Kızıl tüğlü devenin süvarisinde kaldı gönlüm,
Suk-u ukaz’a bıraktığı nidalar yankılanırken Hira’da
Şakk-ı sadr’dan kalma ince uzun bir şakuli misali
Çölün buz tutan ayazında, yandıkça söndüm.
Aklı akılla mat etmeye çalışırken bir zamanlar,
Berzah kertesine dizdim beynimi sömüren kuruntuları.
Bir inşirah bekledim, nadinin adını duyurduğu Rabden,
Gönül rabıtasına kuruldu sonra Yaradan’ın her adı…
Aleni bir yalnızlığa bergüzar eyledim,
Biriktirdim gönül kefemde sabır murakabelerini,
Ezaya ahu, cefaya ya Hu dedim;
Visaline baş koyduğum, telakki kokan şahrini…
Ne bir vahım oldu bu şekavetler deryasından yana,
Ne de bir ahım, baş koyduğum muradıma.
Sonra hal-ü saffetle yoğrulup da maddede,
Bir kum tanesine dost, masivaya senaat dedim
Sonsuzluk girdabından çıkarıp aldım sonu,
Ucu bucağı olmayan mirkelam bir hoyrata;
Ve Hay, hayata sığmayan müşterek bir konu,
Buldum, çoktur arayıp da bulamadığım onu…
Bulmak nedir? Yitmemişti ki hiç,
Hiçlik âleminde girizgâh eylediğim biri,
Döndüm, ilk yollara düştüğüm diyara,
Yoktu, bıraktığım yerde kızıl tüğlü devenin süvarisi
Yalnız bir şey vardı, değişmişti ıtırı havanın,
İnsan, nebat bile farklıydı öylesine
Öğrendim, nice sonra öğrendim ki;
Süvari, Muhammed’e bırakmış yerini…
Kayıt Tarihi : 1.12.2014 11:44:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!