Sessizce ağlıyorum
Duyamıyorum,göremiyorum seni
Uzaklara seslenen yüreğim
Sensizlikten derbeder olurken,sensiz gecede yanan mumla ölüyorum.
Gözlerini göremiyorum
Sesini,ellerini hissedemiyorum.
O aşkın kırmızı gücüyle..........
..
cepkenimin cebinden sarkan köstekli saatin kösteğine tutunup yaka paça savurdu dostluğu sahte sözcüklerde saklanan gecelerin arsız karanlığına bulanmış safiyetine sığınarak/tango ritminde sevda atışlarını sıkıntı saatlerine çaldı tutsaklığım/gözü dönmüş yaşamın tuvalinden fırlamış/bir katran kırmızı çaldım göklere/hayat kanıyor/zaman şaşkın/uykuda kollarımda
kutsanmış bakire güneş/sızdırdı karanlığı içeri/şeytan ayrıntıya gizlendi...güneşe söyledim/yarın çıkmayacağım dışarı/kimse kandıramaz beni/tüm randevularımı iptal ettim/bulutta beklemesin artık/…/kendimle sevişmelerdeyim
gecelere boşalttım yıldızları/pırıl pırıl aşk yansıyor yüzümde/bir elimden tuttu sevgi/sonsuza yolculukta bir adım daha! hayat ayaklarıma serilmiş kırmızı bir halı!
hüzün süzüldü gözlerinden tanrının/hüzne bulanmış bir şarkı geçti /şiir titredi! /içimi sensizlik kapladı/…/sensizlik/yalnızlığıma vurulan kara bir büyü/.../
..
insan
al bıçağı eline
sapla
kırmızı kırmızı
kan aksın
dilim dilim doğra
karpuzu
..
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varmış
Söyle bir kahve kadar hatırım yok mu benim
Gerçekten seven kalbe hani ayrılık yokmuş
Beni yalnız bıraktın söyle kime gideyim
..
Beyaz gelinlik giymiş hüzün içinde, yaş değil yüreği kan ağlıyor acı içinde, gelin gidiyor istemese de sevmediğine. Ne tanıdı onu, ne de gördü, ak mı karamı? Onu gönlü köyündeki delikanlıdaydı. Annesi, babası, kardeşi hepsi çok mutlu Çünkü damadın sırtı pek, cebi dolu, Gönül bu sevmiş bir kere neylesin parayı pulu. Çaresiz boyun eğdi girdi düğün evine, gözlerine inanamadı sevdiği de gelmişti düğün evine. Sırtında beyaz bir elbise vardı sanki damattı Elinde bir kırmızı gül vardı sanki boyanmıştı kana. Yaklaştı geline gülü verecekken bir şeyler söyledi kulağına. Sonra döndü ahaliye kimseye yar etmem onu dedi. Sonra çekti belindeki silahını ateşledi. Tam kalbinden vurulmuştu gelin yere yıkıldı. Bir kurşunda kendine başı düştü yanına, o da yıkılmıştı yere sevdiğinin yanı başına. Feryatlar figanlar arşa yükseldi. Biri gelin biri damat İki aşığın bedeni yerde kanla birleşti kanla.
..
kan ağlayan kırmızı güller
yağmur rengine bulamış
toprağa dökülüyor
gurbetin aşı soğuk kışı soğuk
geceleri uzun saçaklarda buz gibi
loş odalarda geçiyor ömür
..
Baştanbaşa nur, baştanbaşa sürur
Bütün kainat nurdan denizler içinde
Yaşlı bedenler bebek
Ruhlar yaşamamış yılları, terütaze
Sular zemzem, çağıl çağıl akmada
Akşamlar iftar vaktine koşmada
Gül yağmurları
..
Bin dokuz yüz seksen üçte
Van spor oynadı ligte
Kırmızı siyah bir renkte
Selam olsun van spora
Selam olsun tüm spora
Siyah renkler mural buzar
..
