Elbistan Ağıtlarından (Birinci Cilt, Sayfa 247) alınmıştır.
Kerim ile Alinin ağıdı
Ericek köyünden Resul Ömerin oğlu Ali ile Kerim Dolu yedikleri içtikleri ayrı giden, arkadaştan öte, iki sırdaş, iki dostturlar. O gün (02.01.1959) Kerim, Ericeke görmese duramadığı Alinin evine gelmiş, yenilmiş, içilmiş muhabbet edilmiştir. Kerim bir ara silahını çıkararak yağlar ve içinde kalan son mermiyi fark etmeyen Kerim, canı kadar çok sevdiği Aliyi vurur. Aldığı kurşun yarasıyla oracıkta vefat eden Aliyi gören Kerim panikler. Ne yapacağını bilemeyen Kerim, Malaçca köyünden olmasına rağmen Çardak köyüne (kasaba) doğru koşmaya başlar. Çünkü kardeşlerinin bir kısmı Çardakta ikamet etmektedir. Tombak köyüne geldiğinde arkasından gelen Ericekli köylülerden korunmak maksadıyla Tombakta bir eve sığınır. Sığındığı ev sahibi Kerimi içeri alır ve evin kapısını dışarıdan kilitler. Lakin bu sığınma Kerimi kurtaramaz. Kerimin sığındığı evin etrafını saran Ericekliler evin içerisinde yalnız olan Kerimi ateş altına alırlar. Yüz yüze gelindiğinde üç-beş adamın üstüne gelemeyeceği, gözünü daldan budaktan esirgemeyen Kerimi, galeyana gelen ve bir kısım hasetlerin de gayretiyle iradesizleşen kalabalık hiçbir canlının kendi cinsine reva görmeyeceği zulümlük ederek ölümüne sebep olur. Bu iki yiğidin aynı günde içler acısı şekilde ölümlerine, Akveren köyünden Halil oğlu Süleyman Dalın on bir yaşında yazdığı ağıt destan olur ve ederi yirmi beş kuruştan satılır. Süleyman Dal bakalım ne demiş:
Göksün kazasının Tombak köyünde
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...