Varlığımı korumak için bütün gün kendimle uğraşıyorum. Çünkü varlığımı korumazsam dağılıp paramparça olacağımı sanıyorum. Korkuyla ve sımsıkı kapanıyorum kendime. Kendime sımsıkı kapansam da yine her gün bitiminde hep aynı eksikliği,hep aynı yetinmezliği yaşıyorum. Hayatın bütün bu şekillenişi.Vitrinler,konuşma biçimleri,eşyalar,yollar,fikirler,alışkanlıklar,beklentiler,bütün bu sistem her şey,ama her şey beni kendime kapatıyor. Yoksa dağılıp parçalanmaktan korkup kendi benliğimde değil de kilitli bir kapının önünde mi bekliyorum hep ben? Yoksa bu kilitli kapıyı da yitiririm diye mi korkuyorum dağılıp parçalanmaktan? Bu kilitli kapının varlığına en çok sevgilerin başladıktan bir süre sonra bittiği,dostlukların hiç beklenmedik bir anda tükendiği zamanlarda inanırdım ben. Bu kapıyı bir açabilsem ben,açıp içine bir girebilsem orada sevgilerin sonsuza dek süreceğini,dostluklarınsa hiç tükenmeyeceğini düşünürdüm hep. Buna kendimi ısrarla inandırdım. Orada herkesin içinin görülebileceğini,herkesin maskesiz,olduğu gibi yaşadığını hissettim. Orada egemenlik,güç ilişkileri yoktu. Orada güçsüz,zayıf,yetersiz diye kimseyi aşağılama yoktu. Çünkü orada herkesin varlığı tek tek önemli,herkes tek tek eşsiz,herkes tek tek vazgeçilmezdi. Sahiciydi… Herkes kendi ve başkalarının varlığını korkmadan,doya doya tadıyor ve yaşıyordu orada. Ezilen,baskı altında olan,engellenen olmadığı için,herkes doğumuyla getirdiği sevgiyle vardı orada. Başkalarının mutsuzluğu üzerine kurulmuyordu hayatlar. Bir kişinin mutluluğu bile oradaki herkesi yukarı çıkartıyordu,sevinçle yükselmeye…
Peki bu hayatta yaşadığım o derin eksiklik,o bitmeyen yetinmezlik duygum yüzünden aklımın uydurduğu bir efsane,bir yok ülke olamaz mıyd? Ama ben bu hayatla hiç uyuşamadım,hiç bütünleşemedim ki…Hiç beni giderek daha da içime kapayan bu işleyişin dilini çözemedim ki…O benden ne istiyordu,ben ona ne veriyordum,hiç bilemedim ki…yaşamak değildi de bu,sanki yaşıyor gibi olamaktı,öyle göstermek,öyle sanmaktı.
Nasıl yaşarsam doğru yapmış olur,nasıl yaşarsam bana hep ya çok büyük,ya da çıldırtıcı derecede yetersiz ve anlamsız gelen bu hayata sığabilirim,onunla bütünleşebilirdim? Hayatı nasıl algılarsam bu bitmeyen sürgünlüğüm biter ve bu neye olduğunu bilmediğim özlemim ve onun yarattığı sızı dinerdi? Hep duygularımın diliyle konuşmak isterdim. Ama içimde birbirine rağmen varolan öyle çok duygu var ki,bu yüzden açık,dürüst ve kendim olmak için içimdeki bütün bu duygularla,duygularımın tüm sesleriyle konuşmam gerek. Zaman zaman o bana hep egemen olan aklımın kimi çatlakları arasından bu birbirine karşı ve birbirine rağmen içimde barındırdığım duygular ortaya çıktığında insanların yüzlerine büyük bir dikkatle bakıyor ve orada hep aşağılayıcı ve fırsatçı bir merak,her şeyin açığa çıkabileceğinden doğan ölçüsüz bir korku ve derin bir tiksinti görüyorum. Görüncede de kendimi hemen toparlamak zorunda kalıyor ve o zaman: “Afedersiniz bugün çok yorgunum,biraz da kafam karışık” deyip hemen toparlıyorum kendimi…
Kimi zaman da karşımdaki,içimdeki bu duygu karışıklığını,bu birbirine rağmen var olan duyguları anlayacak diye fazladan konuşup onun dikkatini dağıtıyor ve bütün duygularıma tamamen aykırı,farklı bir şeyler söyleyip kendimi olduğumdan çok başka biri gibi göstermeye çalışıyorum. Kilitli kapımı açamadığım için çevremdekiler kendimi önemsetmeye ve bu sahte önem duygusuyla onların dikkatini çekmeye çalışıyorum sık sık. Güçlü bir insan görüntüsü yaratıyorum. Kapımın kilitli olduğunu ve benim her gece ve her gündüz bu kapının önünde umutsuz bir şekilde beklediğimi anladıklarında beni anında yok ederler,elimdeki avucumdakini de alırlar korkusunu duyuyorum içimde…
Oysa içten içe bu elimdeki ve avucumdakinin aslında sadece korkularım,kaygılarım,sahte gururum ve sahte güven güven duygum olduğunu bilirim. Kilitli kapımın önünden ayrılamamak için bu kadar çırpınıyorsam,bu kapının ardında bana ait bir şeyler olmalı diye düşünüyorum. Kilitli kapının ardında özlediğim o yer olmasa,çıkarcı ve ikiyüzlü olduğum ve böyle davrandığım zamanlarda içim hiç acımaz,kendimi kirlenmiş,kötü ve suçlu hissetmezdim diye düşünüyorum. Sanki geçmişte,çok eskilerde yaşanmış bir hayata,bir dönem bütün içtenliğim ve birlikte olduğum insanlara ihanet etmiş gibi hissetmezdim kendimi…Ve neredeyse enerjimin çoğunu içimdeki yapaylıkları,kötülükleri ve acımasızlıkları yok etmek için harcamazdım…
Mona RosaKayıt Tarihi : 1.9.2008 10:24:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ne kadar çok tecavüze ugrar özgür ruhlarımız...
her damla beynimize çakılır korku olarak
benliğimizi sıkıştırıp bir köşeye
tuz buz ederiz cesaretlerimizi...
korkularla gulyabanilerle sularız kardelenlerimizi...
Hiç farkına varmadan asıl benliğimizin
bir ben yaratırız korkak urkek çekingen
birde bakmışız yolun sonu türküsü çalıyor...
TÜM YORUMLAR (1)