Kızılderililerin hepsinin olmasa da bir kısmının Türk kökenli olduğunun söylendiğini duyarız bazen..Ancak haklı olarak bu savın doğru olup olmadığı konusunda şüphelere de kapılırız..Elbette bu insanların yani “Kızılderili” ya da bir galatı meşhur olarak “indians” olarak anılan insanların kökeninin şu veya bu olmasının, yani kafataslarının şeklinin bizim için çok da önemi yok..Sonuçta onlar kendilerini şu anda farklı bir halk ya da millet olarak tanımlıyorlar..Kökenleri nereden gelirse gelsin bu insanlar binlerce yıldır Amerika kıtasında yaşıyorlar ve bu binlerce yıllık süre de onların yepyeni bir millet olarak başkalaşmasına yeter bir süredir..Bulgar Türkleri daha kısa bir sürede Bulgar milleti diye apayrı bir millet olmuşlardı bildiğiniz gibi...Bunlara Türk soyundan gelen Finler ve Macarlar da eklenebilir..Fakat bu insanlarla bir şekilde akraba olduğumuzu bilimsel verilerle ispat edebiliriz..Bunu ispat için kullanılabilecek en önemli araçlardan birisi de bildiğiniz gibi dildir..Pek çok Kızılderili dilinin UralAltay kökenli diller olma ihtimali hem de kuvvetli olarak vardır…Bering boğazı yoluyla Orta Asya’dan Amerika’ya göçen Orta Asya halklarının tamamının da Türkler olduğunu söylemek imkansızdır..Ancak Kızılderili dillerini incelediğimizde bu kıtaya göçen milletler içinde Türk milletinin de atalarının var olduğu kesindir..Yoksa Kızılderili dillerindeki Türkçe kökenli kelimeleri açıklamamız asla mümkün olmazdı..Elbette Osmanlı döneminde Amerika’ya göçen “Meluncanlar” denen topluluğun Kızılderililerin dillerini etkilediği gerçeğini de unutmamamız yerinde olur..Zira Meluncanlar büyük bir ihtimalle Osmanlı Türkçe’si konuşuyorlardı..Bildiğimiz gibi bu Türkçe, Arapça ve Farsça kelimeler itibariyle zengin bir lehçeydi..İşte Kızılderililerin yakınlarına yerleştirilen Meluncan’ların Kızılderili dillerini etkilediğini varsayarsak, bu dillerdeki bazı kelimelerin Arapça ya da Farsça kökenli olma ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekir..Bir Kızılderili kavmi olan Çerokilerin dilindeki “saat” gibi Arapça kökenli kelimelerin de başka bir izahı zor görünmektedir..Üstelik “hadjo” (haco) şeklinde telaffuz edilen ve Osmanlı Türkçe’sinde ve günümüz Türkçe’sinde sıklıkla kullanılan Farsça kökenli “Hoca” (Hace) kelimesi de ancak Meluncan’ların dillerinin etkisiyle açıklanabilir.Biz bu gerçeği inkar etmemekle birlikte Orta Asya’dan göç edildiği şekliyle Kızılderili dillerinde kalan Türkçe kelimeler üzerine odaklanmak istiyoruz..Küçük de olsa bulacağımız benzerlikler bizleri ortak bir kökene en azından Moğollarla, Japonlarla olduğu gibi Kızılderililerin bazı boylarıyla da akraba olabileceğimiz gerçeğine bizi götürür…Bu gerçek de belki Kızılderililerin Türkiye’ye, Türklere daha sıcak bakmasına vesile olabilecek gelişmeleri doğurabilir..
Bizim asıl amacımız Türkçe’nin köklü ve de büyük bir dil olduğunu gözler önüne sermektir..Bu çalışmalarımız neticesinde dünya milletlerinin ve bilhassa da Amerikanın yerli halklarının güzel dilimiz Türkçe’mize sevgiyle bakmasını sağlayabilirsek mutlu oluruz..Bu amacımız da daha büyük bir tali gayeye odaklanmıştır..Biz Türkçe’yi sadece bir Irkın dili olarak görmüyoruz..Bu dil İran’dan Yunanistan’a, Doğu Türkistan’dan Bosna Hersek’e, Hindistan’dan Arnavutluk’a kadar binlerce yıl yaşanmış büyük bir medeniyetin ve de kültürün simgesi olmuş bir dildir..İnsanlığın kurtuluşunun ise medeniyetimizin sahillerinde olduğunu görmekteyiz..Türkçe de bu medeniyetin ve kültürün dili olarak bu medeniyete yaraşır şekilde, haşmetli, düzenli ve de güzel bir dildir..Dünya milletlerinin Türkçe’ye yönelmesi demek, onların Türkleşmesi anlamına gelmez.Bizim de dünya insanlarını Türkleştirmek gibi bir gayemiz asla yoktur.Zaten böyle bir ırkçı ve de asimle edici bir anlayışı benimsememiz mümkün de değildir..Belki Büyük bir medeniyetin ortak kültür dili olan Türkçe yoluyla insanlar, Doğunun, Asya’nın huzurlu limanlarına sığınarak, çağın bunalımlarından kurtulabilirler..Reçete bizim medeniyetimizdedir…Reçetenin dili ise Türkçe’dir..Dünya insanları kurtuluşlarının reçetesini tam manasıyla okumak istiyorlarsa Türkçe’yi öğrenmek, sevmek zorundadırlar..Bu da ancak Türkçe’nin güzelliklerini, zenginliklerini dünyaya haykırmakla mümkün olabilir..Yani Türkçe, harflerine kadar içine sindirdiği, medeniyeti, dini, kültürü haykırmak istemektedir..Bu bir boşalma hamlesidir..Binlerce yılın elmaslarla, mücevherlerle dolup taşmış birikimini başka kültürlere, dünyalara ulaştırma çabasında olan önderimiz; Dilimiz Türkçe’nin ricasını yerine getirmekteyiz..O bize kendisini gösterdi, biz de bu acizane aynalığımızla onu dünyaya gösterme azmindeyiz..O bizle konuştu, biz de şu zavallı mikrofonluğumuzla onu evrene dinletme aşkı içindeyiz..İşte şimdi Kızılderili diliyle bir yakınlık hisseden Türkçe bakalım nasıl konuşmaktadır ve bu yakınlığı haykırmaktadır görelim:
Kızılderili’lerin sayı sitemleri incelendiğinde Türkçe’nin bu dillerdeki izlerine rastlamaktayız..
