Gecenin karanlığın da ormandan “çıt” çıkmıyordu. Sanki bir felaketin habercisiydi. Birden, ormanın içinden bir ses duyuldu. Sessizliği bozan, bir kadındı. Nereye bastığına aldırmadan, sağa sola çarparak ilerliyordu. Arada bir, korkuyla arkasına bakıyordu. Ormanın içlerine ilerleyince, soluk soluğa yavaşladı. Olduğu yere çöktü.
Ayın ışığı, yapraklar arasından bir görünüyor, bir kayboluyordu. Biraz önce sessiz olan bu orman; şimdi, sanki bu konuğu korkutmak istercesine ses çıkarıyordu. Gökyüzü, kara kara bulutlara bürünmüş; dolunayı gölgelemeye başlamıştı.
Kadın, içine derin birkaç nefes alıp verdi. Biraz kendine gelebilmişti. Çevresine baktı. Ormanın derinliklerinde olduğunu anladı. Ayağa yeniden kalktı. O ağır bedeniyle ormanın derinliklerine girip kaybolmak istiyordu.
Yıllarca, köyün bitişiğindeki bu ormana girmekten korkmuştu. Şimdi ise, düşünmeden dalmıştı, ormanın içine. Adımları, korkuyla yeniden hızlandı. Bedeninde iki can taşımanın güçlüğüyle; çalılara çarpıyor, dalları kırıyordu. Çabuk yorulmuştu. Yeniden durdu. Bu sırada yağmurda başladı. Kadın bir yerlere sığınması gerektiğini düşündü. Ama bu düşünceden çabuk vazgeçti. İş olabildiğine varacaktı. Gitmeliydi. Olabildiğince uzaklara gitmeliydi. Birden gözlerinin önünden, su gibi yaşamı akıp geçti.
Babası, çocuğu olmayan yaşlı bir adamla onu zorla evlendirmişti. Eş üstüne toy yaşta verilmenin acısını hissetmeden; kocasının dayağıyla evden soğumuştu. Bıkmış ve yüreğinde ezginlik hissetmeye başlamıştı. Kaçtı, dayanamadığı bir gün; baba evine. Babası kapıdan:
— “Burası artık senin evin değil. Defol! ”diye kovmuştu. Amcasının evine sığındı. Kocası peşini bırakmak zorunda kalmıştı. Çevresi onu, yoksul biriyle elbirliğiyle evlendirdiler. Kocası öksüz bir inşaat işçisiydi. Bir gecekondu yaptılar işbirliğiyle. Kocası aylar sonra eli bollaşmaya, rahatlığa kavuşunca; kendisini beğenmez oldu. Üstüne eş getirmek istedi. Kabullenmedi. Günler sonra alkollü gelen kocasıyla yeniden tartıştı. Bu sefer olan olmuş, evden kovulmuştu. İki canla sokakta kalakalmıştı. Ertesi gün, daha sonraki günler hep geceleri dışarı itelenmişti. Kocası onu eve almıyordu. Başkalarına gitmekten çekiniyordu. Sap saman arasında, korku dolu geceleri başlamıştı. Artık dayanamaz olmuştu; toplumdan, ailesinden, herkesten; itelenmekten. Yaşamaktan bıkmıştı. Düşünmeden, yıllarca korktuğu ormanın içine doğru koştu. Sonunda ne olacağını bilmeden…
Bir yıldırım, tam karşısındaki ağaca düşmüştü. Korkuyla yerinden sıçradı; düşüncelerinden, hayallerinden…
Kaybolduğunu anladı. Ama ne önemi vardı artık? Yaşamı da bir tür oyunla onu kaybetmemiş miydi? Artık geriye dönemezdi. Ayağının altındaki dal “çıt” diye kırıldı. Kırılan sanki kendisiymiş gibi acıyla eğildi. Dalı eline aldı. Rüzgâr, dalları okşar gibi esiyordu. Yağmur ise; bir hızlanıyor, bir yavaşlıyordu. Birden dalı atarak, yeniden koşmaya başladı. Koşmalıydı. Yaşamını zehir eden bu yerlerden kurtulmalıydı. Su birikintilerine; bir giriyor, bir çıkıyordu. Arada sırada düşüyor, çamurlara gömülüyordu. Şimdi yük daha da artmıştı. Alnı, acıyla kırılmış, büyüyordu. Artık durmak istemiyordu. Gidebildiği kadar ileri gidip, kurtulmalıydı buralardan. Gök, daha yaşı yirmiyi geçmemiş genç kadını durdurmak ister gibiydi.
Bir kez daha su birikintisine acıyla yıkıldı. Yerde kıvranmaya başlamıştı. Doğum sancısı, zamansız gelmişti. Genç kadını bu ıssız yerde yalnız yakalamıştı. Ormanla baş başa kalmış, kıvranıyordu. Bir şeyin içinden akıp gittiğini hissetti. Acı bir haykırış, rüzgâr sesi arasında kaybolup gitti. Şalvarının içinden bir ses, varlığını duyurmak istercesine ağlıyordu. Kadın, şalvarını çözüp; bebeğini kötülüklerden korumak ister gibi bağrına bastı. Kokladı. Öptü. Ve ağlamaya başladı bebeğiyle birlikte. Bir ağaca doğru sürünerek gitti. Sırtını ağaca dayadı. Yağmur birden durdu. Sanki anneyle çocuğuna kıymak; bu anı gölgelemek istemiyordu. Rüzgâr yavaş esmeye başlamıştı. Orman, yine eski sessizliğine kavuşuyordu. Kara bulutlar arasından dolunay; bir görünüyor, bir kayboluyordu.
Kadın, öpüyor, okşuyordu bebeğini. Ne yapacağını bilemenin şaşkınlığındaydı. İçinden bir şeylerin kıyıldığını hissetti. Kalkmak, gitmek istedi. Kalkamadı. Yavaş yavaş kendini bırakıyordu, istemeden. Bebek hala ağlıyordu. Birden bebeğinin aç olduğunu düşündü. Son bir gayretle bebeğini doyurmak istedi. Bebeğini memesine dayadı. İlk defa içten bir gülüş ve mutluluk hissetti. Uzaktan insan ve köpek sesleri gelmeye başlamıştı. Onun için artık önemi yoktu. Bebeğine bütün gücüyle yapışmaya çalışarak, ağlıyordu. İncitmeye kıyamıyordu. Her şey ne kadar güzel görünüyordu? Sonun başlangıcını hisseder gibi; anlamlı, anlamsız çevresine bakıyordu. Boşluğa, rengârenk ışıklara dalmıştı. Gökyüzündeki kara bulutlar bile ne güzel görünüyordu. Bir anda doğayı, her şeyi ne çabuk sevmişti. Bebeğini unutmuş, doğayla bütünleşmişti. Yavaş yavaş kendisiyle birlikte her şey kayboluyordu. Artık ne ağlayan bebeğini ne de doğayı hissediyor, görüyordu.
Rüzgâr birden esmeye başladı. Yaşanılanları unutmak, silmek ister gibiydi. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı.
Gecenin karanlığı; yeni bir güne, yeni bir yaşama adım atmıştı; varlığıyla, yokluğuyla…
Cengiz ÇETİK… 1985/Karapınar-KONYA
Cengiz ÇetikKayıt Tarihi : 11.1.2007 00:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
1985 yılında yazdığım ilk öyküm. aynı zaman da ilk defa birincilik alan öyküm. iki ilki birden yaşamıştım. bir derginin düzenlediği bir yarışmada birinci olarak ilan edilip yayınlanmıştı. bu ilk öykümü sizlerle paylaşmak istedim. saygılarımla.
güzel bir öykü ve öykünün gizeminde yaşanılmış olan gerçek hayat var..sevgili özkan kaleminiz öyküyü yoldaş olmış yüreğine sağlık,
kutlarım...''
TÜM YORUMLAR (2)