Kıyısından Köşesinden Çengelli Köy Şiiri ...

Aynur Uluç
498

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

çilek kokulu yolculuk

Ertesi gün yola çıkmaya niyetli insanlar o akşam ne yapar? Hele de erken saatte çıkacaklarsa... Genellikle yolla ilgili plân, yolluk hazırlama gibi çalışmalar yapmasalar da, en azından erken yatarlar, sanırım. Söz konusu kişiler bizim aile olunca, her zaman öyle olmuyor işte. Bir arkadaşla buluşup geç saatlere kadar sohbet ediyoruz. Çünkü hayat, ertelenir bir şey değil. Ertelemiyoruz biz de…

Gece yarısı kendimizi güç belâ evimize atıp sabahın yedi buçuğunda çalan saatin çığlığıyla fırlıyoruz yataktan. Hayatın ertelenmemesine dair olan fikrimizi dün geceki kadar hararetle savunabilecek durumda olmasak da, baktıkça yanan gözlerimizi bahane edip söylenmiyoruz da kendimize. Kendi düşen ağlamaz derler ya, susmayı bilmek gerek. İşte yolculuk başlıyor. Arabadayız. Ekip, standart yol ekibimiz… Eşim her zamanki duyarlı sürücü konumunda bu gezide de. Sürücünün eşi olarak ben, kendimce torpil kullanıp önde oturuyorum. Kız kardeşim ve çocuklar bu durumda zorunlu olarak arka koltuklarda. Kıyıköy’e gideceğiz, kararlıyız. On üç sene öncesinde bir gezi dergisinin sayfalarında tanışıp da aklımın bir köşesinde çengelli iğneyle asılı tuttuğum Kıyıköy’e…Yola çıktık ama oraya nasıl gidilir? Kıyıköy hangi bölgede kalır, bilenimiz yok. O anda bir fark ediyoruz ki; arabada harita da yok. Her benzin istasyonundaki markete teker teker harita sormaya Küçükyalı’dan başlıyoruz ancak harita bulundurmak yolla ilgili hizmet veren benzin istasyonlarının görev alanına girmiyor, anlaşılan. Hatta bir tanesindeki görevli “Tabelâlara baka baka gidin işte; haritayı ne yapacaksınız, Karadeniz’de bir yer olmalı...” diyor. Doğru ya; bunu hiç birimiz nasıl akıl edemedik. Sanki Bostancı sapağından başlıyor, Kıyıköy tabelâları. Ancak keyfimizi bozmuyoruz, elbette aradığımızı bir şekilde bulacağız. Topkapı istikametine doğru gidiyoruz ama hiç değilse, hangi il sınırları içinde olduğunu bilseydik.

Yolculuktaki en temel konumuz elbette varacağımız yer. Kıyıköy acaba nerede, nasıl bir yer, denizi güzel mi, türünden meraklı konuşmalarımız hep hedefe odaklı. Siz de bilirsiniz; bir yere gidiş yolunda hep varılacak yere ne kadar kaldığı üzerinden cümleler kurulur. Önümüzdeki hedeflere kilitlenmeye öyle alışmışızdır ki genellikle içinde olunan an’ı fark etmeyiz. Gelecek zamanların henüz yaşanmamış plânını kurarken şimdiden olası görünen telâşını yaşar ve o andaki güzellikleri geçip gideriz. Düşünürüz ki; güzel şeyler hep yolun sonunda varılacak yerdedir. Elbette geçmişiyle ve geleceğiyle bir bütündür insan ama hayat o andır en çok. O halde güzel bir yol müziği seçmeli ilk iş. Elimi uzattığım anda yakaladığım albümü başladım bile çalmaya:“ Her yeni başlayan macera / heyecan dolu çilek kokar / gelip geçici bir hevestir / bazen uzun / bazen kısa…” Görünen o ki; torpido gözünde harita bulamadık ama içinde bulunduğumuz durumu doğru tanımlaması açısından Athena’nın albümünü bir çırpıda buldum ben. Ve şarkıyla birlikte hoş bir çilek kokusu yayıldı arabaya. Nasıl güzel bir sürpriz. Kokuların bizde yarattığı duyguyu genelde önemsemeyiz. Ama belki tam da bu çilek kokusu yüzünden bir türlü bulamadığımız harita, anında önemini yitirdi; belki de müziğin marifetidir bu ani rahatlama. Yollarda dinlenen şarkıların sürücülerin hareketlerine yansıdığını düşünürüm hep. Bir arkadaşım anlatmıştı: Önündeki otobüsün birden hızlanması ile asfalttan fırlayan mıcırlar ön camına gelmiş. Buraya kadar olan bölüm, hepimizin sıklıkla başına gelebilir bir durum. Beni etkileyen kısmı ise anlattıklarının devamındaydı. Başka zaman olsa öfkelenir gaza basıp onu geçmeye çalışırdım, dedi. Oysa o gün tam tersi olmuş. Ayağındaki gaz pedalını biraz daha yukarı kaldırıp otobüsün iyice uzaklaşmasını beklemiş. Yüzümde sebebi anlamaya çalışan ifadeyi görünce, çünkü dedi, arabamın teybinden dinlediğim şarkıyı ben de mırıldanıyordum. O şarkı neydi acaba... Onu söylememişti işte. Hayata dair güzel bir farkındalık yaratan her şarkı mümkün olabilir elbette ancak ben arkadaşımın bu anlatısını her anımsadığımda o şarkı olsa olsa Frank Sinatra’nın “All the way” isimli şarkısıdır diye geçiriririm aklımdan. “ Yolun seni nereye götüreceğini kim bilebilir / bunu ancak bir aptal söyleyebilir / ama seni sevmeme izin verirsen / yol boyunca seni seveceğim kesindir.”

Tamamını Oku
  • Nuray Ulusu Şanlısoy
    Nuray Ulusu Şanlısoy 04.09.2007 - 11:13

    Kıyıköy...51 yıllık ömrüme karşılık gelebilecek bir üç hafta geçirdim orada ...sayenizde gözlerimde yeniden canlandı....2005 yılının yazı temmuz ayı..kazan ve pabuç dereleri..kartal çay bahçesi...hemen altında karşıda Aya nikola kilisesi ve Kamil amca,nın yeri...sahilde baktığında doğanın kendisi tarafından yontulmuş De-Gol başına benzer kaya.Ve tadına doyamadığınız o mantarları kendimizin kova kova topladığı..hele de bir padişah mantarı var ki içine kaşar rendesi fırında ....Böğürtlenler.. bu güne kadar gördüğümün en irisi.ye ..yiyebildiğin kadar ve akşamdan yapılan böğürtlen reçelli sabah kahvaltıları..manda kaymaklı..deniz kenarında kurulan piknik sofraları..güle oynaya dönüş yolunda .heryerde bulunan böğürtlenlerin ..kızılcıkların özevlerin yaban armutlarının mantarlarının bulunduğu orman içleri...hemen yakılan bir ateş üzerinde ağaç dallarından kesip..diziverdiğimiz mangal sucuklarının tadı ...kokusu.Motelin.alış verişi için gittiğimiz Saray pazarı ...kadınların erkekler gibi küfrederek rahatladığı bir yer..kimsecikler yadırgamıyor...Pazarcı Yıldız abla..''hep ekekler mi süvecek bea:::))) hala kulaklarımda ne güzel
    insanlar tanıdım orda ...bana kalırsa siz Aynur Hanım...bir günlüğüne değil ...bir kaç günlüğüne ya da aylığına gidin bir daha derim..Gittiğinizde de mutlaka SON TANGO ya uğrayın..Kendisi ve eşi Maliyeden emekli Fahri bey,e .çok ilginç bir adam Fahri bey..iflah olmaz bir define arayıcısıymış vaktiyle..Ne çok anısı var.O .konuşurken gülmekten ..karnı acıyor insanın...Dedim ya çok güzel insanlar tanıdım..Sizin anlatımınız kadar olmasa da ...Giderseniz eğer ..buralardan bir köy kızı geçmiş ..sizlere selamı var ...güzel İnsanlar ..ağaçlar ..ormanlar,kazan deresi-pabuç deresi-birbiri ardına ışık saçan deniz fenerleri..Gün batımı saatleri..Dermisiniz.....

    Cevap Yaz
  • Nilgün Aras
    Nilgün Aras 07.08.2007 - 13:03

    Bazen bir kişiyle tanışmak birkaç kişiyle birden tanışmak gibidir. Aynur Özbek Uluç böyle biri.
    Eylemci yanını severim onun. Madenlere iner, denizin derinliklerin dalar, gezilere çıkarken aslında doğrudan oranın doğasına, tarihine, ruhuna çıkar.

    Aktarıcı yanını severim, böylece bizim de yolumuz onun çıktığı yerlere çıkar.

    Anlatıcı yanını severim. Kasılmaz, birbirine dolaşmaz sözcükleri. Neşeli bir içtenlikle sağ salim döner gelir bize kadar.

    Cevap Yaz
  • Ali Aydoğdu
    Ali Aydoğdu 06.08.2007 - 23:03

    aynur özbek uluç gezi yazısı yazdıysa bunu emrah'ın götür beni gittiğin yere şarkısı eşliğinde okumak gerek ..

    şiirlerin ve eleştirilerin alınmasın ama ben en çok gümüşlükte balık olmak tarzını seviyorum ... :)

    çanakkalem geçince gözümün önüne çok çok az tarih gördüm kıyıda


    Cevap Yaz
  • Ramazan Topoğlu
    Ramazan Topoğlu 04.08.2007 - 12:19


    Gidilecek/gezilecek yerlerin belirlenmesi ve sabah yola çıkmadan önce zamanı uykuda harcamak yerine sevilen yerde, eşte dostta keyiflendirmek. gezi başlamadan “geziye” “dinlenceye” önceden marjinal zaman ekleme hünerini göstermek.... Hayatın gezi öncesi uzatılması. Bundan öğrendiğim bir minik ders çıktı.

    Gezilerde eş ve evlattan başka bir yakın aile bireyinin daha dahil olması çok başka bir paylaşımın tadıdır, aile birlikteliğine eklenen zenginliktir. Böyle olunca arka koltuklaki evlat teyzesiyle daha bir neşeli yolculuk yapacaktır, deniz kenarında kayaların üstünde coşarcasına “heeyy” dercesine ellerini gökyüzüne kaldırıp coşacaktır. Fotoğrafta görüldüğü gibi.

    Kıyıköy.. Aynur Özbek Uluç’un kapsamlı gözlemcilğiyle ve eklediği fotoğraflarla okuyanın da gezmiş gibi olduğu bir yazı. Gezi yazılarının başarıları okuyanı da gezdirebilmesi, gezmiş gibi etkilemesindedir.

    Kıyıköy için üç yıldır aklının bir köşenine çengelli iğneyle asılı tutmuş)))
    Unutmamak için. Ne hoş değil mi?

    Yol sormuşlar benzincide, adam demiş ki:
    ““Tabelalara baka baka gidin işte; Karadeniz’de bir yer olmalı..”
    Ne adammış ama. Nasıl ayrıntılı bir tarif değil mi?.))))

    Uluç da bu harika yanıttan öyle bir etkilenmiş ki, buna karşılık söylenmesinden bilseniz nasıl ama nasıl da gülümsedim:

    “Doğru ya, bunu hiç birimiz akıl edemedik. Sanki Bostancı sapağından başlıyor, Kıyıköy tabelâları.” Öyle hoş öyle hoş güldüm ki. Sağolasın Uluç.

    Yol müziğinde dinlenilen bir şarkı ve içinde”heyecan dolu çilek kokar” diye bir söz geçiyor. Ve bu gezi yazısın başlığını adlandırıyor. Ben sanatsal buldum. Yazının başlığı “Kıyıköy” diye başlayan rutin bir cümle de olabilirdi. Yol şarkısından alıvermesi hoş.

    Sanatsal tema yalnızca yazı başlığında değil, bakın birini daha söyleyeyim, bu benim hoşuma gidiyor:

    “Torpido gözünde harita bulamadık ama Athena’nın albümünü bir çırpıda bulduk; durumu doğru tanımlaması açısından. Bu çilek kokusu, nereden geliyor gerçekten?”

    Bu iki icümlenin sonundaki “Bu çilek kokusu, nereden geliyor gerçekten?” sorusunun gelmesi sanatsal ve şiirsel.

    Ağzından bal damlayan Türk insanının en kalitesiz yönlerinden biri ticarette fırsatçı oluşudur. Bir mal az bulunuyorsa karaborsa olur, on misli fiata satılır. Ama satan kişiyle normal zamanda sohbet etseniz milliyetçilikten, belki halkçılıktan, dinden imandan, dinimizin kutsallığından sözedecektir. Ağızdan bal damlaması yetmiyor baylar bayanlar, icraatı görmeliyim, gönlüm rahat olsun o zaman söylediklerinizi inanayım. Dünyada yalnızca bir damacan su kalsa, o da bizim peygamberimizin elinde olsaydı parasız paylaştırırırdı, satacaksa eğer suyun bol olduğu zamanki fiatından satardı. Öyle deği mi var mı bir itirazınız? Yok. O halde?

    Bir harita buluyorlar, ille de alınacak ya, çevrede başka da yok ya, kazıkla gitsin. Pis ruhlu herifller, beni fena halde kızdırdılar. İnşallah benzin istasyonları başlarına göçmüştür. Acaba arabaya yakıt da almışmıydınız oradan, mutlaka su karıştırmışlardır. Herhalde almamışlar, yolda kalmadıklarına göre

    El yordamıyla, duyularla yön tespit etmenin geliştirilmesi gereği ortaya çıkmakta. Aborjinlere özendiriyorlar insanı işte böyle.
    Aklımızda bulunsun. Göç kuşlarından yardım istemeli.

    Var olan haritayı kızkardeş arabada eliyle koymuş gibi buluyor sonra.
    “Eh söylenecek hiçbir şey yok bu kıza şimdi. Söylemiyoruz biz de…”

    Bir şey söylememiş olmanızdan yine öyle bir gülümsedim ki...:))

    Yol kenarlarında “durun burada biraz yaşamalısınız” diyen yerler vardır. Kaçırmıyorlar, bögürtlen topluyorlar. Toplarken gezi bireylerinin yüzündeki mutluğulu görür gibi oluyorum. Çalı çırpı toplamak üzerine bir şiir yaz Aynur Özbek Uluç. Toplanan çalı çırpıların tutuşması şiir dizesi gibidir. Madem ki anlattın oradaki toprağın kokusunu, toprak kokusu borçlusunuz bize hepiniz. Sizi gidi imrendiriceler Sizi.

    Arabayı bırakıp gitseydiniz keşke. Ama içinde iki değerli harita vardı. Haritalar olmasa inanıyorum ki arabayı bırakıp yürüyerek giderdiniz siz. Haritadan yediğiniz kazıktan sonra hiç araba bırakılıp gidilir mi, iyi etmişsiniz, araba neyse de illede haritalar diyorum ben. Bak akıllı hareket etmişsiniz.:))) O harita çerçevelettirilip duvara asılmalı.

    Ezginin günlüğü bulutların asfaltında mutluluk saçmış, o mutluluktan çaldım biraz, yedeklerim sonra lazım olur diye, haberiniz olsun. Sonra yol mutluluğumuz eksilmiş nerde diye aranıp durmayın.

    Kıyıköy.. Adı güzel. Düzenlenmiş bir kale kapısından girilmesi bir başka güzel.. Deniz ve balıkçı barınakları. Balıklar yakalanıp lezzetli doyuranlar olması yanısıra, deniz kenarında oluşturdukları o şen balıkçılar, barınaklar, teknelerle şen tablolar oluşturuyorlar aynı zamanda. Balıklar denizde süzülürken kenarda balığa çıkma folklorü çok başka bir dünya deniz kenarlarında.

    “Derenin denizle birleştiği bölgeyi kumla doldurup balıkçı barınakları haline getirmişler” Tam yerini seçmişler. Bak yine fena halde kızdım. Kalkan balığı buluyorlar yine kazık fiatlı.. Öf... Fırsatçı pis ruhlu insanlar. Ben sevmiyorum böyle fırsatçıları, aç kalırım, toprak yerim, yine de almam onlardan balık.

