Gölgesini Unutmuş Ağaç
Sokaktaki ıssızlığının aksine
Başımdaki uğultuların bitmez savaşı,
yüreğimde ihanetlerin derin sancısı…
Asla hak etmedim bunları derken
içten içe “hakettin sen” diyen benliğim
sessiz bir duvar diplerinde büyüyen o kırık sesti;
kimsenin duymaya yanaşmadığı,
benimse susturamadığım…
Oysa gün boyu yürüdüğüm sokaklar başka bir şey söylüyordu:
asfaltın soğuğu,
pencerelerin içinden sızan yarım kalmış hayatlar,
kaldırımlarda unutulmuş bir mendilin rüzgârla dans edişi…
Hepsi başka başka yerlerden konuşuyordu bana,
sanki her biri,
benim içimdeki o eksik parçayı bilen eski dostlarmış gibi.
Bir köşede,
gölgesini satmış bir çınarın altında soluklanırken buluyorum kendimi.
Köklerine kadar yorulmuş bir ağacın gövdesine tutunuyorum;
belki o da zamanında “bana da kalır bir gölge” diye düşünmüş
ama hayat, gölgesini bile almış üstünden.
Rüzgâr yaklaşmaya çekinirken bile
ben kendimi onun kırılmış sessizliğine bırakıyorum.
Sonra bir sokak lambasının altında duruyorum,
ışığı titrek, sarısı ölmeye yüz tutmuş bir nefes gibi.
Bir yanım aydınlanmak istiyor,
diğer yanım “kalsın, dokunma” diyor;
çünkü ışık, bazı yaraları olduğundan daha büyük gösterir
ve insan bazen görmeyi göze alamaz kendi açtığı yarayı.
Başka bir zaman, başka bir sabah
mutfak masasında kalmış yarım çayların buğusunda görüyorum kendimi.
Soğumuş cümlelerin içinden geçiyorum;
bir kısmı söylenmeye kıyılmamış,
bir kısmı unutulmaya bırakılmış.
Dudaklarımın arasına sıkışmış bir heves gibi
dağılıyor içimdeki sözler.
Haritası yırtılmış bir gezgin gibiyim,
yolları biliyorum ama yönüm hep başka tarafa dönük.
Cebimde taşıdığım pusula bana ait değil artık;
nereye baksam tersini gösteriyor.
Sanki beni bilerek yanlış bir kıyıya sürüklüyor,
hiç kimsenin beklemediği bir kıyıya,
rüzgârın bile uğramayı unuttuğu bir yamaca…
yıllardır çalınmayan bir kapının önüne…
denize hiç açılmamış bir sandala…
eskimiş bir tren rayının son kıvrımına…
kimsenin yolu düşmeyen taş bir avlunun ortasına…
penceresi kırık, ışığı yanmayan bir kulübenin eşiğine…
ilkbaharı unutmuş bir derenin sığ sularına…
yazısı solmuş bir mektubun kenarına…
ayak izi tutmayan bir patikanın son döngüsüne…
Hala çarpsa da içi boş bir kalbin son atışına.
Ve tüm bunların içinde,
inçinde bir yerlerde hâlâ büyüyen
derin, derinden de derin bir sızı var;
ihanetin insanı nasıl parçaladığını
ama parçalananın yine de yola devam ettiğini anlatan bir ses.
İşte tam burada,
senin benden istediğin o cümleler giriyor hayatıma
her şeyin tam ortasından:
“Ve yine de yürürüm gecenin en karanlık yerine,
Bir umudun, kırık ışığını tutarım ellerimde...
Kendimle hesaplaşırken düşer bin perde yüzüme,
Ne suskunluk biter içimde… ne de bu gizli çığlıklar.”
Bu dizeler, yolun tam dönemeç noktasında
bir kapı aralar gibi duruyor karşımda:
İçerisi karanlık ama içeri bir kez girdiğinde
kendinle yüzleşmekten başka bir şey kalmıyor.
Yüzüme düşen her perde
başka bir hatıranın gölgesi;
birinde çocukluğumun kırık bisikleti,
birinde ertelediğim bir veda,
birinde söyleyemediğim cümlelerin ardında saklanan bir nefes.
Hepsi birer kanıt gibi duruyor karşımda,
“buradaydın” der gibi.
Ne suskunluk bitiyor içimde,
ne de o içe doğru büyüyen çığlık.
Belki de hayat
tam da bundan ibarettir:
suskunluğunla barışmak,
çığlığınla anlaşmak,
ikisini aynı bedende taşımayı öğrenmek gibi…
Ve yine de yürürüm…
bazen kırık bir kaldırımı takip ederim,
bazen haritası yırtılmış bir rüzgârın peşinden giderim,
bazen geçmişimi taşıyan bir sokak lambasının altında bulurum kendimi.
Çünkü bilir insan:
Ne kadar paramparça olursa olsun,
yol bir gün kendine çıkar.
Ve karanlığın tam ortasında bile
bir umudun kırık ışığı
insanı yeniden yola koyar.
Ben de çıkıyorum şimdi kendime,
yavaş ve sessiz,
kaybettiğim ne varsa içimde taşıyarak.
Belki bir gün,
yeni bir sabahın daha temiz sesinde
şöyle diyebilirim kendime:
“Tamam… artık bitti değil ama hafifledi.”
Volkan Kırımlıoğlu / Adem Eminoğlu
27 Kasım 2025
Kayıt Tarihi : 28.11.2025 21:42:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!