Bizim oralarda üvey anne insafında büyüyen öksüz çocukların durumunu ve üvey anne zalimliğini anlatmak için, acı yüklü gözlerini kastedilen öksüz çocuklardan ayırmadan…
“Kızdırılmış şişin ucunda verilen ekmekle bu günlere geldiler” derdi büyüklerimiz.
Bu günlerde ve on yıllardır yaşadıklarımıza baktığımızda bu tümce “Kürt Sorunu” diye adlandırılan sorunla çok iyi örtüşüyor.
Aslında “Kürt sorunu” denilen olaya içtenlikle bakıldığında, durumun bir insanlık sorunu olduğunu görmüş oluruz.
İşte bu tümceyi bu insanlık sorununa uyarladığımızda şöyle dememiz gerekiyor.
“Kızdırılmış şişin ucunda verilen ekmekle, insan hak ve özgürlükleriyle, demokrasi kırıntılarıyla ve hatta yaşam hakkıyla büyüyüp bu günlere gelindi.” diye.
Hepimizin ve hepinizin bildiğini bir daha tekrarlayacak olursak…
Önce Kürtleri toptan halk olarak yok saydık. “kart kurt” dedik dillerine, aşağıladık.
“Ben insanım! Ana dilimi bana yasaklayamazsınız” diyenlerin dillerini kızdırılmış şişle dağladık. Açım, işsizim diyenlere kızdırılmış şişi göstererek, susturmaya çalıştık.
Zindanlara attık…
Yetmedi “On İki Eylül”leri yaratarak, işkence odalarında inlettik. Yaşam haklarını ellerinden alarak, ve artı, sol adına ne varsa kıyımdan geçirdik!
Ezilmişliğe, haksızlığa, yoksulluğa isyan edenin, dağa çıkanın yurttaşımız olduğunu inkâr ederek, nedenlerinin üzerinde hiç düşünmeden “bizden” saymadık.
Kürtlere isyankâr çocuklarınızı inkâr edin, yok sayın dayatmasıyla yüklendik!
Evlerini, köylerini yakıp yıktık. Tarlasını, bahçesini, yaylasını yasakladık.
Kızdırılmış şişler çoğaldıkça, isyanın derinleşeceğini hiç aklımıza getirmedik!
Dünyanın hiçbir yerinde, şartlar ne olursa olsun, neden ne olursa olsun, hiçbir anne babanın evlatlarından vazgeçmeyeceğini, geçemeyeceğini kendimize söyleyemedik.
Dağa çıkanların, silaha sarılanların başka bir gezegenden falan gelmediğini, bu insanların Kürt çocukları olduğunu ve bu ülkenin yurttaşları olduklarını kendimizden sakladık.
Bu ülkenin yurttaşları tarafından var edilen, Adına “devlet” denen kurumun, bu ülkede yaşayan her yurttaşına, güneyine, kuzeyine, doğusuna, batısına, sofrasına taşıyabildiği ekmeğinden, eğitimine kadar her anlamda eşit davranılması gerektiğini bir türlü hatırlayamadık!
Karanlığı çoğaltarak…
Duyarlı, düşünen, insanca değerleri savunan insanlar yerine, duyarsız, bencil, bana neci,
sevgisiz, linç etmeye ve öldürmeye hazır bir kuşakla utanmaya mahkum ettik bu ülkeyi.
Savaşın ve sevgisizliğin bu ülkenin bağrından çekip aldığı elli bin insanımızın kanından utanmadık ki, hala barış getireceğiz diye silahsız insanları ve çocukları öldürerek, barışı
getirebileceğimizi düşünüyoruz!
Demek ki istenen başka bir şeydir!
Bilmez mi ki bu kan severler…
Kan barışın düşmanıdır…
Ve öldürerek kardeş olunmaz…
Ey bu ülkeyi yurdu bilen, varlığıyla var olmasını sağlayan, her dinden ve dilden ülkemin yurttaşları…
Gelin bu günümüzü ve geleceğimizi daha fazla kana bulamalarına izin vermeyerek, bütün samimiyetimizle yüreğimizi barışa açalım.
İnanın ki…
Barışçı bir ortamda eşit olarak, kardeşçe yaşamayı istemek de bir insan hakkıdır!
Gelin…
Bu hakkımızı kullanalım…
Savaşa ve bu savaştan nemalanan ince hesap sahiplerine, derinine, görünenine, cellât’ına, katiline dur diyelim…
Bu güzel düşü düş olmaktan çıkarıp, yaşamda yerini alabilmesinin tek çaresi öldürmek değil dinlemek, anlamak, hiç kimseyi ayırmadan affetmektir.
Acının, gözyaşının, kalıcı barışın dermanı genel af çıkarmaksa, bunu bu ülke insanlarından esirgemeden, gelecek güzel günlerin hatırına, o affı çıkarmak gerekir.
Kardeş kavgasının korkusuyla yaşamak yerine…
Umutla yaşamak adına, affedici ve bilge olmak…
Bu ülke insanlarının iyiliği adına, barışın umudunu yükseltmek…
Bu ülkenin kaderini elinde tutan, her insanın ve her kurumun görevidir.
Özellikle “Türkiye Büyük Millet Meclisi”nin.
Çünkü…
“Bir dönemin çözümleri, bir sonraki dönemin sorunlarıdır.”
Ve çözüm öldürmek değildir…
Bu yakıcı sorunu çözmek için, bu önemli ve özellikli adımın atılması gerekiyor.
Bu iyiliği bu ülkeye yapalım…
Savaşın kötülüğünü, vahşetini, hak hukuk tanımazlığını, zalimliğini yeterince yaşadık.
“Haksızlığın en büyüğü olan iç savaşın, haklı gerekçesi olamaz.”
Düşen her can acıyı, acı ise intikam duygusunu çoğaltır…
Kan davasına dönüşen ve gittikçe bu ülkeyi karanlığının dibine çeken bu kör kuyudan kurtulmak için…
Onurlu, eşitlikçi, kalıcı bir barışın ışıklarını önce yüreğimizde, sonra bu ülkenin her karışında
yakarak aydınlığa koşalım.
Unutmayalım ki…
Kızdırılmış şişin ucuyla barış verilmez…
Barış bir haktır zaten…
Ve insan olabilmenin en birincil hakkıdır…
Gelin insan olduğumuzu hatırlayalım…
Gelin barış diyelim…
Suna Aras
2 Nisan 2006
[email protected]
[email protected]
'ortakhaber.com
Suna ArasKayıt Tarihi : 3.4.2006 00:29:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)