Sahibinden az kullanılmış ihtiyaç sebebi kalmamasından dolayı piyasaya arz edilen seksen bir model,kan kırmızı orjinal renkte,dört kapılı,geçirdiği onca zincirleme kazalara rağmen dışarıdan bakınca sapasağlam görünümlü,her yılın özelliklerini kolayca bünyesine modifiye edebileceğiniz,dakikada yüz elli atım hızına ulaşabilen,darbeye dayanıklı,çalınmaya karşı alarmlı,güneş geçirmeyen,istediğinde az istediğinde çok yakan,oldukça konforlu olan ikinci el yürek sadece sevdayı kullanabilme ehliyetine sahip olanlara tepe tepe kullanmak şartıyla satılıktır.
Başvurular için adres:Gözbebeğinin yaşları cad. yürekten geçerdi sk. no:bir zamanlar bir Sevdakent-Aşkkale
..
Yanginlar ulkesinin davetsiz misafiri yuregim...
Sevdasi utanca mahkum edilen,
Ve surgunlerde parcalanislar...
Her vurusunda vurulasi...
Basak percemi nazli, kirilgan
Bir o kadar yasanasi,
kan kirmizi sevdali....
..
İnsan nasıl içindeki duyguları saklar, anlayamıyorum? ...O küçücük sevgi tohumunu başka bir kalbe serpmezse nasıl filizlenebilir? , nasıl haykırabilir dünyayla dost olduğunu? ....
Bir tek kırmızı gül bile olsa sizin dilinize tercüman olacak, o güzelliği asla “Sevgili”den esirgemeyin ve doğanin yeşilini, denizin mavisini “Onun” yanında, dizlerinde
..
Çocukken ben;
Düşlerim mavi idi.
Gökyüzü mavi,
Uçurtmam mavi,
Dünyam mavi.
Her çocuk gibi, korkularım vardı.
Korkularım; kapkara.
..
Güller İrem bahcelerinin kırlarında, çayırlarda, gezip dururlarmış. Ne toprakla didişir,ne çakılla cebelleşirlermiş.Şarkılar söyler, letafetlerini sergiler ve mutlu şekilde yaşarlarmış. Bir gün aralarında güzelik yarışması düzenlemeye kara verirler ve yarışı başlatırlar. Mor güller kokusunu, sarı güller şarkısını, kırmızı güller de öyküsünü sergilerler.. sergilerler sergilemeye ama, ne kırmızı gülün bülbül, aşkı ne sarı gülün gönülerdeki köşkü tatmin etmez jüriyi son yarışmacı zemheri gülü girer ve kokularını salar. Oradakiler öyle bir etkilenir, öyle bir etkilenirki,.Pembe gülün yanakları heycandan kızarır, beyaz gül şaşkınlıktan kirec gibi bembeyaz kesilir ve gonca gülde açmadan öylece hareketsiz bekler. Jüri başkanı. Aslında senin hiç kokun yok, bunu nereden aldın diye sorar. Kaçamak cevaplarla jüriyi inandıramıyan zemheri gülü sonunda gerceği itiraf ederek ANNEM den der. Kokunun etkisiyle kendinden geçen jüri, anne gülü bulmaya karar verir. Mekanına gittiklerinde kokusuz kalan
anne gül yeni kokular bulmak için toprağın derinliklerine daldığını öğrenirlerler. Bu güzel kokunun hasretine dayanamayan güllerde damarlarını toprağın derinliklerine salmaya karar verirler ve oğünden sonra mekanları toprak olur.Anne kokusu için toprağa girmeyi dahi göze alan güllerde, anneler tarafından kutsallaştırılarak türkülerde hasretin, öykülere cennetin ve şarkılarda muhabetin sembolü olarak yıllarca söyleyip durmuşlardır.
Ana dolu efsaneleri ismli eserimden alınmıştır
Yıldırım Öğretmen
Gülleri değilsede, güleryüzlü insanların bol olduğu Gaziantep'ten sevgiler ve selamlar
..
Bır insanın bir dıqerine söyledığı boş sözler diqerının bir başkasına bnş söz soylemesıne söz konusu olan herkesın yolarını değıştireçek nitelıkte sözler veya şiddet egılımlh davranışlar biricı hedeften çok daha fazlasını etkileyebilır. Burası kesınlıkle benımki gibı düzenlenmiş olsa da daha sıçak ve devetkar bir ortam. Koyu kırmızı duvarlar. Toprak renklı ôrtuler. Aynasız bir tavan her zaman pırıl pırıl boyle bir yerde uyanmak istemezmısın. Ôlümlü bir kadınla birlıkte olmanın bir sıkıntisı da bu benım. Hıç kımsenin fark etmemesı gereken şeyleri fark edıyor. Br vücùt kokunun olmamasi gıbı
..
hayat bahçesinin ümit çiçeği
açar olmuş dostum bizden habersiz
nice dostlar yüz çevirip dileğe
gider olmuş dostum bizden habersiz
ulu tanrım hep karamı kaderler
neden dostlar birer birer giderler
kanlarında kırmızı gül çiçekler
açar olmuş dostum bizden habersiz
ulu tanrım hep karamı kaderler
neden dostlar birer bier giderler
kanlarında kırmızı gül çiçekler
..
Duru ve sessizliğe gömülü bir gecede balkonun ışığı yanıyor. Uykum gelmedi, sanki sabahın dördünden bu yana ayakta olan ben değilmişim gibi. Pencereyi açtım. Derin bir nefesle yaşamakta olduğumu hissettim. Burnuma yanık kokusu geldi. Pek azdı duman ama havayı derinden soluyunca genzim biraz yanmıştı. İlkbaharda bile sobasını yakıp, geceyi közlerin başında geçiren insanlar var demek.
Evimizin manzarası, tüm şehri olmasa da belirli bir bölgeyi kapsamına dâhil ediyor; Bitişik evler, sokak lambaları, merkeze inen damar yollar, spor sahası, haliç boyunca uzayan cadde neredeyse ayağımızın altında. Birden, gökyüzünde, gri bulut kümelerinin ardınca gizlenen ayın bembeyaz ışıltısı, yürüyen bulutların ardında “gece-gündüz” oynamaya başladı. Ay, bir yok oluyor, bir ortaya çıkıyordu; tüm pırıltısıyla göz kırpıyordu adeta. Sonra korkmaya başladım. Bu gri bulutlar, git gide pencereme yanaşıyordu. Ay, kayboluyor, sonra gökyüzünde tekrar beliriyordu. Kara bir gölge, gri bir bulut, siyah, simsiyah kümeler bu tepeye, odamın camına pek yakındı. Daha dikkatlice baktığım bu gölgeler yürüyordu. Yüzüme değmek üzereyken pencereyi kapattım. Evde herkes uyuyordu. Biraz takırtı yaptım, kimse uyanmadı. Dolaşmaya başladım. Önce su içtim sonra da elma yıkadım. Ama yemedim. Doğrusu, yeşil ve ekşi görünmüyordu. Kırmızı ve sarı elmalar vardı sepette. Yıkadığımı da onun içine attım. Diğer oda boştu. Işığı yanıyordu. Kocaman bir halı vardı yerde. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Balkonun kapısını açmak üzere olan parmaklarımı, kara bulut gölgelerine benzeyen bir şey erteletti. Ve sonra vazgeçtim.
Tekrar kendi odama gittim. Karanlıktı ama balkonun ışığı hâlâ yanıyordu. Karşımda bir gölge gördüm, önce irkildim ve sonra onun da korktuğunu hissettim. Bakmayacaktım bu gölgeye, dönmeyecektim yüzümü. Hayır, burası benim odamdı ve izin vermeyecektim cirit atmasına. Ama sonra “benim” derken, bencillik yaptığımı düşündüm “ben bile benim değilken.” Tamam, dedim. Korkuyordum. O şey de korkmalıydı. Elimi uzattım önce, o da bana uzattı. Ne yani, eli var mıydı? Yaklaştıkça, onun da yaklaştığını ve mesafemiz azaldıkça, bana ne kadar benzediğini fark ettim. Arada tereddütle tersimi dönmeye kalksam, o da uzaklaşıyordu.
