Bir zamanlar ormanın iki tarafında iki saray varmış.Biri sağ tarafın çok uzaklarında diğer saray ise sol tarafın uzaklarında yaşıyorlarmış. Bir gün savaş emri verirmiş.Pazartesi günü savaşacaklarmış. Hangisi yenerse ona madalya vereceklermiş.Ama içindeki krallar savaşacaklarmış. Herkesin beklediği an geldi. şavaşın başlamasına az vakit kalmıştı.Herkes aşağı indi.Bir sarayın adı kırmızı saray diğer sarayın adı ise mavi saray üç saat geçti savaş bitti. Kazanan kırmızı saray oldu. Kırmızı saraya madalya verirdi. Mavi saray üzgün üzgün saraylarına gittiler. mavi sarayın kralı dediki bir daha ki savaşta biz yeneceğiz.Yenemezsek benim adım kral olmasın dedi. Kırmızı sarayın kralı kızına söz vermişti. Diğer şavaşta biz yenersek sana madalyayı vereceğim. Kral kızını çağırıp madalyayı kızına verdi.Kızım sana söz vermiştim diğer savaşta biz yenersek sana madalya verecektim. Şimdi al bunu dedi. Küçük kız madalyayı alıp babasına teşekkür ederim dedi babası ne demek dedi. Bir gün çook güzel mi güzel ormana yeni bir saray geldi. Yeni sarayın adı pembe imiş. Kırmızı saray ile mavi saray çook şaşırdı.Çünkü bu ormana iki tane saray yete bilir di.Pembe saray bu ormanda iki saray olduğunu biliyordu. Hatta yeni olduğu için iki saraya bir ziyaret yapayım da tanışalım bir de hediyelerimi veririm dedi. İlk kırmızı saraydan başlayayım dedi. Yürüdü yürüdü yürüdü şükür olsun vardı.Sarayın kapısını tıkladı. TIK TIK TIK TAK TAK TAK diye tıklattı.kapıyı açan güvenli güvenciler açtı.Güvenli güvenciler dediki kimsiniz yabancılar giremez dediler. Ben yeni sarayın yeni kralıyım dedi ve güvenli güvenciler buyurun deyim kapıdan içeri girdi.merdivenlerden yukarıya çıktı kralın kapısını tık tık diye tıklattı.Kral kim o dedi ben yeni kral bu ormana yeni taşındım.Kral gir dedi otur şöyle dedi yeni kral teşekkür ederim dedi. Önce ben kendimi tanıtayım sonra sen bana kendini tanıt dedi kral tamam dedi.benim adım Karroz bursa doğumluyum eylül ayının birinci günü 20010 da doğdum ve size bu hediyeyi vermeye kendimi tanıtmaya geldim dedi. KARROZ hediyeyi alır mısın dedi. Ve şimdi sen kendini tanıt. Kral hediye için sağ ol dedi ve kendini tanıtmaya başladı. Adım MARTİN FRANSA doğumluyum şubatın on birin de doğdum 20011 de doğdum dedi MARTİN. Tamam martin uzun uzun konuştuk şimdi ben d kaklıyım dedi KARROZ. Karroz artık arkadaş mıyız diye sordu MARTİN evet dedi ve KARROZ sorusunu sorduktan sonra yoluna devam etti.İndi indi aşağıya geldi.Oğğğ dedi bir tane saray kaldı ona da çikolata verecekmiş. Çünkü martine çikolata verdiği için mavi sarayın kralınada çikolata verirmesi gerek. KARROZ yoluna devam etti.Mavi sarayın yanına geldi. kapısını çaldı.
çocuğuma aittir
..
Gözlerinin karası gecelerime sinerken hiçbir ay ışığı vurmaz karanlık sularıma. Işıltın sızar gündüzlerime de bir gölge gibi düşerim kaldırımlara. Her geçen aksını ezerken, hiçbir yansıman düşmez gölgeme. Ah sevgili gözyaşlarım bakışlarımı bir küpü doldurdurur gibi doldururken, yokluğunun boşluğunu görürüm gözlerimde. Ah sevgili neden bana delilikten elbise dikersin. Oysa ben her gün yüreğime güzelliğini çizerim. Parmaklarım yanar, yüreğim yanar. Neden bana cehennemden ateşten güller toplatırsın? Ne zaman bir gülün dalına ellerime götürsem, parmaklarımdan sonbahar yaprakları dökülür. Kuru bir dal gibi olurum aşk bahçende. Hiç beni görmez misin? Ah sevgili yok sende başkalarının klasik halleri. Ne gülüşün ne de sevişin kimseye benzer. Sıcak renkli çiçeklerimin üzerine soğuk renklerini düşürürsün. Beni buz kristalleri gibi eritirsin. Bir dilenciyim yeryüzünde, ellerim, gözlerim, yüreğim seni diler. Ne olur yalvartma beni, dudaklarımı dilenci mendile çevirme. Ne olur az da olsa beni dinle. Yüreğim bir kırmızı güldür, yürek vazonu ister. Sen hep kırık halinle ayak diplerime düşersin. Sana kan kırmızı güllerle gelirim hep. Ne acılarıma inanırsın ne de mutluluğuma. Seni bırakıp gidemememde her iki hal de var anlamaz mısın? Ne zaman rüyalarıma girmeni istesem, taştan bir yastık olursun bana. Ne olur ağlatma beni bir daha. Sevmek acılardan bal çıkarmaktır. Yani sevmek aslında iğne ucu kadardır. Tatlı bir gülüşün uğruna tüm iğnelerin tenime batar. Ne olur beni bu acıdan kurtar. Gittiğim bahçelerde yaprak sensin, gül sensin. O bahçede ezelden ebede giden yol sensin. Ah sevgili yollarıma seril demem. Sana bir zarar gelsin istemem. Gel gör ki bu acılar yüreğimdeki bülbülleri küstürür. Seni görememek bütün kanatlarımı kırdırır. Şimdi söyle sevgili sana yalvaran gözlerimden neden bakışlarını çekersin. Ey sevgili seni göremezsem ölürüm bilmez misin? Hayatıma öyle girmişsin ki, ruhsun bedenimde. Eğer ölürsem iki canın hesabını nasıl verirsin. Bir can ki canına muhtaç, bir can ki sen olmazsan sürekli aç. Nedir bana çektirdiğin bunca acı. Ne olur ey sevgili bana acı.
..
Ne demek git git gitme ne olursun. Bu şekilde kim dur diyebilir ki acılara. Ters psikoloji neyi geri getirir. Tek yaprakla tablo olur mu? Olmaz; çünkü etrafı boş kalır. Yaşanılan tablonun etrafı boşsa, onu gözyaşıyla doldurmanın anlamı nedir? İlk önce atlet sonra gömlek ıslanır. Sen acılarla ter döktükten sonra o ıslanmış ıslanmamış çok mu?
Mor ne kadar daha mor olabilir? Kırmızı ne kadar daha kırmızı olabilir? Duygularının en kırmızısında ve morundayken insanın kendini daha çok zorlamasının anlamı nedir?
Sal gitsin. İnan gitmek isteyeni saldığında, kanını da salacaksın, ruhunu da salacaksın. Gör gör ne kadar mutlu olacaksın. Onu gördüğünden daha mutlu olacaksın.
Birini yitirmekten daha kötüsü kendi değerini yitirmektir. Unutma! Kendini yitirenin bulacağı hiçbir şey yoktur.
Yağmurun yağışı güzeldir. Aşkla sırılsıklam olmak da güzeldir. Yalnız yağmur suyu içilmez. Bırak içemediğin yağmur suları gidenin ayak izlerini silsin. Sal gitsin. Bir gülsen yağmur sularının sende bıraktığı damlayı güneş parlatsın. Bırak günün ışıkları seni mutlu kılsın.
Gözyaşlarını geri getirenebilene yani seni ağlatmadığı noktaya tekrar geri getirebilene gel demeli. Bu da mümkün değil. Sal gitsin.
..
İntihar etmek istiyorum senin kurşununla
Parmağını tetikten çekme vur öldür hadi
Bir çocuğu oyuncağıyla dövmektir sevdan
Bırak senin elinle kırmızı güle bulanayım
Bunca vakit recm edildim linçler gördüm
Tüm cümlelerim suskun kaldı sözlerimde
Şimdi aşkını haykırarak ölmeyi istiyorum
Bırak senin elinle kırmızı güle bulanayım
..
