarasa avlıyor ay ışığında, dilsiz sevişmelerin kıyam sarılışlarıyla örselerken kollar bedenleri.
Gecenin uzak köylerinde kocaman bir yumruk içimde yokluğun. Kayda geçmeyen sevişmelerin odalarını rengârenk sarılışlarla boyasan da geçmez sana olan yoğunluğum. Bir yıldız seçtim özlemine gökten gülüm, sağımda asalet artığı ölüm, solumda öldürmeyen hüznün.
Yuvanın direği çökünce taşıyamaz başka bir dayanak. Hederle sarmalanan yaşamların sayfalarında neyi bulmak istersen çıkarır, ancak anları başa saramazsın. Yılgın vakitleri süpüren rüzgar örsünden geriye kalan bir tutam haz, bir yığın hicrandır ne yazık! .
Bedeli hüzünle ödenmiş düşlerin kayıp ormanlarında kuzgun acılar kaynatır ilençli falcılar aşka. Her kurşun kalibresini özler bir gün, tenden ayrılarak hesap sorar tetiği iten ele. Renklerin en asili mavidir, devrik günlerin kazanlarından akar yüreklere.
Öyküyle karıştırılan kirli çanaklarda geride kalan dünlerin uzak anları. Savruk rüzgâr yelesinde dostluklar, yıkık damlı evlerde kıyıda köşede bırakılmış mağrur unutulmuşluklar. Hangi sayfaya gizlendin ey aşk söyle! Seni bulmak için un ufak mı etmek gerek heybetli dağları?
Kendi dalına asılan yalnızlık asasıyla ve asırlara ulaşan asil yazgısıyla sohbette ay, tohuma şevk vermek istercesine. Yaşlı ışıkları yeryüzüne yetmese de, kahrını saklıyor gövdesinde. Ay düşmüş sevgilinin şehrine şimdi, kokusunu taşıyacak rüzgâr koynunda.
Dağılınca duman acımış kokusu kalır geride. Hüznün palaz maşrapalarından su içerken yangın yürekler, aheste sevinçler patlar derinlerde. İntizarla kutsanan ruhumun saklanma odalarında ara yar beni, mağfiretsiz zarların şanssız çuhalarıyla sarmadan bedenimi bir yerlerde.
Acıdan ve kahırdan ağlayan asmaların gözyaşını almaz toprak, göklere değmeyen elimizin çizgilerini güneş ısıtmaz. Hercai menekşelerin düş yaşıdır aşk, mağrur dualarla serpilir, yasak ve korsan sevişmeler tavını almadan sevginin tohumunu besleyemez.
Kendi mızrabının devrik şişesini dağlara asmış bir adam, mor gülüşlü rüzgâr biçerken rençperler sarı ovalarda. Sesinin efsunu var buralarda, yağmurun tavlı bereketini kutsarken güneş toprakta. Aşkın ruhuyla sevişiyor bir kadın, yorgun bakışlı musallalarda.
Selahattin YetginKayıt Tarihi : 24.7.2013 08:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kendi ırmağımızdan ne çok uzağa gitsek, günün birinde yağmur olup, zerre olup ineriz yine kendi kuyularımıza ve çoğalırız aşk akan bir menzilde. Kayıplara karışmış ipek yollarımızı aramaktan yorgun, kendi aşk ovalarımızın kıraçlarında mevsimleri çağırmaktan argın kalırız, hayatı sevsek de, sevmesek de. Bir şarkı gibi sokulur bir gün yüreğimize aşk, çığlıklarla büyür ve sarar elim bir ağrı gibi göğsümüzün o hüzün mabedini, kimi türküler, kimi şarkılar ve kimi de yürekten dökülen şiirlerle.
off finale bakın...
tebrikler cannn
Sabaha gelen mükemmel bir paylaşımdı.. Emeğinize yüreğinize sağlık. Saygılar size..
TÜM YORUMLAR (4)