Ki Belki Şiiri - Hasan Hüseyin Gündüzalp

Hasan Hüseyin Gündüzalp
12

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Ki Belki

Ki belki
zifirin safrasıdır bu dil
bütün iplerini kırıp şu zıkkımın
bütün örklerini, bukağılarını kırıp
salıvermek kendini…

adına düzenlemiş bütün kayıtları silip
işlenmemiş bütün suçları üstlenip
günahları, ayıpları, yasakları alıp kucağına
koyvermek kendini
söndü denilen bir yanardağa…

bilmeden dağcılığı
ipsiz, kazıksız en yücesine çıkıp bi dağın
uçurum kenarından koparmak değil
koklamak o adsız mükemmeli…
deveyi yardan uçurana bi tutam otmuş…
bırakıvermek kendini
insan dayanmaz renksizliğe…
nereye götürürse götürsün bu nehir
sonunda kırçorak olmak da olsa…
varsay gemisin
kağıttan ya da çam kabuğundan, fark etmez
ha biraz uzun ha biraz kısa kalmak…
girip çıkacağın
düşüp kalkacağın yer önemli değil…
battıların çıktıların
düştülerin kalktıların ortasında
anlamlı anlamsızlıklara vurmak kendini…
alabilmek tatsızlıktaki tadı
ve alt dudağın bende kalsın diyebilmek
eriştiğin erişilmeze…


bir parça koparıp güneşten
hiç bir yörüngeye oturtmadan
ne yana dönsen karşında misali
her an göz bebeğinde olan
bir yangınla bakmak yaşama

mümkünse notasız bir ıslığı
bitimsiz çalabilmek
mümkünse anlamsızlıktaki
dayanılmaz anlamı kanayabilmek
törpü bilmez tırnakları
yara kabuğuyla törpülemek
yarayı ayrı
tırnağı ayrı, kanı ayrı sevmek
hiç de zor değil sevene akmak
denizde değil
kurak topraklarda boğulmak

Ki belki
maddenin
en küçük parçası atomdur diyen
hesaba katmamış aşkları
ayrılıkları…

Ki belki
Bir ömürlük saygı duruşudur aşk…
Ben susarken sana böyle gürül gürül,
Maddenin aşk halini bilmeyenler,
“avucuna osurup, burnuna tutmak” diyecekler
Aşkın halsiz hallerine…
Desinler…
Gülmek yağacak ömürlük saygılarımıza…
Direni de deli gönül direni
Aşk için ölenler çalacak sireni…

Ki belki
sensin bütün toplamım
edersize dair ne varsa…
ki böylesi bir uçurumda
kalmalara komasaydın beni
ne aşka yatkınlığım kalırdı
ne kendime yakınlığım…
lanet olsun güçlü olmayı salık veren bütün söylemlere…
anladım ki tanrı
dayanılmaz bir zayıflığın ürünüdür…
yoksa ne işi vardı gökte İsa’nın…
ben uçmayı rüyalarımda
dipsiz bir uçurumdan
düşerken öğrendim Dunay…
ki deliksiz uykular içindir
köpekler gibi içişim
ondandır
seni hep uykularıma çekişim…

yokluğun bir deli katır
odun çeker durmadan cehennemime.
sen orda belkilenirsin
ben burda harlanırım…


Dağa küsen bir tavşan
kunlayıp duruyor içimde…
yaptığım ne varsa severek
kıpır kıpır durur da göz ucumda
ahlı vahlı dökülür kıvılcımlarım…
ki bilirsin
ne de çok severdim
elle balık tutmayı
yapma dediklerini yapmayı…
bak bir hele şu geriye
karşısında dört mevsimce dört resim
yazar durur ağlarca
ağlar durur yazarca…

sığınırım
sığınağımdır koynun
bazen yüzünü bulamam
bazen bedenin kaybolur…
ele dile gelmez kalakalırım…
gör düğümler atılır
kördüğümlerim üstüne…
bilirim
bir Zülfikar lazım her kördüğüme…
- bilmem, nar çatlasa bana Dunay düşer mi…? ...-

Ki belki
serçelerden öğreneceğiz
olmadığımız yerlerde olmamayı…

Ki belki
ölümün tek protestosudur aşk…
ki sinler
ancak ironiyle sindirilebilir…
sen yabanıl tebessümsün gözümde
bütün dişiliğini sergiliyor da gece
uykulara uyanmıyorum…

topu topu üç beş aşk
kayalarda iz bırakan…
ki baştan sona erozyon
bölgesi olmuşken insan,
ancak lirik,
kirli bir manyaklı kam zorlayabilir
iz diye kayaları…
çatlasın bilim
mutlaklaştırıyorum;
seni seviyorum…
- bilmem düşünüyor mudur tanrı
matına bir hamle kalmış oyunun başında…-

Ki belki
diğerlerinden ayrılmaktır ağlamak…
ağlamak ki en çok tanrıya yakışır…
birazdan aynalara sığınacağım
ki kanadığımca kanamıyorsan Dunay
çıkarıp
en gülen gözlerinli resmini
en gülen
uykularımla ağlayacağım…
- bilmem, hangi kazıda bulabilirler gülmelerimi…

Ki belki
aslolan her daim yıkılmaktır…
bunca yatalak sözcüklerle
ayaktalığını anlatmak
nedir ki aldatmaktan başka…
ben zayıf boktan bir adamım Dunay.
ayrılıklar yıkıyor beni
apak oluyorum apak…
yıkıla yıkıla gülmek gibi bir şey
yıkıla yıkıla yıkanmak…
şu gitmelerin
bu kalmalarım olmasa
kirlerim şakıldak bağlayacak…
- bilmem, hangi karaçalılara sürterdim yüreğimi…

Ki belki
ölmek ikiz doğurmaktır…
ve hayatın garezidir yoksula ikiz…
ki yoksulluğun en büyüğüdür yokluğun…
şimdi her geceyi ölümle çarp
ve düşün zavallı memelerimi…
hangi birine yetişmeliyim
çığlıklarda kayboluyor çiğliklerim…
yokluğun döllüyor yokluğumu
kundaksız büyüyor kefensiz ölüyorum…
bir belki kalmalı elimde
onda bekleyebilmeliyim…
ki ölürsem gülerek değil söverek ölmeliyim…
birileri ardımdan gülebilmeli en azından…
ki ölüm o kadar da bilinmez değil Dunay
gördüm
allahsızlar ne kadar da güzel mezarlar yaptırıyorlar
üstelik başucuna bir ağaç
üzerine çiçek de dikiyorlar…
- bilmem kim bulur hangi kayalara sıvadığım seslerimi…-


Ki belki
her aşkın bütünlemesidir ihanet…
bildim
bütün yapraklar dallarına ihanet etmiştir
bırakıp dallarını rüzgarla sevişmiştir…


Ki belki
zorlada güzellik oluru, ayrılıklar
bir de yollar belletir…
her an’a bir çentik atmak
nedir ki damıtmaktan başka kalmaları…
gitmeleri sen anlat
kalmaları ben
ki kalmalarımın gelmişi geçmişi
rüzgarla yangının, şiirle şarabın hikayesidir…
tanrıyı anlamak insandan kurtulmaktır…
ki acemi bir şairdir tanrı
“aşka bile ihtiyacım yok” diyecek kadar…
yalnızlığımın bir adı
beklediğim biri var…
oysa beklemiyor o hiçbir şeyi…
bir ölü beklemeyebilir ancak
ki bekliyorum seni Dunay
kucağında nar çiçekleriyle gel…
yalnız bir kara yılanım şimdi…
- bilmem kim bilir kırmızıyla kara yılanın hikayesini…-

Ki belki
sesimizden gayrı kalanımız yoktur
kulaklarımızdır belki gözümüzden gayrısı…
dün gece rüyamdaydın
bölük pörçük birkaç sahne dışında
çınlayıp duran sesin kalmış usumda…
senter içinde uyandım
koynundaydım adressizliğin
kapı ne yandaydı ben nerdeydim
sen neredeydin Dunay…
sövdüm sövülecek ne varsa
ki sövmek sevmektir biraz da…

Ki belki
inanmaların yıkımını değil
bilmelerin yanılgısını sevmeli insan…
yıkımlardan değil yanılgılardan yola çıkmalı
sonu istemese de sona varan…
yolu yanılgıya çıkmayan
bir bildiğini söyle Dunay…
de bana
yol yola çıkmasa da
yol yolluktan çıkar mı…
de bana…
elim ayağıma dolaşmasa da
dolaşıyor bildiklerim yanılgılarıma…

Ki belki
kentlerdi özneyi öldürüp nesneyi azdıran…
- sesler bir kentin kalabalığında yitirir anlamını…
- insan bir kentte kaybolabilir ancak…
- ve bir kent en çok aşka muhtaçtır…
- nedir ki bir kenti sevdalardan başka anlamlı kılan…
- ne zevkli şeydir bir koca kentte hiç anlaşılmamak…