Örneğin “Bir” sayısını aynı anlamda üstelik aynı seslerle bazı Kızılderili kavimlerinin dillerinde bulmamız oldukça şaşırtıcıdır..Bilhassa dilbilim alanında pek çok bilim adamı yetiştirmiş Amerika bu gerçekleri neden daha açık ve güçlü bir şekilde haykırmamaktadır bilinmez…Biz Amerikanın yerli kavmi olan Kızılderilileri Kowboy (çoban) filmlerinden öğrendiğimiz kadarıyla savaşçı, kafa derisi soymayı seven, beyazları öldürme alışkanlıkları olan insanlar olarak tanımaktayız…Halbuki onların yüzlerce yıl katliamlara maruz kalan ve de bugün soyu nerdeyse tükenmiş bir millet olduklarını da hatırlamamız gerekiyor..İşte bu özgürlüğüne düşkün kavmin Çin seddini defalarca aşmış Türklerle ve diğer özgürlüğüne düşkün orta asya milletleriyle akraba olduğunu bu “bir” sayısı bir kere daha ilan ediyor..Tarahumara Kızılderililerinin dilinde Türkçe’deki “Bir” sayısı “Bire” şeklinde Guarijo Kızılderililerinde ise aynı sayı “Pire” şeklinde yine bu kelime ile aynı kökenden gelerek başkalaşan “Wihl” (BirWhirWihl) Quileute dilinde binlerce yıldır yaşamayı başaran Türkçe kelimelerdendir…Yuki, Nuxalk gibi Kızılderili boylarında bu “Bir” sayısı “Maw” “Panwi” şekillerinde yaşamaktadır ki bu küçücük örnekler bile binlerce ses ihtimali içinde Türkçe’deki “Bir” sayısıyla bu kadar benzer seslerle telaffuz edilmelerinin ortak bir kökenle açıklanabileceğini gösteren nadide örneklerdendir..
Türk dillerinde hemen hemen hiç değişmeden “iki” ya da “yiki” şeklinde telaffuz edilen “iki” sayısı Bir sayısından daha yaygın bir şekilde ufak ses farklılaşmalarıyla birlikte Kızılderili dillerinin tamamına yakınında yaşamayı başarmıştır..Bazı kullanımlarda mesela; Jicarilla Apaçilerinde “Naakii” Batı Apaçilerinde “Naki” şeklinde başlarına bir “n” ünsüzü alarak yaşamayı başarmışlardır…Lavrentian dilinde “Tigneny”, Pomo dillerinde “Kaw”, Koyukon dilinde “Netih”, Powhatan dilinde Ninge, Carrier dilinde “Nanki”, Çipewyanların dilinde “Naki”, Willapa dilinde “Natke”, Kato dilinde “Nakaa”, daha belirgin bir şekilde Sarcee/Tsuut`ina dillerinde “Ekiyi”, Pawne dilinde “Pitku” şeklinde başa “p” ünsüzü alarak, Inezeno Chumash dilinde Iskom şeklinde, Cochimi dilinde “kuak” formunda, Karok lisanında “Áxak” (x=Gırtlaksı hırıltılı h) Havasupailarda “Xuwak”, Mojave dilinde “Havik”, Highland Chontalların dilinde “Oguéh” şeklinde aslını açıkça andırır bir ses dizgesiyle, Kueçularda “İskay” sesleriyle kullanılan kelimenin Türkçe kökenli İki, eki, yiki şekillerinde telaffuz edilen “İki” kelimesiyle benzerliği aşırı bir dilbilim bilgisini gerektirmeyecek şekilde aşikardır..
Diğer sayılarda da çok benzerlikler olmakla birlikte bilhassa “beş” sayısı pek çok Kızılderili dilinde Türkçe “beş” sayısı ile benzerlik göstermektedir..Bu kelimenin Kueçu dilinde “piska”, Mutsun Ohlone dilinde “Parwes”, sesler ters dönmüş bir şekilde Maya dilinde “Job”, Wyandotlarda adeta Türkçe’deki seslerle aynı biçimde “Weyş” (BeşWeşWeyş) şeklinde telaffuz edilmesi de tesadüf olmasa gerektir.. Susquehannock dilinde “Wisck”, Seneca yerlilerince “Wis”, Mohawklarca “Wis” şeklinde ve pek çok Kızılderili lehçesinde benzer şekillerde telaffuz edilen bu kelimelerin Türkçe “Beş” kelimesi ile ortak bir kökenden geldiğini söylemek “iki kere iki dört eder” demek kadar doğrudur..Diğer sayılar da bilhassa “üç” ve “dört” sayıları da dört kelimesini andıracak seslerle Kızılderili dillerinde halen yaşamaktadırlar..
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta