Boşluğun ortasında savrulan gül yaprakları gibi çürümeye yüz tutmuş duygularım. Deniz ve rüzgar susmuş, gözlerim ise ağlamayı unutmuş. Hüzünlü bir çocuk gibi ruhum soyunmuş gönül mahkemesinde yargılanıyor.
Yıkıntılar onarılmıyor. Menekşe mavisi gökyüzüne rağmen ruhum parçalı bulutlu. Kopacak fırtınanın kara bulutlarını bekliyor gibi. İçimde keskin bir kaygı taşıyorum.
Akşamın öksüzlüğünde keşfedilmemiş bir ülkenin yolcusuyuz. Duyduğumuz melodideki ezgi hüznün son notaları sanki.
Umutsuz bir gezgin, yurtsuz bir yolcu gibi akşamın öksüzlüğünü yaşıyoruz. Yokluğun caddelerinde gezinirken sokak itleri gibi tepilmekten yaralanmış, duygularla savruluyoruz. Ayaz gecelerin buzlarında yoğurmaya çalıştığımız duygularımızı.
Benliğimiz yırtık bir entarinin altında güneşin ilk ışıklarındaki parlaklıktan mahremiyeti gizlemeye çalışıyoruz. Korkmayı unuttuk, üzülmeyi de. Birazcık mutluluğun peşinde gönül tacirlerine satıyoruz benliğimizi, doğduğumuz güne lanet ederken…
Kendi ellerimizle yarattığımız cenneti, puslu, lacivert gecelerde ki korkulara bırakıyoruz. Cehennem zebanileri gibi bekleyen korku ve paranoyalara düşüyoruz. Kendimle tanışıklığımı yitiriyorum. Dal gövdeden ayrılmaya başladı. Dalgalı denizdeki son çırpınışlarda ki feryadımı içime gömüyorum.
Bizin öteki yarısı ile baş başa kalmıştım. Kışın ayazında tenimde soğuyan terime sarındım. Senin kokunu da alarak. Kalbim sanki boğazımda atıyordu. Göğüs kafesimi terk edip, zehirli bir öfkeyle dışarı çıkmak istiyordu. Yaşamın yalın iyiliği bile onu avutmamıştı..
Keşfedilmemiş ülkenin kimsesiz, avuntusuz insanı gibi donuklaşmış bedenle dolanıyorum. Külleri karıp içimde yanan koru ortaya çıkaracak birlerini bekliyor gibiyim. Yitikler soyundan geldiğimi unutup, paslı menteşelerin gıcırtısıyla açılan bekleme odasında yalnız kalmak istemiyorum.
Dingin maviliği örten puslu sis perdesi, yorgun güllerin baygın kokusunu kapatıyor. Duygular duvara çarpılmış biblo gibi paramparça. Yüreğin havlandırması kapatılmış. Dil ise ölüm orucunda. Dışarıda keskin bir ayaz, kar taneleri düşmekle düşmemek arasında kararsız ve ben üşüyorum. Bu üşümelerim sana ısınmak için koşarak geldiğim düşüşlerim oluyor.
Acılarımın sessizliğine bürünüp, hasta odası loşluğundaki benliğime saklanıyorum. İyi halden salınmayı bekleyen yükümlü gibi, yüreğim köşesine çekilmiş bekliyor. Aşkı doğuran insanın acı çekmeye özlem duyması gibi.
Nedenlerin, niçinlerin cevabını aramıyorum. Hayat yolunda işaretlenmiş bozuk işaret lambalarının yönlendirdiği alın yazımı takip ediyorum. Ruhum pejmürde dolanmakta. Ölü evinden çıkanların kısa üzgünlüğünü yaşıyorum. Kim olduğumu ne olduğumu sorgulamadan. Karanlığın gözlerindeki zaman dilimini yaşıyorum.
Sessizlik ayak basılmamış bölgeleri dolduruyor. Saldırıya uğramış üşüten sözlerin eşliğinde bulamadığım huzuru uzak yıldızlarda arıyorum. Avuçlarımın içinde buruşturduğum günlerin üzerinde güneş lekeleri vuruyor.
Kimdik neyin peşindeydik aşk mıydı aradığımız? Kimler bulmuş ki? Sadece acının en yoğunuydu yüreğimizde hissettiğimiz yada kendi ruhumuzun kayboluşuydu. Hep gidenin ardından yürek de gitti denir. O yürek zaten hiç gelmemişti ki bedende benlikte var edilmişti. Bir yosmanın koynunda, bir külhanbeyinin narasın da, bir bebeğin ten kokusunda. Hangisindeydi aşk yaşanan mı? Yaşanamayan mı?
26.12.2011
Fatma Avcı
Kayıt Tarihi : 26.12.2011 23:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Belki bu bir bağımlılık ve de çaresizlikti sevgimin asil duruşuna karşı ama hiç de pişmanlık duymuyor ve sadece özleminin kâbuslarına sarılıp, benliğimin dermansızlığıyla uğraş verip baş etmeye çalışıyordum yüreğimle...
Sevmenin de bir bedeli olduğunu bilmesem can verecek dermanım olacaktı bu beden düşkünlüklerinden ve sen, nasıl bir sevgiyle içime çökmüştün ki yıllardır dolanıyorum o balçık ovası bataklıkta...
Neden sevmelerin her kolu sana doğru uzanıyor, her ses senin sesine yapışıyor, nedendir tüm bakışlarımın ardındaki durgunluk, donukluk, tutukluk sen sebebine bağlanıyor?
Mustafa Yılmaz
Ant+10
Çılgınca tükettiklerimizin arasına sevdalarda katıldı... Zamanı tüketirken, bilemedik kıymetini 'karanfil kokulu' mendillerin.. Hatıra defterlerinin arasında kaldı 'gül kurusu' mektuplar... Köşebaşlarında görmek için sabah akşam beklediğimiz yüzler yok artık...
Sıraya girmiş 'hercai gönüllerden' medet umuyoruz şimdi... Biri olmazsa, düğeri... Oysa aşk affetmez, onu bile unuttuk...'
Yazınızdaki 'umutsuzluğa' eşlik etmek istedim Fatma (Deniz) Hanım... Düşündüklerimdi, 'zamane aşklar' için...
Yine etkili, seçkin bir yazıydı... Tebriklerimle...
begeniyle okudum
TÜM YORUMLAR (7)