çilek kokulu yolculuk
Ertesi gün yola çıkmaya niyetli insanlar o akşam ne yapar? Hele de erken saatte çıkacaklarsa... Genellikle yolla ilgili plân, yolluk hazırlama gibi çalışmalar yapmasalar da, en azından erken yatarlar, sanırım. Söz konusu kişiler bizim aile olunca, her zaman öyle olmuyor işte. Bir arkadaşla buluşup geç saatlere kadar sohbet ediyoruz. Çünkü hayat, ertelenir bir şey değil. Ertelemiyoruz biz de…
Gece yarısı kendimizi güç belâ evimize atıp sabahın yedi buçuğunda çalan saatin çığlığıyla fırlıyoruz yataktan. Hayatın ertelenmemesine dair olan fikrimizi dün geceki kadar hararetle savunabilecek durumda olmasak da, baktıkça yanan gözlerimizi bahane edip söylenmiyoruz da kendimize. Kendi düşen ağlamaz derler ya, susmayı bilmek gerek. İşte yolculuk başlıyor. Arabadayız. Ekip, standart yol ekibimiz… Eşim her zamanki duyarlı sürücü konumunda bu gezide de. Sürücünün eşi olarak ben, kendimce torpil kullanıp önde oturuyorum. Kız kardeşim ve çocuklar bu durumda zorunlu olarak arka koltuklarda. Kıyıköy’e gideceğiz, kararlıyız. On üç sene öncesinde bir gezi dergisinin sayfalarında tanışıp da aklımın bir köşesinde çengelli iğneyle asılı tuttuğum Kıyıköy’e…Yola çıktık ama oraya nasıl gidilir? Kıyıköy hangi bölgede kalır, bilenimiz yok. O anda bir fark ediyoruz ki; arabada harita da yok. Her benzin istasyonundaki markete teker teker harita sormaya Küçükyalı’dan başlıyoruz ancak harita bulundurmak yolla ilgili hizmet veren benzin istasyonlarının görev alanına girmiyor, anlaşılan. Hatta bir tanesindeki görevli “Tabelâlara baka baka gidin işte; haritayı ne yapacaksınız, Karadeniz’de bir yer olmalı...” diyor. Doğru ya; bunu hiç birimiz nasıl akıl edemedik. Sanki Bostancı sapağından başlıyor, Kıyıköy tabelâları. Ancak keyfimizi bozmuyoruz, elbette aradığımızı bir şekilde bulacağız. Topkapı istikametine doğru gidiyoruz ama hiç değilse, hangi il sınırları içinde olduğunu bilseydik.
Yolculuktaki en temel konumuz elbette varacağımız yer. Kıyıköy acaba nerede, nasıl bir yer, denizi güzel mi, türünden meraklı konuşmalarımız hep hedefe odaklı. Siz de bilirsiniz; bir yere gidiş yolunda hep varılacak yere ne kadar kaldığı üzerinden cümleler kurulur. Önümüzdeki hedeflere kilitlenmeye öyle alışmışızdır ki genellikle içinde olunan an’ı fark etmeyiz. Gelecek zamanların henüz yaşanmamış plânını kurarken şimdiden olası görünen telâşını yaşar ve o andaki güzellikleri geçip gideriz. Düşünürüz ki; güzel şeyler hep yolun sonunda varılacak yerdedir. Elbette geçmişiyle ve geleceğiyle bir bütündür insan ama hayat o andır en çok. O halde güzel bir yol müziği seçmeli ilk iş. Elimi uzattığım anda yakaladığım albümü başladım bile çalmaya:“ Her yeni başlayan macera / heyecan dolu çilek kokar / gelip geçici bir hevestir / bazen uzun / bazen kısa…” Görünen o ki; torpido gözünde harita bulamadık ama içinde bulunduğumuz durumu doğru tanımlaması açısından Athena’nın albümünü bir çırpıda buldum ben. Ve şarkıyla birlikte hoş bir çilek kokusu yayıldı arabaya. Nasıl güzel bir sürpriz. Kokuların bizde yarattığı duyguyu genelde önemsemeyiz. Ama belki tam da bu çilek kokusu yüzünden bir türlü bulamadığımız harita, anında önemini yitirdi; belki de müziğin marifetidir bu ani rahatlama. Yollarda dinlenen şarkıların sürücülerin hareketlerine yansıdığını düşünürüm hep. Bir arkadaşım anlatmıştı: Önündeki otobüsün birden hızlanması ile asfalttan fırlayan mıcırlar ön camına gelmiş. Buraya kadar olan bölüm, hepimizin sıklıkla başına gelebilir bir durum. Beni etkileyen kısmı ise anlattıklarının devamındaydı. Başka zaman olsa öfkelenir gaza basıp onu geçmeye çalışırdım, dedi. Oysa o gün tam tersi olmuş. Ayağındaki gaz pedalını biraz daha yukarı kaldırıp otobüsün iyice uzaklaşmasını beklemiş. Yüzümde sebebi anlamaya çalışan ifadeyi görünce, çünkü dedi, arabamın teybinden dinlediğim şarkıyı ben de mırıldanıyordum. O şarkı neydi acaba... Onu söylememişti işte. Hayata dair güzel bir farkındalık yaratan her şarkı mümkün olabilir elbette ancak ben arkadaşımın bu anlatısını her anımsadığımda o şarkı olsa olsa Frank Sinatra’nın “All the way” isimli şarkısıdır diye geçiriririm aklımdan. “ Yolun seni nereye götüreceğini kim bilebilir / bunu ancak bir aptal söyleyebilir / ama seni sevmeme izin verirsen / yol boyunca seni seveceğim kesindir.”
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.