Ki belki
hüzün ikinci nimetidir yeryüzünün…
ki yüzün hep önündedir hüznümün…
yaba vurup savurmak mümkünse de hüznünü
ne mümkün gülerek uyuyan yüzünü…
senin bütün fotoğraflarını ben çekmeliyim Dunay
gülerken dondurmalıyım seni
olur ya yanılıyordur belki bilim
yok oluyordur olmaz dedikleri…
hem bir bilsen kaç yıl aradım nüfus kütüklerinde
deli dedemin bana benzeyen resmini…
- bilmem kim bulur sesimiz gibi gülmeleri…-


Ki belki
yağmur her zaman yağıyordur…
ille de bulutlanmak ve gürlemek zorunda değil gökyüzü…
ille de ıslanmak zorunda değil birileri…
bir ben ıslanabilir
bir ben ıslıklanabilirim…
gökle göz arasında
bir harflik ilişkidir bağ bozumu bozumum…
bir harf darağacı olabilirse
yağmur damlası da öldürebilir…
ki telefonun tellerine gözyaşları da konabilir…
ki ben yağmurda
hep ağzı açık dolaşırım Dunay…
olur ya
samanuğrusundan arta kalan
dört bölü damla bir beyaz
düşer diye ağzıma…
- bilmem, hangi değirmen öğütebilir sensizliğimi…-


Ki belki
bir kalışa mahsustur
ayrılığın yaralı memelerini emmek…
gittin kaçak bir defineciyim şimdi
kavrulmuş anlar patlıyor gözlerimde…
beden istiyorlar benden
bir parçacık erkimi de
güle oynaya alıyorlar elimden…
başlıyor hortlaklar geçidi
tak olup uykunun sokaklarında
damla damla Dunay ağlıyorlar…
uyumak ağrısızların harcıydı
inanmazsın
bazen uyuyakalıyorum Dunay…
dudaklarımda dört gülen mevsim…
- bilirim zamanı yalnız onlar ağlatabilir…-

Ki belki
şiirden önce içmeli şarabı…
demlenmeli yalnızlık bir imgenin koynunda…
bütün yaşadıklarımdan önde gidiyor yaşayamadıklarım…
belki de ondandır
taşıdıklarımın önünde gitmesi taşıyamadıklarımın…
oturmuyorsam dostluklara, sevilere
doymuyorsam
kimlere ne ki Dunay
bıraksınlar gebereyim
bıktım masrafsızlığıma karşın
ödediğim bunca hesaptan…
- bilmem, bilen var mı…-

Ki belki
iki belkiliden başka üleşimiz yok…
ancak hiç kimse kendi üleşini yaşayabilir…

Ki belki
her birimiz başka başka şeylerden oluşmuş
bir başkadan başka bir şey değiliz…

Ki belki
aşklarımız, yalnızlıklarımız
kederlerimiz, sevinçlerimiz
doğumlarımız, ölümlerimiz
bile başkalarının…
ve her birimiz
o başkalarının içindeyiz…

Ki belki
hiç birimiz yeni değiliz
tanışmamışız o kadar…!

Ki belki
bir at sineği muştusuyla geleceksin
heybende çığlıklarlı yıl önce kaybettiklerim…
güne karşı sevişeceğiz…

Ki belki
dost dostun çöplüğüdür biraz da…
ya yar…
güldüğümde
ay dolanıyor ayaklarıma küllüğümde…


Ki belki
yalana yalana kurumuş
çürümüş kemikten gayrı bir şey değil
gözlerimi kah parıldata
kah bulutlata
geveleyip durduğum anılar…


Ki belki
kapımda yalladığım
ve benden başkasına havlamayan
yavuz bir ittir intihar…

Ki belki
çocukları yalancı kılan yalancı memelerdir…


Ki belki
yangın var! çığlığına
bir bidon benzin kapıp koşmalı insan…
- bilmem, ne yaptığının farkında mıdır yüreğim…-

Ki belki
ben de kırkımdan sonra öleceğim…
bana da namussuz diyecek belki
dostum Dostoyevski …
desin… ne zararı var
bir gönül bile çalmadım
bir gönül bile kırmadığım kadar…


Ki belki
hiçbir zaman adamdan sayılmayacaklar
kavgada yenilmeden
yenilenlerin saflarına katılanlar..

ki ben bir güzden arta kalanım
ne kadar kaçsam da intihardan
sayılırım diye
gel bahara topraktan
utanıyorum gazelliğimden…
bir evcil hüzün havalanıyor gövdemden,
Sıvanıyor çam ve kavak ağaçlarına
kucağında bir yığın ahılgan
dönüyor kovanına
al diyor al
sıva çatlaklarına…

alem bilir oysa
saklanıp içine
kılıf kıldık çaldığımız minareleri…
bakma şimdi sivri sivri zorladığımıza tanrı gözünü
göremedi hiç kimse
birkaç deli hariç onun göğ gözünü...
- bilmem geçer mi iğne deliğinden başım…-


