“ Yapmayın! Vurmayın bana ne olursunuz. Yalvarıyorum size. Ben size hiçbir kötülük yapmadım. Ne suçum günahım var benim. Ben de sizin gibi dünyaya geldim. Sizin gibi de ruhumu teslim edeceğim. Lütfen! Yüzüme vurmayın! “
Yediğim onca dayağın etkisiyle bayılmış olmalıydım. Hatırladığım tek şey beni döven irili ufaklı dört ya da beş kişilik erkekten oluşan gurubun arasında pinpon topu gibi oradan oraya savruluşum ve onlara yalvarışlarımdı.
Beni dövdükten sonra öylece kaldırımın üzerinde bırakıp gitmişlerdi. Kendime geldiğimde, etrafıma dayaktan feci şekilde şişmiş gözlerimi aralamaya çalışarak, bakmaya çalıştım. Etraf, epeyce kalabalıklaşmıştı. Ama nedense kimse bana yardım etme gereği duymamıştı. Ne kadar orada, o şekilde yattığımı bilmiyorum ama buz gibi kesilmişti vücudum. Kemiklerim feci şekilde ağrıyordu. Sanki üzerimden dozer geçmiş gibi hissediyordum kendimi.
Üzerimdeki kıyafetler, yediğim dayağın ispatıydı sanki. Paramparça olmuştu. Parçalanmış kıyafetlerimin içinden morarmış tenim görünüyordu. Bembeyaz tenim, morluklarla menekşe tarlasına dönmüştü sanki.
Yavaşça kalkmaya çalıştım. Başım fırıldak gibi dönüyordu. Biraz o şekilde oturdum. Sonra gücümü toplayarak ayağa kalktım. Vücudumdaki yaralar ve morluklar, canımın yanması, gözlerimin şişliği beni yaralamamıştı. Gururum kırılmış ve rencide olmuştum. Gururum benim için çok önemliydi. Sol bacağım şişmiş ve yürümeme engel oluyordu. O şekilde eve gidemeyeceğimi anlayınca, yoldan geçen bir taksiyi çevirdim. Taksici kenarda durdu. Taksinin kapısına ulaşmam epey bir zaman aldı. Arkaya geçtim ve oturdum. Adresi verdim ve eve gidene kadar için için ağladım. Bir taraftan da isyan ettim kaderime. Öyle ya kaderimi ben mi yazmıştım. Ya da annem mi? Böyle olmasını ister miydi acaba? Ah! Rahmetli anacığım gör,oğlunun halini ya da kızının halini. Gör! Cahilliğinin bana getirdiği sonuçları.
Ben, üç çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuydum. Benden büyük iki ağabeyimden sonra ben ana rahmine düşünce annem çok sevinmiş. Hep kızının olmasını istemiş. Birincide olmayınca, ikinciyi beklemiş. O da erkek olunca çok üzülmüş. Sonra bana hamile kalınca yine ümitlenmiş. Ben dünyaya gelince, ilk sorduğu şey “ Kız mı? “ Olmuş. Erkek cevabını alınca da hayal kırıklığına uğramış tabii ki. Sonra analık içgüdüsüyle beni de sarmış sarmalamış.
Kendimi hatırladığım yaşlarda, bir tezatlık olduğunu sezinlemiştim. Annem bana kız elbiseleri giydirirdi. Saçlarımı hiç kestirmezdi. Onlara kurdele ile taç yapar takardı saçlarıma. Adım Hasan olmasına rağmen bana başka bir isim takmıştı. Babamla kavgaları hep bu yüzden olurdu.
“ Ya hanım Allah aşkına! Şu çocuğa kız kıyafetleri giydirme. Sen hasta mısın? Psikolojisini bozacaksın. Oyuncaklarını bile kız oyuncağı alıyorsun. Yapma. Bozuşacağız bir gün seninle bu yüzden. “
Diye bağırır çağırırdı. Annem o zamanlarda sesini çıkarmaz, karşılık vermezdi. En sonunda, annemin bu hareketleri karşısında babam da mücadelesinden vazgeçti. Ben de alışmıştım kız gibi davranmaya. Bebeklerimi giydiriyordum. Annem ile ev gezmelerine gidiyordum. Bu yaşam tarzını kabullenmiştim. Hatta alıştığım bu durumdan zevk bile almaya başlamıştım.
Tek bir şey rahatsız ediyordu beni. Adım. Nüfus kağıdımda Hasan yazıyordu. Okula gitmeden önce rahatsız etmezken, okulda aleyhime işlemeye başlamıştı. Görünüşüme bakan insanlar, adımı duyunca, yüzüme bakıyor ve yüzlerinde alaysı bir gülümseme oluşuyordu.
Bütün bunları anneme ağlayarak anlattığımda ise beni sımsıkı kucaklıyor ve bana üzüntümü unutturuyordu. Bu şekildeki yaşamım liseye kadar devam etti. Herkes alışmıştı bana. Beni Kız Hasan olarak tanımışlardı. Kız arkadaşlarım beni erkek değil, kız olarak kabullenmişti. Onlarla birlikte evlerimizde gün yapıyorduk. Pastalar yapıyorduk.
Lise bittiğinde ise yapayalnız kalmıştım. Üniversiteyi kazanamamıştım. Arkadaşlarımdan bazıları kazanmış, benim gibi kazanamayanlar da olmuştu. Kazanamayanlardan bir çoğu da kısmetlerinin çıkmasıyla evlenmişlerdi. Çok yalnız kalmıştım. Sokaktaki bakışlar da iyice rahatsız etmeye başlamıştı. Bir süre sonra yaşadığım şehir beni sıkmaya, bunaltmaya başlamıştı. Yeni ufuklar bulmalıyım diye düşündüm. Yanıma birkaç eşyamı da alarak rüyalarımın şehri, muhteşem güzellikteki yedi tepe üzerine kurulmuş olan İstanbul’ a gitmeye karar verdim.
Sesim ve fiziğim güzeldi. Bir şekilde, kimsenin yardımı olmadan ayakta durmam gerekiyordu. Hislerim de kadın olduğumu fısıldıyordu kulağıma. Belki şöhret olurum diyordum. Cinsiyet de değiştirebilirim ümidi ile bilmem kaç kişiyi bataklık gibi içine çekmiş olan şehre geldim.
İşte ne olduysa, ondan sonra oldu. Meğer, ne kadar sapık insan varmış da kimsenin haberi yokmuş. Kime selam verdiysem, benden faydalanmaya kalktı. Yapayalnızdım. Çaresizdim. Kimseye derdimi anlatamadım. Bırakın dert anlatmayı, yüzüme baktıklarında anlıyorlardı gerçeği.
Çaresizdim ve çaresizliğimin kurbanı oldum. Önce konsomatristim. Sonra sokaklara düştüm. En sonunda da soğuk kaldırımlara. İşte sonum!
Ah annem ah! Allah rahmet eylesin sana. Dualarım hep seninle. Ama ne istedin benden. İşte! Hayalini yaşattığın kızın Hasan bu halde. Şimdi beni kim kucaklayacak, kim bağrına basacak anne!
Hülyalı GönülKayıt Tarihi : 16.10.2009 19:41:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)