Öğrenci olmak kuzu kuzu okula gitmektir. Sonra sıraya girip hizaya girmektir. Saçında şu var, gözünde boya var, elbisende leke var, var oğlu var sözlerini duymaktır. Öğrenci olmak hasta kabul edilmektir. Bir muayeneden geçer gibi kontrol edilmektir. Öğrenci olmak sıraya adını yazmaktır, duvara dayanmaktır. Bütün nemli düşünceleri mendiliyle kurutmaktır. Öğrenci olmak yazıt olmaktır. Oku oğlum yaz kızım seslerini duyarak bilgilerin beyne kazınılmasına çalışılmasıdır. Öğrenci olmak adın ne olursa olsun sus soyadını taşımaktır. Ayşe Sus, Melisa Sus, Orhan Sus gibi... Öğrenci olmak gibi olmaktır. 'Oğlum niçin Ali gibi akıllı durmuyorsun? ' örneğinde olduğu gibi. Öğrencilik hiç kolay değildir bir sınıfın içinde dakikalarca konu mankeni gibi durman gerekir. Ondan sonra hoca sorar: Kızım konuyu anladın mı? Nasıl anlayayım hocam şu an mankenlik yapıyorum diyemezsin bile. Saçını başını yolarlar. Başın belaya girer yani. Öğrenci olmak bir devlete ait olmaktır. Kurallarla, kanunlarla karşılaşmaktır. Kedinin pisliğini örtmesi gibi, gizliden gizliye kopya çekmektir. Öğrenci olmak koca koca yüzler varken on almaktır. Sonra kırmızı don gibi utançtan kızarmaktır. Yani kırmızı donun utandığına ilk defa şahit olmaktır. Öğrenci olmak sağcı olmaktır, solcu olmaktır; fakat adam yerine konulmamaktır. Öğrencilik bangır bangır bağırmaktır; ses telleriyle saz çalmaktır. 'Telgrafın tellerine kuşlar mı konar. 'deyip polise sapanla taş atmaktır. 'Yürü oğlum içeri, dışarısı sana çok gelir; bak bakalım içerdeyken ziyaretine kim gelir.' şarkısını polisten duymaktır, öğrenci olmak. Öğrenci olmak, aşık olmaktır. Sevdiceğiyle okuldan kaçıp kaçamak yapmaktır. Kaçarken geride bir ajan bırakmamaktır. Çünkü Türkiye'de sevmek namus meselesidir. Sevince ne zaman meşru olmayan çocuğu doğuracak diye beklerler. Sanki sevmek anne olmak baba olmaktır. Sanki anneler babalar birbirini çok severler, yine de her gece beraber yatağa girerler. Sevmek el ele tutuşmaktır. Sevmek bulutları yatak yapmaktır. Dünyanın bütün dertlerinden oluşan bir tostu, dost ile paylaşmaktır. Öğrenci olmak dostluk kurmaktır. Bir zeytini, bir dilim ekmeği güler yüzle tatlandırıp, güle oynaya yemektir. Öğrenci olmak dert çekmektir, tarlaya bol bol patlıcan ekmektir. Her ikisi de mordur. Her ikisi de sıkma candır. Öğrenci olmak ihaneti görmektir. Cüzdanından paran çalınır, dolabından donun alınır. Bunca ihanet içinde öğrenci olmak karakol gibi sağlam durmaktır. Kimseyi suçlamamaktır. Davayı hakime bırakmaktır. Yaşamak, herkes için aynıdır. Sadece başkası olmak vardır. Başkası olmak herkesten ayrılmaktır. Öğrenci olmanın başka bir tadı vardır. Öğrenci olmak dostluğu, arkadaşlığı, aşkı doya doya yaşamaktır. Öğrenci olmak vedalaşırken utanmadan ağlamaktır. Ne utanç verici değil mi? Ağlamaktan utanır olduk, sarılmaktan utanır olduk, yan yana gelmekten utanır olduk. Öğrenci olmak, noktayla virgülü yan yana getirip, noktalı virgül yapmaktır. Ve bundan utanmamaktır. Öğrenci olmak göz önünde olmaktır. Toplumun gözü kocamandır. Hep seni gözetler ama başına bir şey gelse, bir damla kirpiklerinden yaş gelmez. Bu yüzden öğrenci olmak zavallı olmaktır. Çünkü zavallılara, ekmek verilir, yemek verilir, para verilir ama bir damla gözyaşı verilmez. Öğrenci olmak kör vicdanlara kalmaktır. Öğrenci olmak onurlu kalmayı öğrenmektir. Ve şu hayat okulunda hepimiz öğrenciyiz aslında. Her şeyi öğrendik de onurlu yaşama öğrenemedik.Onurlu yaşama konusunda hepimiz sınıfta kaldık. Ne mutlu onuruyla yaşamasını bilene. Ne mutlu ekmeğini onuruyla kazanıp, onu bir başkasıyla paylaşabilene.
..