Kırpık, soluk soluğa kalmış bir halde evlerinin kapısının önünde durdu. Kapının zilini bilmem kaç defa çaldı ama kapı sanki taş duvar olmuş, bir türlü açılmıyordu. Kapının eşiğine çaresizce çöktü. Kapının açılacağından ümidini tamamen keserek, susup beklemeye koyuldu.
Babası İş’teydi kırpığın. Annesi öleli üç yılı geçkin bir süre olmuştu. Babası yeniden evlenmiş ve üç yıldır kırpık, babasından habersiz evlerinde cehennem azabını yaşıyordu.
Ağzından gelen kanları sağ kolu ile sırtındaki gömleğine sildi. Elinin tersiyle gözlerinden akan yaşları kurulamaya çalıştı ama içindeki yangını söndürmesi bir türlü mümkün olmuyordu.
Yine dayak yemişti kırpık, mahallenin çocukları bir güzel dövmüşlerdi. Belki de arkasından gelirler diye koşa koşa evin yolunu bulmuştu ama evin kapısı bir türlü açılmak bilmiyordu.
Eve girse ne olacak tı ki. Üvey annesi yine dövecek ama hiç olmasa bir parça ekmek yiyebilecekti saçlarını nasıl makasla doğramıştı da babasına ‘’bu Oğlun deli, bak saçını ne yapmış’ ’diyerek dayak attırmamışıydı? Sonra da adını kırpık diyerek çağırmış, mahallede lakabı kırpık kalmıştı.
Kırpık, koşmaktan ve yorgunluktan kapının eşiğinde uyuyakaldı. Kaç saat uyumuştu bilmiyordu, karşısında babasını görünce şaşırdı ve ağlamaya başladı. Yüzü gözü kan içindeydi, babası kırpığın bu halini görünce çok kızdı. ’Neden eve çıkmadın oğlum dedi? Kırpık Üvey Annesinin kapıyı açmadığını bir türlü söyleyemiyordu. Kapıyı çaldı kırpığın babası, kapı sonuna kadar açıldı. Elinden tuttu kırpığın yukarı doğru çıktı. Üvey Anne yine rollerine başlamıştı’ ’Evladım, canım oğlum ne oldu sana diye’ ’eski namelerine başladı.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta