Kırık bir çocukluk öyküsü Şiiri - Avni B ...

Avni Baştaş
5

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Kırık bir çocukluk öyküsü

kuru mısır taneleri değirmende un,
hamuru fırında ekmek olana kadar,
karadeniz havasında değişir insanlar.

yüksek dağların çok dik yamaçlarında
bitkiler kök pençeleriyle toprağı sarar,
tutar sımsıkı içinde, kendinden sayar.

bir sevgili koynunda olunca yaklaşım,
doğa tüm güzelliğini cömertce sunar;
aşılır zorlu koşullar, geçer fırtınalar..

***

babaannem ve dedemle köydeydik biz.
diğerleri gurbet denilen uzaklıklarda..
aslında çok kalabalıkmış geniş ailemiz;
geçim derdi savurmuş her birini bir yana,
anılar türküler, özlemlerden yansıyan iz..

sevgi dolu dedem hoşgörülü saf bir insandı.
saçlarının neden olmadığını sorduğumda,
gülerek derdi; “yandığı sene yaktı deniz.”
bilge duruşlu, kınalı saçlıydı babaannem;
sözü eminde, ölçüsü deminde; temiz, titiz…

bilincimin oluşmasından önceki bir günde,
teknedeki hamurun kıyısına işemişim de
kopmuş kızılca kıyamet, curcunaymış evimiz.
“o hamuru kesin, ekmeğini yapın; ben yerim!”
deyince dedem, kalmış öylece herkes sessiz..

***

içi içine sığmayan çok etkin bir çocuktum,
öğrenmek keşfetmekle yanıp tutuşurdum.
hep genleşir bilgi heybem, dolmak bilmez;
çatlasa da sığardı, büyüdükçe dış kabuğum.

güzellik duyarlılığımdı, iyimserlik huyum.
olanla yetinen zıpır bir fındık kurduydum.
hüznün ininde ara sıra kalsam da mahsur,
içine sığdığım minik kozamda mutluydum.

***

baharda süslenir yapraklarla yeryüzü,
yeşil gelinliğine takar bin bir çiçeği.
göremeyenler için ne büyük eksiklik
can yüklü doğadaki görkemli güzelliği..
hayranlıkla coşar, dere tepe oynardım;
sanki dersin pek gezgin bir uğur böceği…

dur duraksız karıncalar arkadaşım,
patika yol yokuşunda eşek yoldaşım,
karakızın oyuncu danası sırdaşımdı;
fıkır fıkırdı her bir şey doğası gereği..
hava, su, toprak ve tüm canlarla birlikte
sevgiyle dolu dolu yaşamak ne güzeldi…

***

ah, ne tuhaf sevinçlerim vardı benim.
gri bulutu yırtan sarı güneşle sevinir,
yeşilin tonlarında konaklar dinlenirdim.
girdiğim sığ derelerden çıkmak bilmez,
balıklarla oynaşır, göllerinde çimerdim.

arkadaş karıncalar kolay geçsin diye
gözelerden akan su yatakları üzerine
taştan çamurdandı kurduğum köprülerim.
kümesteki canlarım yenilmesin diye
çakalları evcilleştirmeyi bile düşlerdim..

***

gördüğüm insanlara gizliden gizli bakar,
baştan sona incelerdim, ayılmadan onlar.
erkek yüzlerinde bir maske vardı sanki,
söylemleriyle düşünceleri ayrı mıydı ne?!
biraz tembeldi biçilen role teşne adamlar..

ya kadınlar, ah o güzel ve görkemli kadınlar!
yerüstünde çalışan yeraltı madencisiydiler,
ömürlük sözleşmeli gibi yeryüzü ademiyle;
değirmen taşı kalçalarıyla pek doğurgandılar.
kadınlar, kadınlar; sevilmek için yaratılmışlar…

***

anne memesi gibi tutunurlar düşlerine,
çabuk büyümektir çocukların istekleri.
bakmadan hiç kimsenin gözüne, eline;
kendine yetmek, evleşmektir hevesleri..

***

sarı takvim yapraklı günlerin birinde
karşımda iki insan bana bakmaktaydı:
“bu senin baban, bu da annen” dediler;
alt üst oldu her şey, tüm sıralar karıştı;
sarsıldı yer, yalnız gezen yıldızlar çarpıştı..

tüm olan bitene karşın itiraf etmeliyim ki,
sevinçli bir heyecanla çarpmadı yüreğim.
sustum yalnızca, dil tutan yeni gelinler gibi.
ürktüm, yağmurda sinen yavru kediler gibi..
gittiler, ardına hiç bakmadan gidenler gibi…

***

kendimi bildiğim andan beri özgündüm.
dişil çevrenin ağzında zavallı bir yetim,
erkek dünyası doğallığında öksüzdüm.
sevgide eksik, kıt besinle pek kesikti iklim;
yine de teklikle güçlü, dirençle özgürdüm..

gecelerde yokluğuna ağladığım definem
pahada öyle fazla bir şey de değildi hani,
bir avuç anne sevgisiydi en tazesinden,
yanında da bir tutam baba ilgisiydi yani;
olacaksa artık olsundu ama en iyisinden…

***

göz önünde bitince dedemin cılız son soluğu,
çöktü dağa taşa ölüm gerçeğinin soğukluğu.
ağıtlarla yaşandı yitimin dinmek bilmez acısı,
dar bir geçitte korku dolu yıkımla başbaşaydım;
sonrasında başladı ilk sorguların öncü sancısı..

***

geliştim kendimce, epey büyümüştüm.
gaz lambalı, yarı karanlık akşamlarda
fındık patozu bile yetişemezdi hızıma,
ocakbaşında derin derin düşünürdüm.
kaf dağı ardındaki uyku kuytularında,
akla düşen sevgi duyusuna üşüşürdüm..

***

düşler derlediğim masalsı bir gecede,
gerçekliği çok su götürür bilinmezlikten
ay ışığında beliriverdi ak sakallı bir dede.
önce baktı, sonra döküldü sözler dilinden:

"ufak tefek bedenine bakmadan,
gözün gördüğünden sapmadan,
olaya alaya dolaya aldırmadan,
yaşama yordamlı tutunuyorsun..

eski püskü yamalı pantolonla,
çatlak kaygan lastik papuçlarla,
kısa araların hızlı koşusuyla,
gökkuşağına yaklaşıyorsun..

izliyorum seni, gözüm hep sende.
bulanık duyulu soğuk gecelerde,
dizlerini çekmişsin de göğsüne
tanrı yalnızlığında uyuyorsun..

üzülme sakın, sıcak tut düşlerini;
ulaşmak için umuda, sık dişlerini.
güzel yaşamın lekesiz renklerini
bir gün mutlaka yakalayacaksın..

ey dik saçlı çelimsiz esmer çocuk!
yumma kara gözlerini; gör, bakın!
çıkılır tüm yokuşlar, aşılır dağlar;
elbet bir gün güneşe kavuşacaksın…"

***

kuz yerin ocak kökünde fındık ışkınıydım.
özüm sefil bir teleflik yaşamasın diyerek,
gizlerdim beklentimi sızlasa da yanıklarım.

nerede izini görsem derinlere dalardım.
zordu gözlediğim sevginin özleyeni olmak.
yağmurlar dışarı, ben içimin içine akardım.

nedense utanınca kızarırdı hep yanağım.
gökgürültüsü olağan, masal devleri yalan;
gücü aklımdan alır, yalnızlıktan korkardım..

geceleri düşle gerçek birazcık karışsa da,
kuş cıvıltılı çiğ düşmüş yeni sabahlarda;
tümleşip doğayla, umuda yelken açardım..

***

zaman aktı, yıl sayısı arttı, aylardan marttı;
yayıldı sarsıcı bir haber, çepeçevre dolaştı..
beklenen olmuş, boş sepet heyecanla dolmuş;
annem babam yaza beni yanlarına çağırmıştı.

bir kiraz zamanı çıktım köyden, dağlar aştım;
yüreğim kıpır kıpır, sevincim kanat kanattı.
uçtum düşyakıtımla gizemli aileme ulaştım,
bilinmezle dolu yeni yaşam büyük meraktı..

***

ortamı, insanları, koşulları kavrayabilmem;
uzun bir süre gecikse de iyi niyetimden,
kederin yoğun sisinde yine de ayırtettim:
tozlu raflarda patlak balonmuş düşlerim,
yağ kokan demir kazak makinaları arasında
defolar ayrıştı, tuz buz oldu beklentilerim..

düğümlendi çıtır ipler, bozuldu renkler,
açmadı güneş, çözülmedi katılaşan don
sarardı, soldu, döküldü dallarda çiçekler..

***

yeterliydi gücüm becerim, yılmazdım;
dokumacılıkta hamarat bir ustaydım.
‘yediğim içtiğimin karşılığı olsun’ der,
-bilirdim ki benden beklenen de buydu-
işlikte çocuk parya gibi çalışmaktaydım..

***

boş arsalar, taşlı çamurlu sokaklar,
sanki mülkiyetindeydi akranlarımın.
onlar nazarlıklı gözbebeği evlattılar,
onlar küçük ve narin tomurcuktular..
okul dışı zamanlar hep insiyatiflerinde,
onlar bitimsiz oyunların as oyuncusu;
onlar sevgi hovardası has çocuktular…

***

ağır nem, küf kokardı yığma evler;
dönerdi mozaik kaplı merdivenler,
ateş tuğlalı duvarlar çok soğuktular.

içler dışlar çarpımında değişken yok.
vade farklı açık hesapta değişen çok.
çatlak buzlucamlı kapılar kırıktılar..

kapanmadı aralar, durağandı uzaklık.
yıllar yılı köşe bucak aranan sıcaklık,
basit bir emaye soba dışında yoktular.

beklenti boş, aranan çok eskilerdeymiş,
adresi meçhul müflis bir eskicideymiş.
yazık ki, makyavel’e bile övgü okuttular...

***

büyük kent ürkünçtü.
düşle gerçek dönüştü
bilinmezler örtüştü
sonunda bana kalan
kırık bir acı gülüştü…

***

düşlere dalardım uyumadan önce.
acaba yosun döşeli yeşil bir gölde
gün ışığıyla oynaşan yavru bir balık,
bahçede sarmaşığın sardığı taş duvar,
anne göğsündeki yumurcak bir kedi,
çocukların sevdiği oyuncak mı olsam?
bir şey olsam, birşey birşey.. durulsam…

özünden gözünden sözünden şefkat saçan,
göğsünde okşayıp ten kokusuyla uyutan
bir annem olsaydı ya da güvenilir babam.
uzun uzun sarılınsam, sevgiye doysam..
cılız mart güneşi ısısına bile razıydım,
sıcaklığı iliklerime kadar duyumsasam…

adanmıştım mucizeden medet ummaya.
‘çok şey mi istemiş olurum?’ sorularıyla
geceleri yalvarır yakarırdım ulu tanrı’ya.
umarsızlığın dip dalga sorgusundan beri
çözdüm kolayca, yoktu fırsatım şaşırmaya..

***

yorgunluktan ölü gibi yatağa serilince,
beynimde ardı ardına yıldızlar kayardı.
yığın işin ağırlığıyla çocuk beden çöker,
çabucak kış uykusu derinliğine dalardı.

sonra binbir düş akardı gözümün önünden,
kopmuş gibi fantastik bir filmin karesinden:

oldukça geniş ovanın orta yerinde,
yıldızlara yakın bir alandaymışım.
hafif esen ılık yel gövdemi okşuyor,
minik kuşlar cıvıldaşıp cilveleşiyor,
çok dilli börtü böcek fısıldaşıyor..

kara gecenin tekinsiz ıssızlığında
yüreği davul gibi atan bir yılkı atı
grubun ardında dört nala koşuyor.
uzaklarda bir yerde uluyan aç kurtlar,
gece derinliğine korku kaygı salıyor..

bulanık sisten hafifce sıyrılıp gelen
zayıf, ezik bir kadın belirdi birden;
öğrenilmiş çaresizlik içinde miydi,
özgür iradesinin seçiminde miydi?!
insanlar büyüyor, sevgisi küçülüyor…

-

sonunda uzakca bir yerden duyulan
babaannemin görüntüsüz iç sesiydi
lirik bir ezgiyle boşlukta yankılanan:

"dökülen meyveler yerde kaldı çürüyor,
umutsuz bir umarsızlık telaşını seçtim.
teklik alaf yığını, deste deste büyüyor,
güzü görüp dermeden zemheriye geçtim..

pencereden süzülen gün yer ardına inince;
el ayak çekiliyor, herkes yuvasına akıyor.
ocak ateşi yalazında artıyor ağır işkence;
gün hızlıca bitiyor, akşamı gece yutuyor..

sen, bir tek yalnızlığımı paylaştığım değil;
yıllar yorgunu yüreğe en taze kanmışsın..
sen, bir tek yağmur sonu duruluğu değil;
dizime derman, canıma kol kanatmışsın…"

Avni Baştaş
Kayıt Tarihi : 24.12.2019 11:05:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Derviş Akçay
    Derviş Akçay

    Tebrik ederim.
    Şiirinizi beğenerek okudum.
    Yüreğinize sağlık.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Avni Baştaş