Ey gül kokulu,
Ey yâr bakışlı şehir...
Ey bitiremediğim şiir.
İstanbul...
Nasıl anlatmalı seni?
Seni nasıl söylemeli?
Gün ışığı...
Ve zifiri karanlık...
Tezatlar yumağında...
Kendini bulamayan, bir çift iri göz.
Yâre selâm söyleyen ninnilerle bezenmiş bir ten.
Aşkı dillere destan, âsûde bahar ülkesi bir yürek.
Teni geçmez sevdaların,
Gölgesinde yorulmuşum.
Hak ellerin nefesinden,
Boşluklara savrulmuşum.
Hak deyip de hak yoluna,
Ben;
Sonsuz ufuklarda bir toz zerresi
Belki silik bir umut
Belki de doğan güneş
Bana yarınlarımı verin
Bir de dünümü
Mazlumun gözyaşı düşerse yakar.
İnanmayan buna tarihe bakar.
Ne Firavun kaldı ne de Ebrehe,
Zulme razı gelenin vay haline!
Yerler tavafta.
Gökler tavafta.
Kâinat tavafta...
Peki ya, ey Ademoğlu!
Senin gönlün ne tarafta?
SUSMAK
Alabildiğince susmak...
Sessizliğe sarılırcasına
Ve kelimeleri hiçe saymak
Bazen en sıcak teslimiyet
Bazen en güzel cevap...
İnmeye görsün çorak tepelere bir damla nur
Düşmeye görsün buzul dağlara bir küçük kor
Yeşermez, yanmaz deme; geliverir ilkbahar
En büyük yangınlar da bir kıvılcımla başlar
Ey nefsim artık uyan! Ölümü kavuşmak bil,
Gözyaşın tevhid olsun, sözlerin nurlu kandil.
Dört bir yanda uçurum, dipsiz karanlık kuyular,
Kokuşmuş kelimeler ve dâhi akbabalar.
Hamd yalnız sanadır.
Ve selâm;
Âlemlere rahmet; Nur Muhammed Mustafa’yadır (sav)
Rabbimiz!
Sen bizi bizden çok sever,
Ve bizi bizden çok düşünürüsün.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!