Ki belki
burada bitirmeliyim bu yağmuru…
şöyle bir not düşüp buluta…:
her an kursağından kazılmıştır…
gece ki… yon yıllık mezar…
kursak ki gecenin al git akçesi…
sayıyorum sayıyorum bir şiir eksik

Korkmazgil kızabilir
diyebilir: Belki’deki varsıllığı nasıl kısa kesebilirsin….
gözüme sokar Azime’yi…
Belki alır bir gözümü, bir gözümü sen…
kaldı mı ben de göz…
ver gözümü, diye
hanginize yalvarmalıyım Dunay…
ver gözümü Belki…
ver gözümü gitme…
eşsiz bir intihar örgütleniyor aşkın yol çatında
sav sözü belki…
- bilmem, çeyiz sandığı olan kaç belki kaldı…-

Ki belki
yedi başlı günlerden başka
bir şey değil yedi başlı canavar…
hangi başın koparsam
yeniden yaratıyor ardımdan…
ki bütün uzun savaşlar oyunlaşır…
gün yemek ayrı şey
gün saymak ayrı…
sayıyorum, yiyorum, yenileniyorum Dunay…
- bilmem, yedi gün başı götürsem verir mi kızını kral…-


Ki belki
karlı çıkan hep gecedir
gündüzle keşiğinden…
ki gündüz, yetim bir çocuktur vardiyasız hırpalanan…


Ki belki
sen hep böyle gitmelisin
kurup kendine bütün anların zilini…
gitmelerim olmasa sen bir hiçsin, diyerek
vurup yüzüme edilgenliğimi
sözcüklerin böğrüne böğrüne
ille de Dunay, diye vurdurmalısın…
girmiyorum diye koynuna
bak kaç gecedir ağulanıyor gece
kurşun döküyor gözlerime
nazar değmesin diye…
aman da Zifir’im… aman da Dunay…
böyle kalmak
ancak dipsiz bir cereye sağılabilir…
mayası tutmuş hüzün
destandan başka neyle anlatılabilir…
- bilmem “içme” demelerin tutulur yanı var mı…-


Ki belki
doğrudur sövdükleri, mirassız ölülerin ardından…
ki aşklardan gayrı mirasım yok Dunay
ayrılıklar yağmasına bırakabileceğim…
ki bir rivayetin ortalarında geçendir adımız…
ne ilkeli olabildik
ne moderni acının…
- bilmem, kaç parmak kalkacak: nerdesiniz’e…-

Ki belki
geçmiş ve gelecek denen
iki somut canavarın dişleri arasından
öldürdüğünü yiyen bir hayvan kurtaracak anı…
bir hayvan ağlıyorken
anlar ayrılıyor ardımdan
ve sokuyor gözüme işaret parmağını hiçisi…
anladım
olgunluk yorgunlukmuş biraz da…
içimde bir hamal
kale devirmeç oynuyor çocuklarla…

Ki belki
ağırlaşmak uğruna kaybettik
çocuk denen kuşu…
yüzümde bir çocuk
ki ben olgulaşmam
hep böyle ekşi
hep böyle ham…
biliyorum bundandır
her ısırılıştan sonra
tuza ya da şekere banılmam…
- bilmem, kaç yeşil yaprak
ıslıklarla düşmüştür karınca yollarına…-

Ki belki
yel kayadan bir deniz alır…
- ellerimin serçe yanını kaşındırıyor avucumda sıktığım kum…-


Ki belki
çözülmüş örneği olmayan tek sual aşktır…
- bilmem…-

Ki belki
atlayıp bir düşe
nereye diye sormadan çekip gitmeli düşevrenine…
çıkardın yüreğimi Dunay
çıkardın rotasından
bir de aklımı çıkarırsan
iki kere deli olacağım
bir kereliğimle sığmadığım bu yaşama
iki kereliğimle nasıl sığacağım…
üstelik
zır demeden çama çıkıyorken, hasretin…


Ki belki
bütün güzellikler uyaklar uğruna kaybedilmiştir…
ki elekle kıyamet arasındaki ilişkiyi melek bozmuştur…
ki sen güzellikleri elediğim kıyametimsin Dunay
ve ben baştan sona mahşer…
hangi melek bozabilir senle benim uyaksızlığımı
hangi asa giderebilir sensiz benim ayaksızlığımı…
nasıl anlamam ağaçların yapraklarını döküşünü
ve tanrının ille de Havva diye Adem’in kemiklerini söküşünü…
ki senden başka bir ben bilirim
her anın Dunay… Dunay diye ayrılışını…

