Büyük kar yerden kalkmadan, bir öğle üzeri Karaçam köyünden Süvari Halil’in Narlıköy'e gelişi, Vedat Ağa’nın evine misafir oluşu duyuldu. Süvari Halil zengin, her yere beyaz atıyla giden ve köyünün en hatırı sayılır kişilerindendi. Etraf köylerden adını duymayan yoktu. Aralarında iki köy bulunan Karaçam’dan, Süvari Halil'in köyde hiçbir yere uğramadan doğrudan Vedat Ağa’nın evine gelişi merak konusu oldu. O sırada evde olan Vedat Ağa, Süvari Halil’i kendisi karşıladı. Selamlaşmadan sonra Süvari Halil’in ilk sözleri:
-Atım çok yoruldu, terledi. Üstünü örteyim, teri, üzerinde kurumasın, demek oldu.
Eyerini çözüp, atın terkisindeki battaniye ile, boydan boya atın sırtını örttükten sonra uzun, siyah sahtiyan çizmelerini çıkararak içeri girdi. Vedat Ağa ne kadar sert bir insansa o kadar da misafirperverdi. Misafirinin altına kalın bir yün döşek, sırtına da iki adet yün yastık koyarak rahat ettirdi. Vedat Ağa ilk iş olarak hemen gaz ocağını yakıp küçük kahve tavasına, çiğ kahve tanelerini atarak kavurmaya başladı. Kavrulmuş kahve tanelerinin hoş kokusu evin içini sardı. Boru şeklindeki pirinç kahve değirmeninde, sabırla kahve tanelerini öğütürken Feriko gelerek, gözlerini yerden kaldırmadan Halil Ağa’nın elini öptü.
Halil Ağa:
-Berhudar ol kızım derken gözlerine inanamadı. Feriko, duyduklarından çok daha güzeldi. Gözlerini yerden kaldırmadan Feriko geri çekilirken ağa içinden ''Bana az bile anlatmışlar! ’’ diye geçirdi.
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,