düşünceme kelepçe vurdular,
kelimelerim pas içinde şimdi,
gecenin koynuna sürülmüş bir mızrak gibiyim,
yalnız, paslı ve hâlâ kanayan.
göğün dili tutulmuş,
bulutlar bile sansür yiyor artık
ve biz,
dudaklarımızda mühürle doğduk
bir öksürük gibi bastırıyoruz gerçeği,
ne zaman konuşsak,
duvarların kulakları ağrıyor.
bu topraklar,
alnında barutla yazılmış bir masal,
kanla sulanmış bahçelerde büyüyor çocuklar,
kır çiçekleri bile artık siyah açıyor
bu karanlıkta.
herkesin gölgesi uzun,
vicdanın sesi kısık,
ve her köşe başında
bir çığlık kadar yalnız
bir anne bekliyor barışı
yanmış bir bez parçasının altında.
düşünmek — en büyük suç,
düşlemek — sakıncalı,
ve gülmek...
gülmek,
bir tür isyan artık!
kaldırımlar bile biliyor artık
hangi ayakkabı hangi işkenceden dönmüş,
hangi adım hangi kapının önünde susturulmuş...
barış,
bir çobanın sabahla birlikte yola çıkmasıdır,
bir çocuğun çantasına kalem konması,
bir babanın “rahatça yürü” diyebildiği yoldur.
ama şimdi?
herkesin kalbi bir bubi tuzağı gibi,
biraz seversin — patlar,
biraz düşünürsün — yakalanırsın,
biraz yazarsın — yakılırsın.
oysa ben,
bir çay demlemek isterdim bu sabaha,
dumanı göğe yükselsin,
herkes kendi bayrağını değil
birbirinin sesini selamlasın isterdim.
bir ezgi yazmak isterdim,
insan kokan,
anneler gibi konuşan,
çocuklar gibi gülen.
ama susturuyorlar,
her sesi bastırıyorlar,
sözcüklerimiz boğuluyor her gece
parmak uçlarında kurulmuş darağaçlarında.
ve düşünceye vurdular kelepçeyi
ama unuttular:
göğe zincir vurulmaz.
bir rüzgâr yeter bazen
bir fikir yeter —
her şeyi yerinden oynatmaya.
bir gün,
şiirler tankların namlusunu örtecek,
çocuklar zırhlı araçlara değil
gökyüzüne koşacak,
ve biz
düşünmenin yasak olmadığı
bir sabaha uyanacağız.
Kayıt Tarihi : 3.6.2025 23:54:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!