    Gezi ekibimiz kalkan balığından aldılar mı acaba belli değil.
    Neyle doyurdunuz karnınızı? Söylememişiniz, ikinci kez kazık yediğnizi saklayorsunuz değil mi? Eğer o kazık fiatlı kalkan balığından aldıysanız benden çekeceğiniz var. Yanıtı bekliyorum. Aldıysanız bile bari yalan söyleyin almadık diye.:))

    Eskiden Karadeniz türküleri dinleyen balıkçılar şimdi Candan Erçetin de dinliyorlarmış. Bundan gurur duydum. Aynı ritmle gıvgıvlayan sabırsız karedeniz kemençesi rutinliği yakalanan balıkların ardından yamyam dansı gibi gelir bana ve sevmem. Ama yerelliğine saygı gösteririm. Yağmurun, yeşilin ve denizin erdemiyle yalnızca kemençe egemenliği fazlalığında tepinme aşırılığını da zarif bulamadım bir türlü. Deniz, orman, yağmur ve bereketli toprak insanlarının müzik keyfi, yerelliği fazla sivri türkülerden değişik melodilere çoktan alışması gerekmekteydi. Karadeniz yeterince anlatmıyor kendini.

    Aya Nikola Manastırı. Tarihi özelliklerini öğrenmiş olduk.
    Şimdi...Benim için bak yine fena halde kızacak diye düşünüldü.
    Bu kez ağlayan turistlere katıldım.

    Yeniden okuyalım:
    “. XIX. yüzyılda manastırın önüne ahşap bir mekân eklenmiş. Ama şu an ne taş örmeden, ne de ahşaptan bir eser yok. Bin beş yüz yıl dayanmış bir yapının otuz beş-kırk sene önce yıkıldığını öğrenmek üzücü. Rumların gidişinden sonra gelen köylüler, bu kültüre dokunmamışlar. Ancak anlaşılan o ki; onların devamı olan nesil, ahşap bölümleri hazır kereste; taşları ise bina yapımı ve tarla sınırı oluşturmak için malzeme olarak kullanmakta bir sakınca görmemiş. Manastırın bekçisi, ziyarete gelen turistlerin bu durum karşısında nasıl ağladığını anlatıyor bize. Bekçinin dediğine göre; manastır ile deniz arasında şimdilerde olmayan bir tünel varmış ve rahibeleri o yoldan güvenli bir şekilde manastıra getirirlermiş.”

    Türklerin “Gavur” diye küçümseği turistler neden ağlıyorlarmış gördünüz değil mi?
    Ya öfkeleneceğim, ya da ağlayacağım. Ağlamak en iyisi. Köylülük iki tarafı pis değnek. Ben de köylüyüm. Önce geçim diyorlar, tarihi değer, meğer yok onlar için. Gerekirse tarla için tarihi taşları, değerleri istediği gibi kullanırlar, odun için ormandaki ağacı keserler, ormanı ateşe verdikleri zamanlar bile olur. Bu suç, bir de ürettikleri para etmiyor. Çaresizlikleri var, aracılar tefeciler kazanıyor hep. Böyle olunca ormanı da yakarlar tarih marih dinlemezler, tarih bilinci sadece kahramanlıktır. Bu yılın susuzluğunda daha da kötüdür halleri. İnsan kızamıyor. Kaderlerine razı olmalarıdır eleştirilen.

    Rakı bulunan yerde insanlara hizmet için çay da bulundursalar dünya göçer sanki. Neyseki kasımpatılara eşlik eden şalgamların çiçek açtığı ve kocaman saksılarda yetişmiş sardunyaların birbiriyle arkadaş olduğu bir çay bahçesi buluyorlar.. Üstelik sahibi sempatik.

    Bak işte bütün öfkem geçti şimdi. Afferim o çay bahçesine.
    Havada da bir ince sis. Zaman durmuş sanki burada.
    Şimdi de keyiflendim.

    Tamam anladım, Kastro tam sekiz km. İmiş oradan. Ben Kastro’dan vazgeçtim. Ne o öyle yıkık dökük çöplük. Gitmem valla. Siz dönene kadar ben burada yol kenarında beklerim.

    Manda yoğurdu ve o mantarlarda gözüm kaldı. Etti mi borcunuz üç toprak kokusuyla birlikte.

    Geziden bizde nasiplendiğimiz için ödeştik sayıyorum. Borçlarınız iptal olmuştur..:))

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 4 tane yorum bulunmakta