Kim Ki Döner Şiiri - A. Ali Ural

A. Ali Ural
39

ŞİİR


60

TAKİPÇİ

Kim Ki Döner

Sırf kıvrılıyor diye yolu yılana benzetenlerin zehrine bağışıklıyız biz. Yol, ille de bir şeye benzetilecekse; atımızı bağlayıp biz benzetiriz:

Balıkçının yolu misinadır, ucunda ne olduğu belli olmayan. Uçurtma uçuran çocuğa ülkesi görünür ipin ucundan. Her telinden ayrı bir Rapunzel'e çıkılan gür saçlar, yollarıdır aşığın. Bahçıvanlar bilir, duvarlar yoludur sarmaşığın. Biz yol ehli, yani yolcular, razı değiliz yolun yılana benzetilmesine. Ahmet Haşim batan güneşi, kısılan lambaya benzetmiş ne güzel! Biz de benzetelim yolları lambanın fitiline.

Bir lamba hüzniyle1

Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi;

Söndü göllerde aks-i girye-veşi

Gecenin avdeti sükûniyle

Gecenin sessizliğinin dönüşüyle, kocaman bir damla gözyaşına dönünce göller, ağlamaklı bir yansıma olur batan güneşe. Ki söner, suyla temas edince. Ki söner, yanınca gece.

Yollar

Ki gider kimsesiz, tehî, ebedî,

Yollar

Hep birer hatt-ı pür sükût oldu

Akşamın sine-i gubarında

Onlar

Hangi bir belde-i hayâle gider

Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi.

Yolların kimsesizliği insanınkine benzemez. Sessizlik çizgileri uzar da uzar. Hiç kimse yolları evlat edinmez. Belki akşam acır da sarar tozlu sinesine. Tenha ve sonsuz yollar! Hangi hayal beldesine?

Meftûr

Ve muhteriz yine bir nefha-i hayal esiyor,

Bu nefha daları bitâb ü bî mecal uyutur,

Sonra eyler kıyâhı nâlende,

Sonra âgûş-ı ufk içinde ölür...

Bıkkın ve çekingen; yine bir hayal nefesi esiyor... Öyle bir rüzgar ki bu, dalları takatsiz bırakıp uyutuyor koynunda. Sonra inletiyor otları. Sonra ölüyor ufkun kucağında.

Ey kalb!

Seni öldürmesin bu sâye-i şeb,

İşte bir dest-ı sâhir ü mahfî

Sana nûr-ı nücûmu indirdi.

Gecenin gölgesi katilin olmasın ey kalb! Sen ışık iste yeter! Bak sihirli, gizli bir el, sana yıldızların ışığını indirdi. Seni öldürmesinler!

Kuruldu işte, mesâfât içinde, lâl-i mesa

Bütün meâbid-i hiss-ü meâbid-i hulyâ

Bütün meâbid-i meçhûle-i ümid-i beşer.

Duygu mabetleri, düş mabetleri, insanlık ümitlerinin o meçhul mabedleri. Bir bir kuruluyor kızıllığında akşamın. Mesafelerin içinden yükseliyor semaya. Yükseliyor semaya notaları şarkının.

Gurûb içinde bu eşkâl-i bîhudûd-ı zeheb

Zücâc-ı san'at ü fikretle yükselirler hep;

Büyük denizlere benzer eteklerinde sükût,

Sükût-ı nâ-mütenâhi, sükût-ı nâmahdûd,

Sükût-ı afv ü emel...

Öyle bir mimaridir ki bu, sanat ve düşüncenin kristal abideleri, sınırları belirsiz altın şekillere kendi gömleğini giydirmiştir. Sonsuz ve sınırsız sessizlik yakışır böyle bir abidenin eteklerine. Af ve ümit sessizliği, vurur sahillere dalga yerine.

Bir el

Derîçelerde bir altın ziyâ yakıp indi,

Aktı âb-ı sükûta yıldızlar

Bütün sular zehebî herzelerle işlendi.

Demek o geldi; çocukken okuduğumuz hikayedeki. Şair, altın pencereli evin sırrını verdi. Pencerelerde altın külçeleri eritip indi yeniden. Sessizlik suyuna aktı yıldızlar. İşte, işte bütün sular, altın titreyişlerle işlendi. Demek o eldi! Kuyumcu güneşin sanatkâr eli!

Tâ öteden

Şimdi zer gözleriyle tâ öteden

Gam-ı ervâhı vecde da'vet eder

Bütün meâbid-i meçhûle-i ümid-i beşer

Bütün meâbid-i vecdin soluk ilâheleri

Birer birer iniyor, gözlerinde rü'yalar;

Dudaklarında ziyâ-dâr ü muhteriz titrer

Akşamın bûse-i huzû' eseri.

Altın gözleriyle ta ötelerden, ruhlardaki hüznü yatıştırmak isteyen, insanlık ümitlerinin bütün meçhul mabetleri, coşku mabetlerinin beyaz ilâheleri, birer birer inerken gözlerinde rüyalar, dudaklarında utangaç, ışıklı, parlak akşamın buse izleri var.

Soluk ve gölgeli simâlarında rengi mesa

Nakşeder bir teheyyüc-i rü'yâ:

Biri yorgun semâ-yı lâl'e bakar,

Biri bir gölge meşy ü gaşyiyle

Miyâh-ı râkideye samt ü hâb içinde akar;

Biri bir ergânûn-ı eb'âdı

Dinliyor, gölgelerde ser-be zemîn

Biri altın gözüyle, güyâ ki,

Sana ey kalb ü mübhem ü bâkî

“Gel! ” diyor.

Güneş kuyumculuğa devam etmekte ve akşamın vitrininde sanatının yeni şekillerini göstermektedir. Akşamın rengi soluk ve gölgeli simalarına düşünce, o hayal ilâheleri bir rüya heyecanına bürünmüşlerdir. Biri yorgun, kızıl gökyüzünü seyretmekte, diğeri dalgın bir yürüyüşle durgun sulara sessizlik ve uyku halinde dökülmekte, bir başkası gölgeler içinde mesafeler orgunun yerle göğü kaplayan nağmelerini dinlemekte... Ve nihayet biri altın gözleriyle sana: “Ey müphem ve ağlayan kalp, gel! ” demektedir.

“Gel! ” Bu nasıl tılsımlı bir kelimedir ki, emir olduğunu unutturup bizi hazla titretir. “Gel! ” nasıl bir emirdir ki, söyleyenin dudağında altın gibi şekillenir.

Lâkin

İniyor

İşte leylin zalâm-ı bî dâdı...

Yollar,

Ah ey kimsesiz yollar,

Yolların ey sükût-ı hüzn-eseri,

Bugünün inmeden şeb-i kaderi

Meâbid-i emel ü histe sönmeden bu ziyâ,

Ölmeden onların ilâheleri,

Ah gitmez mi hatt-ı sâkitiniz,

Şimdi zer gözleriyle, ta öteden

Tâ öteden

Gam-ı ervâhı vecde da'vet eden

Uzak meâbid-i pür-nûr-ı vecd ü rü'yâya

Ki câ-be-câ kapıyor bâb-ı va'dini sâye.

Fakat, gecenin amansız karanlığı hızla iniyor. Birazdan sihirli anların üstüne siyah bir perde örtülecek. Yollar! Ey kimsesiz yollar! Hâlâ bir yolcuyu çekemediniz kendinize! Ey yolların hüzünlü susuşu! İnmeden bugünün kader gecesi, arzu ve duygu mabedlerinde bu ışık sönmeden, ölmeden onların ilâheleri, şimdi altın gözleriyle, tâ öteden, ruhların hüznünü vecde davet eden, vecd ve rüya dolu uzak mabetlere gitmez mi sessiz çizgileriniz? Ki o mabetlerin vaad kapısını yer yer gölgeler kaplıyor. Birazdan karanlığa gömülecek vaadler. Birazdan gece kara bir eşkiya gibi kesecek yollarını.

Sırf kıvrılıyor diye yolu yılana benzetenlerin zehrine bağışıklıyız biz. Biz, yol ehli, yani yolcular; “Kim ki döner, biliriz yola çıkmamıştır o”2. Yol ille de bir şeye benzetilecekse, atımızı bağlayıp biz benzetiriz:

Ve yapışırız semadan sarkan ipe!

NOTLAR

1. Yollar, Ahmed Haşim.

2. Pablo Neruda.

MERDİVENŞİİR

KASIM – ARALIK 2005

Sayı 6

A. Ali Ural
Kayıt Tarihi : 26.2.2016 13:57:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Ali Ural