Bir gün,
hiç bilmediğim bir şehirde
adımlarımı sokaklara bıraktım —
sanki beni tanıyormuş gibi susan kaldırımlara.
Hava sıcaktı;
güneş tenime dokunmuyordu ama,
çünkü ben çoktan üşümeye alışmıştım.
Bir çocuk geçti yanımdan
elinde rüzgârla yapılmış bir uçurtma taşıyordu —
gökyüzünden daha hafifti kalbi.
Baktım,
bir zamanlar ben de öyleydim diye hatırladım;
ama sonra unuttum
neyi hatırladığımı.
Köşe başındaki pastaneden
limonlu kek kokusu geldi
bir an gözlerim doldu
çünkü
annemle en son konuştuğumda
o da limonlu kek kokuyordu,
ve konuşmamıştık aslında,
sadece sessizce çay içmiştik
birbirimize çok geç kalmış iki yolcu gibi.
Adımlarım beni bir vitrinin önüne sürükledi —
camın arkasındaki ben,
beni izliyordu.
Göz göze geldik.
Ve o an
damarımda kan yerine bir sesin dolaştığını fark ettim:
tıkanmış bir şarkıydı,
dudaklarımı hatırlamayan.
“Bu ben miyim?”
diye sordum kendime —
kendimi tanımadım.
Çünkü içimdeki adam
neşe yerine nöbet tutuyordu,
öfke yerine taş basıyordu kalbine.
Her şeyi geçirmemek için
kendini tamamen geçirgen yapmıştı dünyaya.
Bir kadın gülümsedi az ötede
gülüşü ilkbahar gibiydi
ama ben
kışa yemin etmiştim
ve o yeminle ısınmıyordu artık hiçbir şey.
Kafamı çevirdim,
kendi sesimi duydum birden —
bir zamanlar içimden akan
nehir gibi berrak,
şimdi kurumuş bir kuyunun çınlamasıydı.
Şehir sustu.
Ben yürümeye devam ettim.
Cam kırıkları gibi takıldı adımdaki yankılar
ve her adımda
bir parçam daha eksildi.
Sonra anladım:
Ben buraya kaybolmaya değil
kaybolduğumu bulmaya gelmişim.
Ve hiçbir şey değişmedi.
Sadece yürüdüm.
O adam hâlâ vitrindeydi —
ama bu kez
gülümsemiyordu bile.
Kayıt Tarihi : 19.4.2025 20:21:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!