Kırk Yıl Sonra Şiiri - Yorumlar

Ahmet Karaoğlu
105

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Gece yarısı yola çıkacağımız bir önceki gün, sıkıca tembihlenmişti. Vaktin geldiği ard arda çalan düdükle bildirilip, zaten diken üstü duran birlik hemen sırt çantalarını alarak gösterilen guruplara katılıyordu. Küme, küme getirildiğimiz Ankara garında trene bindirilmek üzere nizami bir şekilde bekletilmekte idik. Cümlenin kıyafeti aynı tip ve aynı renkte idi. Saçlar bıyıklar kesikti. Üç ayda edindiğimiz dönem arkadaşlarımızdan birini veya bir hemşehriyi etrafta gözler umutsuzca aramaya başlamıştı. Tren gara yanaştı, gruplar halinde bindirilmeye başlanmıştık. Tıklım, tıklım olan yolcuların tek bir yola vuranı bile yoktu. Yolculuk Mersin Limanı oradan da Kıbrıs burunu gemi ile dolaşıldıktan sonra Magosa ya gidilecekti. Tren yolculuğu uzadıkça uzamıştı, bir gün önceki uykusuzluk ve yola çıkma hazırlık yorgunluğu yolculuğundan sonra, geldiğimiz Mersin Limanında Memleketimizin muhtelif bölgelerinden aynı şekilde gelen birliklerle birleştirilerek, limanda bekletilen gemilerden birinin geniş hangarına alınmıştık. Onlarında kıyafetlerinin tipi ve rengi aynı, saç ve sakalları kazınmıştı. Demirden olan hangar zeminin üzerine takriben altı bin civarında aynı tip ve kıyafetli kişi bindirilmişti. Kıbrıs burnu dolaşıldıktan sonra Magosa ya yedi saatte ulaşılacaktı. Gemiye binişimizin ikinci günü bitmesine rağmen geminin yalpalamasından anlaşılamayan ve hala Mersin Limanında olduğumuzu ancak güverteyi tespit edip bir şekilde güverteye çıkanlar tarafından belirtilmişti. Bekletilme nedeni açıklanmadığı gibi sorma şansımızda yok gibiydi. Ancak Magosa Limanının kabul programı veya askeri bir taktik olması ihtimali gecikmeye neden olabilir düşüncesi hâkimdi. Verilen peksimet, azık ve su daha ilk günde bittiğinden acıkmalar kendini gösteriyordu. Bir ara somun ekmek dağıtımı yapıldı. Uç bir kenarda gemideki yerimizde yanımdaki arkadaşıma son somun verilince bana ve diğer son birkaç kişiye somun kalmamıştı, yardımlaşma ile açlığı geçiştirmiştik. Trenin vermiş olduğu yol yorgunluğunu ve demir zemin üzerinde iki günlük bekleyişteki uykusuzluğu zaman, zaman sırt çantalarına yaslanıp kestirmekle geçiştiriyorduk. Magosa Limanına kırk sekiz saat sonra yağmurlu bir gece vakti aceleci ve nizami gruplar halinde gemiden indirilip, hemen orada bekletilen cemselerle Kıbrıs’ın muhtelif bölgelerine sevk edilmiştik. Buralar neresi idi, ben neredeyim. Şaşkındım çokta yorgun! Yağmur karanlıkta sicim gibi yağmaya devam ediyordu. Bir ara aklımdan geçmedi de değil, yağmur altında ve karanlıkta alelacele cemselere bindirilip sessizlik içersinde, silahları ateşleme pozisyonunda yüzleri karanlıktan fark edilemeyen ve yağmurluklar içersinde askerlerin nezaretindeki sevk edilişimizi,”buraların Rum kesimi olduğunu ve Ruamların bizleri esir aldığını düşünmüştüm.” Cemselerin durdurulup indirildiğimiz yer, birinci çıkarmaya katılan Mehmetçiklerin geçici olarak kullandıkları ve buraların yıkık, bombalanmış ve barut kokusu gelmesine rağmen bazı kısımlarında kalınabilecek durumda olan ve bir Rum okulu olduğu söylenen yerde gecelenecekti. Yorgunluk ve uykusuzluktan bitkin bir haldeydim. Dinlenmeye çok ihtiyacım vardı. Neyse ki savaşa katılıp ta hala orada askerliğini tamamlayacak olan Kıbrıs gazisi Yurtseven Topçuoğlu hemşehrimle ile karşılaşmıştım.Bana temin edebildiği kirli bir sünger parçası üzerinde, birkaç saat yatıp uyumuş olmamla üzerimdeki yorgunluğu jet hızıyla atmıştım. Sabah erkenden kalktığımızda yağmur durmuştu. Savaş ortamı olmasına rağmen o haliyle bile yeşil Kıbrıs’ın seyri bugün bile hafızamda yer tutmaktadır. Sabah çorbasından hemen sonra bir grup, asıl tankçı birliğimize gönderilmiştik. Burada Lefkoşa-Girne yolu üzerinde, portakal ve zeytinlikler arsındaki alanda yeşillikler içersinde tankların nizami düzeni ile sıralanmış, etrafında eğitim yapan ve ekserisi savaşa katılan Mehmetçiklerle karşılaşıp, kısa zamanda kaynaşmıştık. Henüz tankların bakım, onarımı için kapalı bir mekân yoktu. Eğitim alanından yaklaşık bir km uzaktaki Rumların terk etmiş olduğu villalar yatakhane olarak kullanılıyordu. Tankların bulunduğu ve eğitimin yapıldığı yerler ise savaş henüz yeni geçtiğinden ekili alanlar kullanılmakta idi. Tankların manevraları ve yapılan eğitimlerle kısa zamanda o güzelim yeşil alanlar kumdan çöl haline dönmüştü. Hemen yanı başımızda ki atık alanında ise, savaşın yeni bittiğinin tüm izleri; çöp ve barut, duman hatta ceset yanığı kokusu burnumuza gelmekte idi. Keşif ve eğitimlerimizle, bizden önce ve sonraki silah arkadaşlarımızla daha da kaynaşıp kendimizi her anlamda yetiştirmeye çalışıyorduk. Eğitim alanında etraftan toparlayıp getirdiğimiz atık inşaat malzemeleri ile tanklara bakım yeri ve bazı kullanım yerleri yapıyorduk. Takımlar beşer tank ve yirmi kişilik mürettebatla teşekküldü. Eğitim saati dışında boş durma olmayıp, herkes kendi tankını o güneşin sıcağında bakımına, temizliğine, yağına bakar, yarışa hazırlanan cins bir at ihtimamı ile ilgilenilirdi. Birinci tank takımının başındaki Teğmen Muhittin Sarıgözmen; kartal bakışlı, geniş omuzlu ve çelik duruşlu oluşundan çok etkilenip, kendisine aşırı bir şekilde bağlı oluşumuz, şevk ve cesaret verirdi. Gerek araziyi keşfetmek, gerek savaş şartlarına hazırlanabilmenin temeli olan gerçek mühimmat ile tatbikat yapmanın vermiş olduğu cesaretle ülkemin her bir yöresinden gelen vatan evlatları birleştirilebilen bir gücü sağlayıp, Kıbrıs Türküne güven ve barışın sağlanmasındaki payının önemi esas olmuştur. Kartal bakışlı çelik Teğmen arada üst amirlerin müsaadesi ile birinci takım olarak; beş tank ve mürettebatı özel tatbikata çıkarıp, arazide günlerce kalarak zevk ve heyecanla eğitimimizi geliştirirdi. Kıbrısın uzanan burnu Karpazlara doğru birinci tank takımını eğitim ve tatbikat yapmaya sevk etti. Alan Rumlar tarafından terk edilmiş ve ateşkes henüz senesini tamamlamadığından arazide ister istemez tarım mahsulüne de rastlanabiliniyordu. Tespit edilen uygun yere tankların nizami düzende güvenlikleri alınarak yerleşimi sağlandı. Birkaç gün burada kalınacaktı. Savaştan sonra buralar terk edilmiş olunmasından bakımsız ve susuzluktan etraftaki yeşil alan ara, ara kurumuştu. Eğitim ve gerçek mermilerle top atışı güneşin altında devam ederken, verilen molada hemen yakınımızda bulunan portakal ve mandalina ağaçlarına zarar vermeden nefis ve sulu eski mahsul meyvelerden bazen birer ikişer dalından koparıp ağaçların altında yer hararetimizi giderirdik. “Yıl 2014 aylardan Temmuz; 1974 yılı Kıbrıs çıkarmasının 40. anma yıldönümü münasebetiyle, diğer yazıp, çizdiklerime ilave edebilmem düşüncesi bu anıları kaleme almamı sağlamıştır.” Kıbrıs’ın kavurucu sıcağında eğitim, top atışı yapmak, bakım ve temizliği için hele o demir yığını tanklara dokunmak,
çeşme ve suyun yakınlarda bulunmadığı düşünüldüğünde de; bulunmuş olduğumuz ortamın şartları pekte kolay olmadığı görülmesine rağmen, bir şikâyetimizde yoktu. Mühimmat dolu tanklarda sıcak ve tehlike demeden zevkle, heyecan arzu ve istekle çalışmalarımızla devam etmekteydik. Merkez birlikten günde bir defa araçla gelen yemek ve su yenilip içildiğinde karavananın bereket ve lezzeti fark edilirdi. Aradan kırk yıla yakın bir zamanın geçmiş olması hafızamdaki rakamsal bilgilerde yanılgı ihtimali olabilse de; Bir tank yaklaşık kırk sekiz ton ağırlığında, iki tona yakın mühimmat ve altı yüz litre benzinle toplam elli tonun üzerinde bir ağırlığa sahiptir. Manevra kabiliyeti yüksek, tekerleri demir paletten, kulesinde uzun namlu topu, uçaksavar silahı ve bazı bölgelerinde on iki santim et kalınlığı olan demirden yapılı konvansiyonel üstün bir silah aracı olması da güç ve cesaret vericidir. Birinci tank takımı olarak arazideki çalışmalarımıza, ihtimam ve dikkatle devam etmekteyiz. Bulunduğumuz alanın güvenliği gece, gündüz değişimli olarak yerine getirilmekte idi. Bir ara portakal ağaçlarının ötesinde terk edilmiş bir köyün varlığını tespit eden sevimli ve birazda haşere olan Vanlı arkadaşımız, Kartal bakışlı çelik duruşlu Teğmenimize yaklaşıp askeri selamını verdi. “Gumtanım şuradaki tepenin arkasında terk edilmiş bir köy vardır. Orada arı kovanları var. Müsaadeniz olursa ben o kovanlardan asker arkadaşlarıma biraz bal getireceğim.”Çelik Teğmen çok kızmıştı.”Ulan asker sen oralara neden habersiz gittin? ”Vanlı Esas duruşunu bozmadan; ”Gumtanım su aramaya gitmiştim baktım orada evler var kimseler de yoktu. Arı kovanları köyün biraz dışındaydı. Memlekette benim arılarım vardı arıdan anladığım için, kovanlardan bir iki tanesinin kenarından kapağını kaldırıp baktığımda çerçeveler bal doluydu. Ben size haber verip, arkadaşlara biraz bal getirmek istemiştim gumtanım.”