Yaklaştık. Daha çok yaklaştık. Bu, dışarıda gördüğüm, ürkütücü, gri ve hızlıca yüzüme değmek isteyen şeyden daha edepliydi. Adım adım geliyordu. Balkonun ışığı yanıyordu. Yatağım hiç bozulmamıştı. Bir tahtakurusunun kulak tırmalayan gıcırtısı, geceyi tamamlıyordu. Kulaklarıma değince daha da büyüyordu bu çığlık. Aslında küçülmeliydi çünkü geceydi.
Yatağıma oturdum. Saçlarım, kırmızı güllerle kaplı pikeme değiyordu. Onun da saçları vardı hatta benimki gibi bir pikesi bile. Sonra, kendimi gördüm. Biranda siyah gölge kaybolmuş, benim rengimi almıştı.
..
Aorttan geçmezdi kan susarken dilin; üstelik tek devreydi hayat yoktu rövanşı.Günahı yoktu sevgi uğrunda yitip giden papatyaların,peki ya her acıttığın kalp uğruna kırdığın o kırmızı güllerin? suçu yoktu sevmelerin ne de sevgiye kurban seçilenlerin.Belki bir gül aldım sana ya da yoldum kırdan bir papatya,bülbülün o güzel sesini,kelebeğin yaşama sevincini çalma pahasına.Ve sevdalar düşünce gönlümden bir bir anladım ki gidenin yeri dolmuyor yüreğin odalarında.Şimdi ne zaman feryat eder gibi öten bir bülbül görsem biliyorumki bir kalp kırılmış ve bir kuşun umudu çalınmış bu diyarda.Sokaklar ıslak,elektrik tellerinde tek bir kuş yok,sevdalar terketmiş bu kenti,deli gibi yağan yağmuru,bir tohumun çiçek açısını ve bir kuşun çalı parçası taşımasını beklemeden.Gidebildiğin kadar uzundur,durduğun kadar yakın ve düşünebildiğin kadar nefestir göğsüne,bazen de bir kuş olur uçar hayaller.Yüreğinde kır bahçeleri,zemheri olsa da mevsim,kırağı da düşse ansızın gözlerine; sevdalar rüzgar gibidir ne kadar kapatsanda gönül kapını sızar hücrelerine..
..
Bu kent kırmızı
ben geceye çalarım...
hep böyle olur bu kentin ayrılıkları
kalibresi silik yıkıcı sonları
yırtık yastıklarda terkedilen gözlerin bekareti
ağlamaktan kırmızıya kesilir
..
Ceviz sandıkta bir kuş çeperden çepere kanatlarını gerdi, dantellerinden silkti tozlarını. Sızgın ışıkla buluşmadan ne çok beklemişti ayıp düşlerde, kaç yıldır ezilmişti şu kitabın altında ıssız nefesi. Kırmızı kırmızı gerinecekti ki, bir fiyonk oturdu boğazına... Tüyleri ürperdi.
Nasıl da süslüydü, buraya konduğunda. Geçmişsiz ve geleceksizdi. Vitrinden koparılmış toy bir salkım gibiydi bedeni. Rengini, sevdiğinin elinden içerken köpürecekti. Düş sulara gebe teni donacak, donanacaktı azgın sularda. Oysa tan arası sandığında sinmiş, gencecik bir filizin büyümesini ve gelip kendisini bulmasını bekliyordu yıllardır. Zincirini kırmak için biliyordu tırnaklarını.
Olsun… Gülümsedi. Yastığını yokladı. Evet, biraz kaymıştı son depremde, ama halâ oradaydı. Anılarını giyinmiş siyah beyaz vesikalıklar, altında şöyle bir kımıldadı.
Hah işte! … Nihayet... Ayak sesine tutunmuş gün ışığı…
..
Kırmızıyı hiç sevmedim,
Sevemedim oldum olası,
Köyümden biraz uzakta,
Başka bir köyde Yassıca da,
Anamın doğum yolculuğu,
Kırmızı bir kamyonda.
Tren yoluyla karşı karşıya,
..