Ki belki
olmasaydı gözlerin kalakalırdım
kör topal kalabalıklarda…
ki hüznü en çok dağlar besler bilirdim
inadına köylüyken kaldırımlara yenildim…

tepemde dolun dolu olmuş ay
ne de güzel akıyor Ankara’nın karasına
üşüyorum üstümde emanet bir kazak
ayaklarımın altından akıyorken bir kent
mazgalları üstünde bir köpek
bir adama sarılmış yatıyor…
“ay… ay…ay..” dolunay
ve sen yine yoksun Dunay…

Ki belki
aşklar ayrılıkta yıkanırlar…
ben belkide yıkanıyorum…
“ille de ille” lerinle her gece bir giyotin
kellemi topluyorum gerideki günlerden…
dünya yuvarlak değil anladım
ağlayan elin hala sallanıp gidiyor ufukta…

ey! hiç bilinmeyenli denklemleri
gitmelerle çözen sevgili
nasıl dayanılır kerelerle çarpılan bir yalnızlığa…
ki henüz ol dediğim olmuyor
benden götüren zamana bile hükmüm geçmiyor…
ne sanıyorsun sen beni
özgürlüğünü asgariye satan
zavallı bir şairim ben…
bak kendime ilk kez şair dedim
ama başına bir zavallı ekledim…
herkesin güçlü olmak oltasına takıldığı bu takanak çağda
ben oltamı boş attım
öylece beklemekteyim…
- bilmem kim söver senden başka, “oltana yem takmadın diyenlere…-

Ki belki
anlamını bilmediğimiz tek sözcük aşktır…
ki bundandır
anlamlar cehenneminde hüküm sürüşü…
seni açıkladıkça
ne güzel bir anlamsızlık sarıyor odamı
anlatamadıkça anlatıyorum Dunay
bütün aşk sanatlarıyla…
bir kartal bu kadar güzel sevişebilir ancak
yar sanıp kanatlarıyla…
- bilmem aşkı tanımlasam ölür mü şiir…-

Ki belki
burada bitirmeliyim bu dili…
pansumanı yağmur olan
şımaran bir yaraya döndü Belki
kendini sevdirmeyen kocaman bir çocuk şimdi…
dönemiyorum olmayan yanıma…
bir yanımda fotoğraf makinesinden korkan,
kaçıp hep aynı yere saklanan çocuk…
bir yanımda rüzgar isteyen uçurtma…
bir yanımda kalmaları kundaklayan kundakçı…
anladım, dört yanın aslı yok Dunay…
sayamıyorum kaçgen olduğumu…
- bilmem, bilgi sezgiden ne kadar üstün…-


Ki belki
ne mutluluk, ne özgürlük, ne sevi
bir rivayetten ibaret hepsi…
babası İtalyan hergelesi
anası İspanyol çingenesi olan
kovboy kılıklı bir çocuk
bağırıyor ardımdan:
ne varsa aradığınız ardımda… ardımda…
ölünce anlıyorum yataksız ölmeli insan…
bir rivayetten ibaret hepsi
acıkınca ağrıyan karnım dışında…
yazılmışlar, yazacaklarım
söylenmişler, söyleyeceklerim
rivayetten ibaret hepsi
anladım
bir su tabancasıyla öldürmeliyim kendimi…
kiko…kiko…kiko…
öldün çık…
bu kale hiç kimsenin artık…

Ki belki
para diye bir kuralsız aldı bütün erdemimizi…
erdem ki abrasız tartılır…
para ki…
ve bilseydim insan olmanın bu kadar ağır olduğunu
taşırdım emekleyen hayvanı bugüne…
- bilmem, hala çapa sallıyor mudur köleler, Spartaküs dizili çarmıhların ardında…-


Ki belki
inadına öğrenmemeli yüzmeyi…
boğulmak alamamak mıdır bir nefesi…
ki bu doğruysa Dunay
boğulmuş bir adam kulaçlıyor sana…
nefes dediğin nedir ki…
sen kırmızını çoğalt
bak kaç kulaçlık kulaç kaldı
geldim oldum
geldik olduk olacağız birazdan…
- bilmem, nefes çözseydi yalnızlığı tanrı koruyabilir miydi tanrılığını…-

Hasan Hüseyin Gündüzalp
Kayıt Tarihi : 6.4.2017 00:07:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Hasan Hüseyin Gündüzalp