Çelik duruşlu Teğmenimiz neden sonra Vanlıya seslendi. ”O zaman gecikmeden git biraz al getir.”Dedi. Vanlı”Gumtanım bir arkadaş yanıma vere bilirsen hemen gidip geliriz.”Teğmen” Tamam al bir asker yanına.”Gidince birde tankların üzerine gerektiğinde örtü olarak kullanılan çadırdan branda alıp götürdüler. Biz aynı tempo ile kavurucu sıcağın altıda tanka in, bin top mermisi indir, bakımını yap tekrar yerleştire devam ediyorduk. Vanlının biraz gecikmiş olması hayra alamet değildi. Aradan yaklaşık iki saat geçmişti ki, Vanlı ve diğer asker çadırdan brandaya bir şey sarılı, karşılıklı uçlarından tutulmuş halde ve zorlanarak geldiklerini onların seslenmelerinden anladık. Brandaya sarılı olan şeyle tankların bulunduğu alana geldiler. Çelik Teğmen” O ne ulan asker? “ diye kızarak, sordu. Vanlı” Baldır gumtanım.”Dedi. Çelik Teğmen”Ulan oğlum o ne kadar bal? Ne yaptınız? ”Vanlı”Gumtanım ancak bu şekilde getire bildik.”Park halindeki tankların ortasında, getirdikleri koca brandayı açmaya başladıklarında havasızlıktan ve sıcaktan iyice kızışan arılar, kovandan çıktıkça etrafa saldırmaya başladılar. Vanlı biraz bal diye koca kovanı arıları ile getirmesin meğer. Etrafa yayılan arı sürüsü çıldırmışçasına saldırıp, defalarca sokuyorlardı. Ortalık arı kaynıyor, korunmak için aklımıza bir şey gelmiyordu. Topa, kurşuna göğüs geren asker, bir an şaşkınlık içersine düşmüş kendimizi kızgın
arılardan korumaya çalışıyorduk. Yine Vanlı asker Çelik Teğmene söylemeden arı ateşin dumanından kaçar düşüncesi ile alelacele yerden topladığı kurumuş otlardan bir demet yaparak, elinde tutup ateşle yaktı. Dumandan arıların uzaklaşmasını sağlamak istemişti. Kurumuş yanan otlardan eline doğru ateş gelince ot demetini yere atmasıyla yerdeki otların alevlenmesine sebep oldu. Arıların sokmasından kurtulmak isterken etrafın ateşler içersinde yandığını, gitgide park halindeki tanklara doğru ilerlediğini gören tank mürettebatı hızla başka güvenli alanlara tankları sevk ettiler. Arıların saldırısı ve etrafın yanması bütün hızıyla devam ediyordu. Ateşin portakal ağaçlarına gitmemesi ve daha geniş alana yayılmaması için asker canla başla bütün imkân ve çabasıyla mücadele ediyordu. Gür bir sesle Kartal bakışlı Teğmen; ”Ulan bu tankın şoförü nerede! ”diye bağırmaya başlamıştı. Ortada kalan tankın Edirneli şoförü görünürde yoktu. Tankın alt kısmından damlayan benzin ve yağın ateş alması; top mermilerinin, diğer mühimmatın ve depodaki benzinin topyekûn infilakı demekti. Belki de bu patlama ve gürültüye Rumların, ateşkes ihlali yapıldığı gerekçesiyle, savaş nedeni sayıp karşılık vererek savaşın tekrar başlamasına neden olabilirlerdi. Edirneli şoför hala yoktu. Demir kapaklar içerden kapalı ve kimse açamıyordu zaman artık bitmiş, üzerinde kapakların açmasına uğraşan asker tankı terk etmek üzereyken; tankın kalın çelik kapağı ‘ çelik kasa kapağı gibi’ büyük bir şangırtıyla mucizevî şekilde açıldı. Edirneli arkadaşımızın başı şoför kabininden görülmüştü. Anında durumu kavrayan Edirneli marşa basıp, bir manevra ile hızlı bir şekilde tankı güvenli bir yere çekip istop ederek, çok kızmış olabileceğini bilmesine rağmen Çelik komutanın karşısına koşarak gelip, asker selamı verdikten sonra esas duruşu ile “Komutanım tankın içersi serin olduğundan molada biraz uyuklamıştım.”Dedi. Kartal bakışlı Teğmen; bakışlarını sertleştirerek gözlerini büzdü, dişlerini sıkıp altdudağını büktü. Kızgınlığından kıpkırmızı olmuştu. Edirneli asker başına geleceklere razı olmuş, gıkı çıkamıyordu. Bizimde içimizden dua etmekten başka bir şey gelemezdi. Tüm sadakat ve inancımızla bağlanmış olduğumuz kartal bakışlı Çelik Komutan, komutanlığının gereği olan tavrını gösterip, Edirnelinin kendisine daha yaklaşmasını emretti. Edirneli Ona tam yaklaştığında gözlerinden öptü.”Sen büyük bir felaketi önledin asker. Seni tebrik ediyorum. Ama habersiz uyumanın cezasını bir asker olarak çekeceksin. Anladın mı ulan asker? ”Edirneli “emredersin komutanım” dedi. Hepimiz sonuca sevinmiştik. Portakal ağaçlarına yaklaşan alevleri söndürmeye çalışan Vanlı kardeşimiz olayların müsebbibi olma ve suçluluk duygusu ile ateşleri söndürme çabası içinde dumandan ve isten tanınamaz hale gelmişti. Birinci Tank takımı olarak derhal Vanlı kardeşimize ulaşıp etraftaki ateşi söndürmüştük. Arılarda dumanda rahatsız olmalı ki çekip gitmişlerdi. Kimlerin oyunu, kimlerin isteğidir ki; Ülkemin bir parçasına sızıp, sığınan ve destekçileri tarafından kandırılıp, korkutulup çoğunu da zoraki elde tutan terör illeti. Şanlı Bayrağımız, Toprağımız üzerine hesap ve planlar içersinde asla olmayacak bir hevesle yörenin insanına mazlumiyet tablolarıyla yanaşarak yandaş sağlayıp, bu toprağın hepimizin, bu bayrak hepimizin olma gerçeğini inkâra gitmektedirler. Kıbrıs’taki Birinci tank takımının ruhunda ve gerçeğinde birleşen Edirneli Rıfat Atik, Vanlı Ubeyt Güvercin, Antalyalı Mahmut Selçuk, Elazığlı Nihat Demirbağ, Rizeli Zeki Kaya, İzmirli Cemil Uysal, Ağrılı Sefer Aslan, Erzurumlu A.K.ve hatırlamakta zorlandığım diğerleri; kısaca hep birlikte Türkiyeli oluşumuz vardır. Kimler ayrıştırıp, parçalamak istiyor. Bu ülkede terör olmasın Türkiyeli olma ruhu ile; Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut ve diğerlerimizle bir ve bütün olarak, bu topraklarda Aynı bayrak altındaki yaşamın gücünü tarih hep yazmıştır ve yine yazmaya devam edecektir. Kırk yıl önceki milli duygum ancak bedenimden ayrılan canla ayrılır. Temmuz 2014/ Ahmet Karaoğlu
KIBRIS çıkarmasından tam kırk yıl sonra, Temmuz 2014 te bu yazıyı kaleme aldığımda; bu Ülkeyi kimler ayrıştırıp,parçalamak istiyor? diye; kandırılan,baskı gören,yandaşlık veya nüfus sağlamak isteyen o yöremizin bir kesim halkına sormak istemiştim.Bu yazının yazılmasının üzerinden tam iki yıl geçti,yörenin bir kesim halkı ile, anlamsız ve sonu olmayan karanlık bir yolda kendilerini ziyan eden gençleri maşa olarak kullanan bir iki terör örgütü vardı. ŞİMDİ; pkk,kck,tak,deaş,ışid,pyd,ypg,daeş,dhkpc açılımlarının ne olduğunu kendilerince bile bilinemeyen bu kadar terör örgütleri kimlerin adına ve neden yöredeki insanlara zulmedip, katliam yapıp,ortalığı yakıp,yıktıklarını son bir yıl içinde iyice fark edip,artık kandırıldıklarını sanırım anlamışlardır.Temmuz/2016 / Erzurum

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta