Şimdi en açık renginde gözlerin
Şimdi benimlesin tüm kaygılardan uzak
Anlatılmaz bir şey var aramızda hazin
Şiir gibi bir şey seninle yaşamak
Bulutsuz bir gökyüzüdür güzelliğin
Devamını Oku
Şimdi benimlesin tüm kaygılardan uzak
Anlatılmaz bir şey var aramızda hazin
Şiir gibi bir şey seninle yaşamak
Bulutsuz bir gökyüzüdür güzelliğin
KENAN ÇARBOĞA
Şair, Yazar, Akademisyen, Çevirmen
Sivas’ta doğan şair, ortak Türk edebiyatının oluşması için birçok çalışmalar yaptı. Uluslararası sivil toplum kuruluşlarında görevlerde bulundu. Türkiye ve değişik ülkelerde Türk Edebiyatı, Türk Birliği, Dede Korkut, edebiyat ve şiir konularında konferanslar verdi. Televizyon ve radyo programlarına iştirak etti. Yurt içi ve yurt dışında yayımlanan birçok dergide yazarlık yaptı. Kültür, sanat ve eğitimle ilgili uluslararası çalışm ...
Geleceğe Yön veren Işık Tutan Şair Kenan ÇARBOĞA Şiirler; aşkı, sevdayı, ümidi, mutluluğu, hüznü vb. tüm duyguları, size aktaracak bir güce sahiptir. Hatta şiir öyle bir güçtür ki, çoğu zaman şairlerle aynı ortak duyguda buluşmanızı Şiir İnsanın uçsu budaksiz yerlere götürür bir şiirinde memleketini ( benim memleketim Kahramanmaraş) bir şiirin de Altaya , Tanrı Dağına götürür.Kimisinde hayalini kurduğun Turan düşüne, Kızılelmaya kimisinde ulaşılamayan Sevgiliye işte bunları bize günümüzde sözüyle kalemiyle bize aktaran Üstad Kenan ÇARBOĞA dan bahsediyorum . Kalemi kırılmasın Üç Otuz On yıl göresin Yiğitoğlu O Bir Havuroğlu
Fehimdar ÇİFTÇİ/Sanat Sokağı Dergisi 42. Sayı
BİR KALEMİN SÖYLEDİKLERİ…
Tarih, yüzyıllardır Türk'ün seyir defterini tutmaktadır. Bu defterin içinde savaşların korkunç yüzünü görmek kadar, uzun serüvenin dünya uygarlığına sağladığı olumlu katkıyı unutmamak gerekir. Birçok millet gökyüzü ile yer arasında sayılmakta ama Türk’ün çekiçle örs arasında yaşamakta olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
İnsanlık, Hz.Adem ile Havva’nın çocuklarıdır. Topluluklar halinde yaşamakla, tarihi bir süreçte, en gelişmiş insan topluluğu olan ulus toplumlarına kadar gelmiştir. Bunun da en gelişmiş tipi, içerisinde kan birliği aranmayan “Tarihi Millet”tir. Gökalp’e göre; “…kişi, hangi toplumun eğitimini almışsa, o toplumun mensubiyet duygusunu taşır.” Devletler hukuku diye sürekli vurgulanan şey, yabani hayatın evcilleştirilmesi… Batı’nın insan hakları ihlalleri sayılamayacak kadar çok ve eğlencesi insanları, aslanlara parçalatıp, soylu beylerin kahkahaları arasında kaybolan feryat ve figanları, hangi yüksek medeniyetin ürünü olabilir?
Bugün vahşileşen ve insanları kelime oyunlarıyla aslından uzaklaştıran oyunlara şair kaleminden dökülen dörtlüklerin diliyle yaklaşmaya çalışacağım. “Türk müsün, Müslüman mısın? ” şeklindeki hile ve desise kokan, asla mümin bir kalbin söyleyemeyeceği, ancak samimiyetsiz, kurnaz kafaların icadı olan bu soruya, şair diliyle yaklaşan ÇARBOĞA, İslam Ümmetiyiz Türk Milletiyiz adlı şiiri ile;
Bir hakikat yürür gönülden dile:
İslâm ümmetiyiz, Türk milletiyiz.
Allah’ın hikmeti, kudreti ile
İslâm ümmetiyiz, Türk milletiyiz.
Türkler, Müslüman Araplarla ilk olarak Emeviler Döneminde karşılaşmışlardır. Emevi idaresindeki Müslüman ordular, Maveraünnehir'e kadar ilerlemiş ve Semerkant ile Buhara gibi önemli şehirleri fethetmişti. Türkistan'da hüküm sürmeye başlayan Emevi idaresinin baskıları, adil olmayan davranışları ve siyasi tutumlarından dolayı Türkler, yüz yüze geldikleri bu yeni dine karşı biraz mesafeli durmaya başladılar. Emevilerin siyasi baskılarından bunalan ve aralarında Türklerin de bulunduğu geniş halk kitlelerinin desteğini arkasına alan Abbasiler, Emevi iktidarına son verdiler. “Allah’ın hikmeti, kudreti ile” Abbasi Devleti'nin kurulmasıyla birlikte Türkler, İslam dinine daha yakın ilgi duymaya başladılar ve gruplar hâlinde hızla İslamiyet’i benimsediler. Talas Savaşı esnasında Türkler, Abbasi devletinin yanında yer alarak hem bu savaşın sonucunu, hem de kendi tarihlerinin yönünü değiştirdiler. Eğer Türkler, Orta Asya'ya doğru ilerleyen ve kendilerini de tehdit eden Çin ordusu karşısında zayıf düşen Müslüman ordularına yardım etmeselerdi, Abbasi Devleti büyük bir yenilgiye uğrayabilirdi. Türkler, bu savaşta gösterdikleri büyük askeri başarılarından dolayı Abbasi idarecilerinin dikkatini çekmiş ve devletin korunması görevine getirilmişlerdir. Böylece ‘hikmet’ zuhur etmiş, Allah’ın hikmeti kendini göstermiş ve bu kutlu millet yeni bir misyon yüklenmiştir. Şair bu seyri ustaca dizelerine yerleştirmiş, şiirin başlığı ile de hileli sorulara cevap vermiş olmaktadır. İslam’ın yayılmasında Allah sevgisini, Hz. Muhammed'in sünnetine bağlılığı, hoşgörüyü ve fakirlere yardımı öğütleyen Türk tasavvuf önderleri ile dervişler etkili olmuştur. Kur'an ve sünnet esaslarından hareketle oluşturdukları dini düşünceyi, güzel ahlakı ve ibadetleri halka anlatan, insanların her türlü dini sorunlarına adil ve mantıklı çözümler üreten âlimlerin de İslam anlayışının oluşmasına katkıları olmuştur
Biz Elest Bezmi’nde etmişiz yemin;
Tanrıdağ’ca Türk’üz, Hira’ca mümin.
Şahit yedi kat gök, yedi kat zemin,
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz.
Şairin güçlü imgeleri mısralarında dile gelmiş, maddi ve manevi atlasımızı “Biz Elest Bezmi’nde etmişiz yemin; /Tanrıdağ’ca Türk’üz, Hira’ca mümin.” Şeklinde somutlaştırmıştır. Ezelde verilen sözün ebedde yer bulması yeni bir söz olarak karşımıza çıkmaktadır. Allah: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Elestu bi Rabbikum) ' emrini verdiği zaman, bu ses, evrenin her noktasında; tüm varlıkların iç dünyalarının en derinlerinde duyuldu. Evrende hiç bir mekan, varlık, tek bir nokta yoktu ki bu sesi duymamış olsun. İnsanın bu dünyadaki düşüncesiz davranması bu soruya dünya koşulları içinde cevap aramasıdır. Elest meclisi zamandan önce yaşandığından zaman ötesi hikmeti vardır. Bu çağrıya Beli (evet) Rabbimizsin! 'cevabı verilmiştir. Ezeldeki verilmiş sözü, Allah bu kutlu millete nasip etmiş ve Karahanlılar, ilk Müslüman Türk devleti olmuşlardır. Karahanlılar'ın, 10. yüzyıl başlarında Samanoğulları aracılığıyla İslam dinini benimsemeleri, Orta Asya Türklerinin tarihini etkileyen büyük ve önemli bir olay olmuştur. Bu dönemde İslam, Türklerin büyük bir çoğunluğunun benimsediği bir din hâline gelmiştir. Osmanlı Devleti'nin ilk çekirdeğini oluşturan Büyük Selçuklular'ın da İslamiyeti kabul etmeleri, Batı Türkleri'nin tarihini etkilemiş ve günümüze kadar gelen Müslümanlığın başlangıç noktasını oluşturmuştur. Kavline gökleri ve yedi kat zemini şahit tutan şairin bu sözleri, yüksek perdeden söylenen, yüksek bir duyuşun işareti olarak okuyucuyu etkilemektedir.
Timur, Baybars, Selahaddin Eyyubi
Bir büyük ummandır görünmez dibi
Yunus Emre gibi Mevlana gibi
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz
İslam’ın Türkler arasında özellikle Maveraünnehir ve Fergana bölgelerinde yayılmaya başlamasında Müslüman tüccarların ve dervişlerin büyük bir etkisi olmuştur Şair, tarihi şahsiyetleri ustaca dizelerine yerleştirmiş, benzetmeleri yeni kuşakların kulağında ve gönlünde kalıcı hale getirmiştir. Şairin şiirlerindeki ‘gönül’ün’ ummana benzetilmesi güçlü bir çıkış olarak kendini göstermektedir. Batı’nın ‘kosmos’ adı ile derinlik kattığı gönül, Türk Dünyasında ummana benzetilmiştir. 11. yüzyıldan itibaren Türkler arasında yetişen Hoca Ahmet Yesevî, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve şiir de sözü edilmeyen ama birçok sembol ismi hatırlatan dizeleri ezberlenecek şiir hissi uyandırmaktadır. Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Türkçe’yi çok sade bir şekilde kullanmış ve şiirleri tüm Anadolu'da halkın dilinden eksik olmamıştır. Bunun da ötesinde onun şiirleri, Türkçenin bir dil zaferi olup, bu dilin bir sanat, edebiyat ve felsefe dili olduğunun en büyük kanıtı olmuştur. Yunus Emre, hür düşünceye önem veren, şekli değil, manayı önemseyen ve ilahî aşkı en güzel bir şekilde ifade eden bir tasavvuf şairidir. Düşünce ve eylem bakımından Ahmet Yesevî ekolünün Anadolu'daki bir devamıdır. Bu mübarek zatlar, Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yayılarak İslamiyet’i anlatmışlar ve Anadolu'nun Müslümanlaşmasını sağlamışlardır. Alperen ruhlu insanların hakikat dolu sözleri, gerek yaşadıkları döneme, gerekse günümüze kadar silinmez mührünü vurmuştur. İslamiyet’in hızlı bir şekilde Türkler arasında yayılması, Türklere de yeni bir ruh ve kuvvet vermiştir. Türkler, bu yeni ruh ve kuvvet sebebiyle Asya steplerinden Avrupa'nın içlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada büyük ve uzun ömürlü devletler kurmuşlardır.
Bir insanın Türk olması Müslüman olmasına engel olmadığı gibi Cihanşumul bir dine mensup olmanın verdiği kuvvet asla inkâr edilemez. Bu millet, İslamcılık oyunlarını oynamıyor, Karahanlı Türk Devleti zamanında Müslümanlıkla şereflenmiş ve Allah’ın ezelde şifrelediği alınyazısı yeryüzünün de kaderi olmuştur. Bu hikmetle Türk Milleti’ne yüklenen misyon Devlet-i Ebed Müddet ve İlahi Kelimetullah’tır. İslamcılık bize Batı’nın 19. Asırdan beri suni bir hediyesidir.. Batıcılık zihnimize işlemiş ve meşhur batılıların Müslüman oluşu ile inancımız da test edilmişken, Cousteau, Garaudy vb.. bunlar bize hep güç veren durumlardı. Ancak kendi şairimizin kaleminden, kendi şahsiyetlerimizi belleklere kazımak ayrı bir anlam taşımakta ve Türk’ün Müslümanı ve Müslümanın Türk’ü güzeldir, hissini vermektedir.
Gemiyi karadan, atı denizden
Geçirdik ecdadın çizdiği izden
Mevla’ca övülmüş soyuz, o yüzden
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz
Tarihi geçmişi ustaca gözlerimizin önüne getiren şair, Fatih’in fetih ruhunu ve büyük ülküsünü de adeta tablolaştırmaktadır. İstanbul’un fethini ve aşılmaz görünün surları dize getirmenin samimi bir işaretini aşağıda ki dörtlükte güçlü benzetmeler çizerek göz önüne sermektedir. Hz Peygamberin işareti, Türklerin zafer tacı olarak gönülleri süslemiştir. Müjde, büyük bir aşkla yerini bulmuş, peygamber vasiyeti yerine gelmiştir.
Fethi muştuladı Resulüm bize,
O aşkla surları getirdik dize.
Ne tüfek yıldırır ne top ne füze,
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz.
Gönlümüze yâr belledik hilâli
Namus dedik, ar belledik hilâli
Bizler kendimizi bildik bileli
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz
Hilale olan sevdayı ‘yar’a benzeten şair, namusun bizim manevi hususiyetlerimiz için de kutsallık atfedilen önemli kavram olduğunu vurgulayarak, Allah’ın insanla kendi arasında her perdeyi kaldırdığını ancak ‘haya’ perdesini kaldırmadığını ve bunu ‘ar’ belleyen insanın değerler silsilesi içinde önemli bir kavram olduğunu öne çıkarmaktadır.
Dar geliyor düşünceme âlem dar
Söylenmemiş nice destan, türküm var
İsrafil Surunu çalana kadar
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz!
Gönlünün sınırların da çizen şair, âlemi dar, yüreğini geniş görmekte kıyamete kadar sürecek kavlini de açıklamaktadır. Hecenin gücünü de ortaya koyan şair, şiir lezzetini vermekle kalmayıp, okuyanı zorlama dizelerle karşı karşıya bırakmamaktadır. Güzel şiiri siz ezberlemeseniz de o kendini size hatırlatır. Bu satırlar şiir tutkunlarına yeni kapılar aralamakta, arkadan gelen yetenekler için yeni ufuklarda açmaktadır. 6+5=11’li ölçüyle yazan şair, en rahat söylemini hece de söylemekte ve bu alanda güçlü temsilci olduğunu göstermektedir. Hepsi için değil ama bazı serbest şiir tarzında ki şiirin başı ile sonu arasında ki ahengi bulmak için yorulan okuyucu, hecede ki yüksek uyum ve ahengi bulmakta zorlanmıyor, aksine şiir aşkı uyanıyor.
Bu kimlik bizlerin alın yazısı
Mekke’de yeşeren gülün yazısı
Ceddim İbrahim’in kurban kuzusu
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz!
İslami literatüre de hâkim olan şairin, olayları sırasına göre sembolize edişi, okuyanlara ayrı bir kolaylık sağladığı gibi merakta uyandırmaktadır. İslam tarihindeki hadiselerin öğrenilmesi için öğrenmeye zorlayan ayrı bir yönelimde gösteren şair, şiirinde ki mecazları da ustalıkla kullanmakta; “Mekke’de yeşeren gülün yazısı /Ceddim İbrahim’in kurban kuzusu “dizelerindeki mısralar sevgi ve sahiplenmenin en güzel örneklerinden birini sergilemekte, birinci mısradaki,” Bu kimlik bizlerin alın yazısı” sözleriyle kader inancını ortaya koymakta, son mısra ile Müslüman Türk olduğunu vurgulamaktadır. ‘Ceddim’ kavramı nesebi işaret etmekte ve insanların soysuz bir dünya vatandaşı olamayacağını belirtmektedir.
Bir kula Yaradan ne versin daha
Müslüman-Türk diye katmış ervaha
Şükürler olsun ki yüce Allah’a
İslâm ümmetiyiz Türk milletiyiz!
Şükür etmeyi de ihmal etmeyen şair, şiirin gücünü yaşadığı ortamdan aldığını, soluduğu iklimde olduğunu, manevi atlasımıza güzel bir şiir armağan ettiği için bizden de hayır dua almaktadır. İnsanlık âleminde “Müslüman Türk” olarak yer almanın büyük bir mutluluk ve yüce bir değer olduğunu kuvvetle vurgulamaktadır. Türk insanı, kendi içinden çıkan temsilcilerin sayesinde emperyal emellere karşı uyanık ve dik durabilir. Tıpkı ecdadın yaptığı gibi dil ve edebiyat alanında yaptıkları çalışmalarla insanların problemlerine uygun yorumlar geliştiren, herkesin kalbinden geçenleri ama bir türlü anlatamadığı duyguları şairlerin kaleminden öğrenip yol almak, hoş bir hava katmaktadır. Kenan ÇARBOĞA’nın kabiliyetiyle, temel çerçevesini belirlediği şiirinin akışı, nehirin denize akması gibi bir his vermektedir.
Yavuz Bülent BAKİLER 10.04.2010/Türkiye Gazetesi
Yeni bir halk şairi: Kenan Çarboğa
Feyzi Halıcı, Konya’da, Âşık Veysel’e sormuştu:
-Halk şiirimizin, son gerçek halkası sensin. Senden sonraki halk şiirimiz hakkında ne düşünüyorsun? Veysel, şöyle cevap vermişti:
-Hakkımdaki iyi düşünceler size ait. Türk milleti sağ olsun. Analar daha ne arslanlar doğurur.
Kaç günden beri, elimde yeni bir şiir kitabı var: Kenan ÇARBOĞA’nın AZ KALDI isimli ilk şiir kitabı. Hemen her sayfasını büyük bir zevkle çeviriyor ve Âşık Veysel’in cevabını hatırlıyorum. Görüyorum ki Türk anaları, yeni arslanlar doğuruyor ve halk şiirimiz bütün özellikleri ve güzellikleriyle devam ediyor.
Sivas, halk şiirimizin harman olduğu şehirlerimizin başında bulunuyor. Arkadaşım Dr. Doğan Kaya, Sivas Halk Şairlerini 5 büyük ciltte topladı. Şimdi 813 Sivaslı halk şairiyle karşı karşıyayız. Kenan ÇARBOĞA da, Sivas toprağında yetişen değerli şairlerimizden biri. Adı o 5 ciltlik büyük derlemeye daha girmemiş. Ama 77 şiirle güzelleşen ilk kitabıyla; “Ben de varım! Ben de varım” diyerek dikkatimizi çekiyor. Bu yeni öğretmen şairimizin önce Türkçe’sini övmek istiyorum.
Kullandığı kelimeler, anamızın, sevgilimizin, eşimizin, dostumuzun, çocuklarımızın yüzleri gibi. Güzel, canlı, sıcak, pırıl pırıl kelimeler.
KENAN ÇARBOĞA, halk şiirimizin özelliklerini-güzelliklerini bilen, vezni ve kafiyeyi dosdoğru kullanan şairlerimizden. Ah yerim müsait olsaydı da ÇARBOĞA’dan buraya 15-20 şiir alabilseydim. ANADOLU şiirinde, insanımızın çilesini ne kadar rahat anlatıyor:
Sen Anadolu’yu gördün mü gardaş?
Tozlu yollarına vuruldun mu hiç?
Torbanda hep kuru ekmek, yavan aş
Gurbetten gurbete sürüldün mü hiç?
Uyandın mı şöyle ezandan erken?
Seher rüzgârında mahmurluk varken,
Sen taşlı tarlada ekin biçerken
Tırpana şevk ile sarıldın mı hiç?
Konuştun mu şu karşıda duranla
Kirmen çevirenle, kirkit vuranla..
Dolunay altında sap savuranla
Bir yer yatağına serildin mi hiç?
Evdeşin ellere gelin oldu mu?
Muradın koynunda yarım kaldı mı?
Tek oğlun askerden şehit geldi mi?
Dizlerini dövüp yoruldun mu hiç? ..
Halk şiirimizde şathiye, bir konuyu mizah çerçevesinde anlatıp bizi güldürmek içindir. Yunus Emre bir şathiyesinde “Erik dalına çıkarak üzüm yediğini, bir sineğin bir kartalı kaldırıp yere vurduğunu” yazıyor.
Kenan ÇARBOĞA’nın karıncalı şathiyesi de şöyle:
Bir karınca aldım pazar yerinden
Kilosunca altın verdim inanma.
Bağlamaya ip istedim birinden
Tüm paramı buna serdim inanma.
Dört vinç gelip yüklemeyi denedi
Kalkmadı yerinden tutmuş inadı,
Zorlarken çizildi, dizi kanadı
On saatte ancak sardım inanma.
Ne yapayım bu koskoca hayvanı
Bir günde bitirdi bütün samanı
Boynuna geçirdim demir palanı
Pulluk takıp, tarla sürdüm inanma.
Sulamaya Van Gölüne götürdüm
İki günde kaynağını bitirdim
Millet ayaklandı, geri getirdim
Ferhat gibi dağlar deldim inanma...
ÇARBOĞA’nın, Berikan Yayınevince basılan AZ KALDI kitabını bulup siz de okuyun; seveceksiniz.
DİL, ŞİİR VE
BİR GENÇ KALEM
Nazlı Rânâ GÜREL*(Kümbet Dergisi)
Dil gönlümde kanayan bir sevdadır, Makedonya
maceramızdan sonra. Ülkeleri dilim dilim, milletleri
ve zihinleri didik didik etmenin yolu dilden geçer.
Tabii ki insanlığı kemâle götürmenin ve idrâkleri ge-
nişletmenin yolu da.
Kazakistan ve Makedonya'da Türk soylu grupların
farklı dillerin baskısı altında yaşatmaya çalıştıkları dil
serüvenlerine dair gözlemlerim dilin zekânın oluşu-
munda da temel etken olduğunu gösteriyordu. Gün-
lük hayatta, pratik işlerde çok zeki olmalarına rağ-
men, dili dar kelime hazinesi ile kullanan insanlar an-
lama ve anlatmada da problemler yaşıyorlar.
Ülkemizdeki otuz kırk yıl kadar önce basılan
Türkçe ve Edebiyat kitapları ile bu günküleri kıyasla-
dığımızda bizde de durumun hiç iç açıcı olmadığını
gözlemleyebiliriz. Daralan kelime hazinesi; deyim,
sembol ve mecazlar yerine argodan seçilen kalıplaş-
mış söz grupları, gençler arasında yaygınlıkla kabul
görmüş bir msn Türkçesi…
Kelime hazinesi geniş, mecazlara, imgelere, ata-
sözlerine, deyimlere vâkıf bir insanın zihinsel açılımı
geniş ve kapsamlı bir daireye benzetilirse, bunlara
vukufunu yitiren insanların zihni noktalaşıyor, daralı-
yor. İnsanlar ve milletler dili kullanma becerileri sınır-
landıkça cihanşümul dairelerden, noktaya hapsolu-
yorlar düşünsel olarak. Varlıktan yokluğa sürükleni-
yorlar.
Genel olarak bir dili kullanan millet için özel ola-
rak birey için bunca önemli bir unsur olan dilin ha-
mallığını ise edebiyat, özellikle de şiir üstleniyor.
'Şiir, bir iç kale sanatıdır. Çünkü dil, aracı olarak
değil; gereç ve simge olarak kullanıldığı zaman mil-
letin iç kalesidir. Böyle alınınca, bir milletin insanının,
tarihinin, kültürünün ta kendisidir.'diyor Tanpınar. İç
kaleyi kaybeden düşmüş, teslim olmuş egemenliğini
yitirmiş sayılır. Zaten şiir kadar milli diğer bir sanat da
yoktur.
Dilin ve şiirin bugünkü garipliğine bakarak, hele
günümüzde devletin kitap ve dergi yayıncılığından büyük ölçüde vazgeçerek bu alanları yetim bıraktığı
gerçeğini de hatırlayınca… önceki neslin bu konuda
yeterince duyarlı olmadığını düşünmek mümkün. Bu
konuda şuur sahibi genç nesle gelecek nesiller adı-
na düşen vazife büyük.
İç kaleyi muhafaza için genç yetenekleri keşfet-
mek, topluma takdim etmek ve başarılarına destek
olmak gerekli. Medya binlerce olumsuz genç örneği
topluma sansürsüzce sunup, olumsuz modellerle zi-
hinleri doldururken neden başarılı gençlere ve onla-
rın ortaya koyduğu güzelliklere yeterince kapı arala-
maz. Bu tavır bir toplumu psikolojik olarak yıpratma
ve yok etme stratejisi mi? Yoksa toplum olarak her
alanda olumsuzlukları gören ve gösteren bir hastalar
güruhuna mı dönüşüyoruz.
Oysa gençlerin başarılarına yol açmak, bu başa-
rıları görmek ve göstermek bizleri daha umutlu ve
iyimser kılar gelecek konusunda. Bir akademisyen ve
bir şiir tutkunu olarak benim takip edebildiğim genç
kalemler arasında Kenan Çarboğa gelecek için büyük
umut vadeden genç şairlerden birisi.
Onu şiir alanında topluma ilk takdim eden ve yü-
reklendiren Abant İzzet Baysal Üniversitesi Türkçe
Topluluğunu'nun 'Dünya Şiir Günü' münasebetiyle
düzenlediği 'Bolu'da Aşk Başkadır' adlı şiir yarışması.
Şairin Türkü, Redif, Sanat Sokağı, Kümbet Altında,
Her Telden, Birliğe Çağrı, Aklın Aydınlığında Eğitim…
dergilerde şiirlerinin yayınlandığını biliyoruz. Henüz
26 yaşında olan Kenan Çarboğa, Süt Rengi Düşler ve
Az Kaldı adlı kitaplarındaki şiirleri ile Türk şiirinde ya-
rın çok önemli bir mevkie oturacağını ıspatlıyor biz-
lere. 26 yaşının kişisel his ve heyecanlarından ziyade
ait olduğu ihtiyar ve köklü milletin olgun ve ci-
handîde tecrübeleriyle sesleniyor okura. Kendisinin
değil, milletinin, toplumunun ağzından konuşuyor ki;
geleceği noktanın en önemli göstergesi bu tavır. Hal-
kının, milletinin, insanlığın adına düşünebilme erde-
mini yüksek şiir yeteneği ile birleştirebildiği oranda
büyük ve kalıcı olur şair. Ve adına düşündüğü kitle
oranında büyür faidesi. O'nun da zaman içinde has-
sasiyet dairesini insanlığa doğru genişleteceğine ina-
nıyoruz.
Şiirlerine göz gezdirdiğimizde onu hemen Halk
Şiiri türünde eserler veren bir kalem olarak görüyo-
ruz. Servet Kabaklı 6 Ekim 2004 tarihli köşe yazısın-
da 'Hece vezniyle 'aşıklama, güzelleme, taşlama' şi-
irler yazıyor… Halk şiiri, devrinin aynası olan, günlük
sosyal ve politik olayları, acıları, sevinçleri, hulasa,
milletin gönlünü süzen şiirdir. Abürrahim Karakoç Us-
ta'dan teşbihler, tesirler ve izler taşıyor.' Cümleleriy-
le vasıflandırmış onu.
Günümüz şiirinin ustalarından Abdürrahim Kara-
koç da güzel ifadeler kullanıyor genç şair hakkında
'Şiir, Şair ve Sığırlar üzerine' başlıklı yazısında:
Şiir, edebiyatın okurken kısa menzilli, yaşarken en
uzun soluklu olanıdır…
Şiiri adamlar yazar… Kopukların, sapıkların yaz-
dıklarına yandaşları şiir deseler de inanmayın… Çün-
kü, çirkef kokar pek çoğu… Şiir, ak ile karanın, kirli ile
temizin ayrışma noktasıdır… Okuduğunuz zaman si-
zi tiksindirmiyor da, gül kokulu iklimlere çekiyorsa, o
şiir makbul olanıdır… Diyor ve Kenan Çarboğa'nın Az
Kaldı adlı şiir kitabı hakkında şu cümlelerle sürdürü-
yor yazısını: 'Edebin, güzelliğin, estetiğin harman ol-
duğu bir kitab…Son zamanlarda okuduğum hece
vezni şiirler içinde bence en hâlisi, en tutarlısı, en
edebî olanı desem yalan çıkmaz… Okudukça oku-
yacağınız… Yerli ve İslâmî duygularla örülmüş…'
Az Kaldı… kitabın bütününü de özetliyor aslında
bu ad. Millî ve sosyal hayatımızda kötüye giden hu-
suslara temas etmekle birlikte ümitle ve biraz gayret-
le bu problemlerin üstesinden gelebileceğimizi vur-
guluyor. 'Her derdin, tasanın, zulmün inşallah İcabına
bakacağız az kaldı' dizeleriyle…Kitap 'Ülkemin Gül
Yüzlü Çocuklarına' ithafıyla başlıyor. Bir sınıf öğret-
meni olan Kenan Çarboğa derslerinin yanı sıra şiirle-
riyle de kendisinden sonraki nesle emek vermek ve
onları beslemek istiyor. O'nu ve kendisini ait gördü-
ğü kitleyi 'Biz' şiirinden bir dörtlükle tanıyalım:
Türkistan yurdunda yeşeren gülü
Gözledi günlerce hep Anadolu
Ahmet Yesevî'nin açtığı yolu
Kanatlı atlarla uçanlarız biz.
Türk coğrafyasının pek çok yerini ve Türk tarihinin
pek çok hadisesini gezmek mümkün Az Kaldı ile. İş-
te Türkmenlere ağıt yaktığı 'Kerkük' şiirinden iki dört-
lük:
Sitem sana Türkiye'm, sana aziz milletim,
Dilim dilim derimi yüzüyorlar nerdesin?
Öksüz kaldı lisanım, geleneğim, âdetim,
Hoyratıma türküme kızıyorlar nerdesin?
Türkçe Konuşuyorum seninle aynı dilden
Nasıl anlamıyorsun düştüğüm korkunç halden?
Fayda beklemiyorum vallahi yaban elden
Üzerimi kalemle çiziyorlar nerdesin?
Kerkük Türkmen edebiyatına has olan Hoyrat tü-
ründe de başarılı örnekler mevcut kitapta.
Günümüz Türk toplumunun pek çok usulsüz hal-
lerine temas eden şair, halk geleneğini ustalıkla kul-
lanarak başarılı hicivler ortaya koyuyor ve bu şiirler-
de Abdürrahim Karakoç'u hatırlamadan edemiyo-
ruz. İşte 'İsyan Bildirisi' şiirinden bir dörtlük:
Elbise edebin evini yıktı
Pantolon hırsından belini sıktı
Örtüye sığmadı ortaya çıktı
Göbekler, bacaklar, beller isyanda…
'Karınca Destanı' ise halk edebiyatı verimlerinden
yalanlama veya mübalağa tabir olunan türün başarılı
örneklerinden. Bakınız karıncanın evsafına:
On beş urgan geldi parası peşin
Boyu uzun göğe değiyor düşün
Işığını göremedim güneşin
Gölgesine çadır kurdum inanma
'Kalem' şiiri ile zaman içerisinde serbest tarzda
da başarılı eserler verebileceğine dair bir ışıltı sezdi-
ğimiz genç şairimizin, hem öğretmenliği hem şairliği
ile Türkçeye uzun yıllar hizmet edeceğini ümit ediyo-
ruz.
Bizlere düşen vazife de sürekli olumsuz genç ör-
nekleri gündemde tutarak gençlerin yanlış modeller-
le muhatap olmaması, Türk toplumunun gelecek ko-
nusunda karamsarlığa düşmemesi için başarılı genç-
lerimizi keşfetmek, onları teşvik ve topluma takdim
etmek. Bu milletin, evlatlarının, ona ait değerlerin
hatta insanlığın felahı için gereken tavır bu. Başarıyı,
doğruyu, güzeli görmek ve göstermek…
KAYNAKÇA
1. Çarboğa, Kenan, Süt Rengi Düşler, Bizim Büro
Basımevi, Ankara, 2006, 103 s.
2. Çarboğa, Kenan, Az Kaldı, Berikan Yayınevi,
Ankara, 2008, 110 s.
3. Gürel, Zeki, Bolu'da Aşk Başkadır, Bolu, 2002,
197 s.
4. Kabaklı, Servet, 'Türk İstanbul ve Kenan Çarbo-
ğa! ..' Tercüman Gazetesi, 06 10 2004
5. Karakoç, Abdurrahim, 'Şiir, Şair ve Sığırlar Üze-
rine' Vakit Gazetesi, 06 5 2009
Abdurrahim KARAKOÇ/ Vakit Gazetesi/ 06.05.2009
Şiir, şair ve sığırlar üzerine
Şiir, edebiyatın okurken kısa menzilli, yaşarken en uzun soluklu olanıdır…
Şiiri adamlar yazar… Kopukların, sapıkların yazdıklarına yandaşları şiir deseler de inanmayın… Çünkü, çirkef kokar pek çoğu…
Kenan ÇARBOĞA isimli şairin “AZ KALDI” isimli, Berikan Yayınları’nda çıkan kitabını tanıtacaktım bugün…
Edebin, güzelliğin, estetiğin harman olduğu bir kitab…
Ne var ki; bir gazetede “Altı maddede şiir ve necaset” başlıklı bir yazı ilişti gözüme…
Adı Ahmet Güntan olan, şairliği maskaralık belleyen birisi, Kitaplık adlı bir dergide “Bok üzerine tezler” başlıklı bir şiir yayınlamış…
Ben size, boktan şairlerin boktan şiirlerini özetleyecek değilim… Sırf bilesiniz, şiiri dahi kenefe çeviren sapık ruhlularla edebiyata, şiire gönül veren halis insanları ayırt edesiniz diye dokundum o pis konuya…
Gelelim ÇARBOĞA’nın şiirlerine…
Son zamanlarda okuduğum hece vezni şiirler içinde bence en halisi, en tutarlısı, en edebi olanı desem yalan çıkmaz…
Kitaba adını veren şiirden bir kıta:
Sabredin yeter ki yol versin Allah,
Bir sefere çıkacağız, az kaldı.
Her derdin, tasanın, zulmün inşallah
İcabına bakacağız az kaldı…
Bir temennidir…
Amellerin niyete göre değer bulduğu hükmüne, temennilerin de has ve pisliklerden azade bulunması elzemdir…
110 sayfalık bir kitab…
Okudukça okuyacağınız… Yerli ve İslâmî duygularla örülmüş…
BİZ adlı şiirden:
Biziz güvencesi dinin, devletin,
Bunlar için candan geçenleriz biz.
Karşısına çıkıp şirkin, zilletin,
Kalblerine korku saçanlarız biz.
Gördüğünüz gibi tertemiz duygular, tertemiz niyetler… Amma ötelerde birisi fosseptik çukuru gibi kokan, bulaşan, sözde şiirler yazıyor…
Şiir, ak ile karanın, kirli ile temizin ayrışma noktasıdır…
Okuduğunuz zaman sizi tiksindirmiyor da, gül kokulu iklimlere çekiyorsa, o şiir makbul olanıdır…
Diyarbakır:
Sur üstünden bir akşam seyreyledim sessizce,
Sanki koca ülkenin kalkanı Diyarbakır.
Aralandı habersiz ruhumdaki bilmece,
Gizlemek mümkün değil sevdanı Diyarbakır.
x x x
Dört yandan kuşatıldık, o günleri gördün sen,
Türkiye olmak için engelleri kırdın sen,
Sancağa kan gerekti, fazlasını verdin sen,
Bayrağımın hilâli, al kanı Diyarbakır…
Ve ötekiler:
İşte duydunuz, Mardin ilimizin Mazıdağ ilçesi Bilge Köyü halkından 44 tanesini öldürüp kaçan canavarlar, acaba şiir okumasını bilir miydi? Yoksa okurlardı amma çirkef kokan şiirler miydi onların okudukları...
Vesile oldu… Düğünde katledilen herkese Allah’tan rahmet, kalanlara başsağlığı diliyorum..
Zoraki Talep:
Dünya duysun dün ne idik, bugün ne,
Anlat nine, dinle baba, duy oğul.
Sağır sultan duymasa da sen yine;
Anlat nine, dinle baba, duy oğul…
¥
Eksik Şiir: “Arkasını siz getirin..” diyor şair.
Başlar ayak oldu, ayaklarsa baş,
Hâlâ saklananın, pusanların taaa…
Özgürlük adına her gün arkadaş,
Millete kinini kusanların taaa…
¥
Dışardan destekli malum kişiler,
Pek muhterem beyler, oynak dişiler;
Ülkeme parçalı motif aşılar,
Ben bu mozaiğin, desenlerin ta…
¥
Berikan Elektronik Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti… GMK Bulvarı 80/1 Maltepe/ANKARA - Tel: (0312) 232 62 18 / 19 Faks: 0312 232 14 99
ANADOLU'DA ŞAİR OLMAK
Fehimdar ÇİFTÇİ/Sanat Sokağı Dergisi
Durun! ...
Derin nefes alın ve dinleyin...
Eğer yeriniz bir köy ise, gelenekten kopup gelen nağmeler sizi karşılar. Eğer bulunduğunuz yer bir kent ise, görgünün ayak seslerini duyar ve toplumsal bir yarıla girersiniz. Giyimden kuşama, saç şeklinden yürümenize kadar şehir sizi etkiler.
Durun ve dinleyin! ...
Şairlik gibi bir duyarlılık sahibiyseniz, başka duyar, bir başka dinlersiniz. Etrafınızda bulunan canlı cansız bütün organizmalar size mesajlar gönderir. Onları alır, şair gergefinde işler, mısralarla onlara kendilerini anlatırsınız. İnsanın duyması anlamlıdır. Şairin duyması ise bir başka anlam taşır. Kendinize sorular sorar ve yine siz cevaplarsınız. Sanki etrafınızda her şey bilinmek için yaratılmışta, siz de 'bilmek' için kendinizi görevli hissedersiniz.
Bu yazımızda kaleminin kudretini hecede gösteren ve Bolu'nun ekmeğini yemiş, kökez suyunu içmiş, okulunda okumuş ve kalemini Anadolu için kullanan bir genç şairden söz edelim. Siz onu tanımasanız da onun mısralarını çok duyacaksınız. Duygularını, düşüncelerinin pınarlarında yoğurmuş, kaleminin kendisine arkadaş olduğu bir şair.
O, Anadolu'yu bütün incelikleriyle kucaklamış ve adeta kaleminin kudretiyle bizlere sembolize etmiştir. 'Anadolu' adlı uzun şiirinden birkaç dörtlük alalım...
Sen Anadolu'yu gördün mü gardaş?
Tozlu yollarına vuruldun mu hiç?
Sen torbanda kuru ekmek, yavan aş
Gurbetten gurbete sürüldün mü hiç?
Türk'ün uzun tarih yolculuğu içinde uzandığı dünya coğrafyasında birer abide bıraktığı dönemlere giden şair, büyük ailelerin hızla çekirdek aileye dönüştüğü günümüze de atıfta bulunmakta, onları beyaz kitap sahifelerinden değil, bir nenenin döşünde gelecek kuşaklara 'anılar' bırakarak aktarmaktadır. Adeta unutulan kelimeleri, ustalıkla dizelerine yerleştiren şair, duyduğumuzda içimizden bir şeylerin koptuğunu hissettiğimiz 'Yemen Türkülerini' bu kadar acı, anlamlı ve duygulu kılan unsurları da ihmal etmeden anlatmış;
Yemen'in yasını tandır başında
Dinledin mi bir nenenin döşünde?
Hele yoksulluğun karakışında
Veremden, tifodan kırıldın mı hiç?
Türküler duydun mu, yandı mı için?
Türküler ağıdı giden her göçün
Delik pabuç, yırtık mintanın için
Makamda hor, hakir görüldün mü hiç?
Şiirlerinde gördüğüm dikkati çeken ilk şey giriş dizelerindeki olağanüstü anlatım ve finaldeki müthiş başarı. Bir şair için en önemli şey kendisine ait bir üslup yaratmasıdır. Şairimiz kendine has üslup yaratmış az bulunan şairlerden biridir. Bana öyle geliyor ki, bu üslup şiirinin altında imzası bulunmasa dahi okuyucu o şiirin ona ait olduğunu anlamakta hiç zorlanmayacaktır. Şiirlerinde hem güncel kelimeleri hem de dünün lezzet bırakan kelimelerini büyük bir ustalıkla bir arada kullanmaktadır. Unutulmaya zorlanan kelimeleri şairimizin dizelerinde görmek mümkündür.
Şairin hemen tüm şiirlerinde kendine has 'imge'lere rastlanır. Bir şiirin içerisinde bu kadar çok, hiç kullanılmamış imgeleri okuyucuya sunması olağanüstü ustalığının bir göstergesidir.
Türkülerin Türk'ün malı olduğunu, türkülerle dertlenip, türkülerle konuşan milletin, bütün sefillik ve sefalatine rağmen, onurundan taviz vermeyen insanların, günümüzde görülen ve devlet imkânlarını kullanarak 'büropatik' davranışlar sergileyen devletlilerin hor ve hakir gören tavırlarını da ustalıkla mısralarına yerleştirdiği görülmektedir.
Şair duygularıyla yol almakta, asla zihniyet bunalımına düşmemektedir. Ülkemizde oynanan oyunları yine kalem erbabının objektif ve riyasız yaklaşımı ile göğüs germekte, gergefinde nakış nakış işlemektedir. O her şeye rağmen soylu bir kültürün öz evladı olduğunu hissettirmekte, tarih ile bugünü yoldaş etmektedir. 'Diyarbakır' şiirinde;
Sur üstünde bir akşam seyreyledim sessizce
Sanki koca ülkenin kalkanı Diyarbakır
Aralandı habersiz ruhumdaki bilmece
Gizlemek mümkün değil sevdanı Diyarbakır
Öyle temiz bir aşk ki gökteki kardan beyaz
Dilim çaresiz kalır, diyecek söz bulamaz
Dede Korkut kopuzu çalıp, söylese biraz
Anlaşılır gönlümün destanı diyarbakır
Girdiği girizgâztan ustalıkla çıkan şair, ülkesini ve insanını sevmenin de örneklerini vermektedir. Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU ile 'Destan' türü şiirlerle yol alan edebiyatımız, O'nun hakka yürümesi ile durgunlaşmış, ancak şairimizle yeni bir çıkış yakalamışa benzemektedir. 'Destan' türü şiir sevenlere, yine mütevazi bir sesleniş, ama dolgun mısralarla bir yükseliş örneği olarak gelecekte aranan bir kalem erbabı olarak karşımıza çıkacaktır.
Halife Ömer ile tanışmıştık bir ara
Orda görüp sevmiştim, ondandı bunca yara
Kavuşmasak vallahi götürürdü mezara
Kanayan yüreğimin dermanı Diyarbakır
Fitne ve fesadın kol gezdiği ülkemizde birleştirici ve bütünleştirici, bir o kadar da düşündürücü söylemlerle yol açan şair, mazi, hâl ve ati arasındaki köprüleri de ustalıkla kurmaktadır. Coğrafyayı vatanlaştıranların, bir kaynaktan gür ve gümrah akışını da anlamlı bir şekilde izah eden şairin;
Sağda Kırmanç Türkleri, solda Kayı erleri
Arkasında İslam'ın mübarek tekbirleri
Bunlar Türk'ün korkusuz, gözü pek neferleri
Uğruna kefen giydi, sultanı Diyarbakır
Bu anlamlı dizelere yeni bir ruh katan aşağıdaki dörtlükte ise yeni bir söz söyleyen ve korunması gereken 'fidan'a benzeten şair, tarih bağlantısını da ustalıkla kurmuş ve fidanın çağrıştırdığı anlamı okuyucusuna yüksek bir söylemle ulaşmıştır.
Malazgirt kapısından girdiğimiz ilk anda
Yönümüzü çevridik sana aynı zamanda
Tükenmez bir hevesle göründün Alparslan'da
Selçuklunun kırılmaz fidanı Diyarbakır
Kuşatmanın ve kuşatılmışlığın ne demek olduğunu bilenlere yine derin hatırlatmalar yaparak, Türk'ün soylu gövdesine indirilmeye çalışılan ağır darbenin, Al bayrak üstüne bayrak olamayacağını, isteyenlerin de hüsran dolu günler yaşayacağını vurgulayarak, hilalin anlamını sergilemektedir. Dün bizi kuşatanların bugün de olduğunu hatırlatan şair, beşerin unuttuğu, ama tarihin unutmadığı hatırlatmasını yapmaktadır.
Dört yandan kuşatıldık, o günleri gördün sen
Türkiye olmak için engelleri kırdın sen
Sancağa kan gerekti fazlasını verdin sen
Bayrağımın hilâli, al kanı Diyarbakır
Şairler deli gönüllüdür. Herkesin bakıp göremediğini görür, duyamadığını duyarlar. Onların duyguları yücedir. Takvimini iğde yapraklarına bağlayan şair, delişmen ruhunun derinliklerine bizleri götürmekte, aşkın yüce duygularını göz önüne sergilemektedir.
İğde yapraklarında kokun emanet kalmış
Burcu burcu sen varsun esen deli rüzgârda
Sınırsız bir iştahla hep seni soluklarım
Son nefesim sayarım ah senden uzaklarda
Baharı bekliyorum iğde yapraklarında
Kerkük yöresine has söylenen 'HOYRAT'lara da dalan şair, yeni ve orjinal söylemleri burada da göstermiştir. Söz söyleme ustalığını birlikte okuduğumuz şairimiz kim mi dediniz? Abant İzzet Baysal Üniversitesi mezunu Kenan ÇARBOĞA. Edebiyat sevenler ve şiir tutkunları bu ismi unutmasınlar. Hoyrat örnekleri ile yazımızı bitirelim.
Delmesine
Perçem vur, delme sine
Hiç sesimi çıkarmam
Aklımı delmesine
her şeyine razıydım
Ya gönlü delmesi ne?
Kızardı
Bağrım yandı, kızardı
Bir an düşünmesiydim
Yâr anlayıp, kızardı
Dün gece rüyamdaydı
Yine yüzüm kızardı
03/07/2007Yeniçağ Gazetesi
Servet Kabaklı
Ozan Arif’in izinde...
İşte siz deryâ dil gönüldaşlarım arasından, Kenan Çarboğa kardeşim de beni hiç yalnız bırakmayan ülküdaşlarımdan biri... O Sivas’tan yazıyor ama her mektubunda bana bir şiir armağan ediyor. Tıpkı Kayseri’den koçaklamalar ve taşlamalar gönderen ve “Gün Işığı” na, hakkıyla misafir olan bir diğer sevgili kardeşim Ozan Erbabî gibi.. Orta Anadolu’nun “aşıklama” yı kendilerine tarz seçen bu yiğitlerinin her bir şiirini okuduğumda, gönül imbiklerinden damıttıkları o biri birinden yiğit mısralarda, Ozan Arif’imizin izlerini görmekten de bahtiyarlık duyuyorum... Hepimiz biliyoruz ki bu dünya fânîdir. Yiğit gider, namı kalır, hizmeti kalır... Er Manas’tan, Dede Korkut’a, Derviş Yunus’tan Aşık Şenlik’e ve Baba Veysel’e kadar “güzellikleri kafiyeleyen” Hakk aşıklarını, şiirlerini okuyarak rahmet ve minnetle yâd etmiyor muyuz? .. İşte “Çağımızın Dede Korkut’u” Ozan Arif’in gönül izinde, “millet sevdası” söyleyen, gafile ve haine öfke haykıran “şehitler ve yiğitler harmanı” Sivas ve Kayseri’nin yetiştirdiği bu 2 ozanımızı, aşıklama yazdığı halde nedense mahlas kullanmayan Kenan Çarboğa ile Ozan Erbabî’yi muhabbetle kucaklıyorum. Ozan tarzı şiir geleneğini gelecek nesillere taşıyacaklarına inandığım bu “can” ları evvela Cenab-ı Hakk’a, sonra sizlerin iman dolu gönüllerinize emânet ediyorum.
Bakınız Kenan Çarboğa da “hoşgeldin hediyesi” olarak gönderdiği şiirinde, “Türkiye’yi kuşatmaya çalışan ihanete” karşı, o müthiş imanıyla nasıl haykırıyor...
AZ KALDI
Sabredin, yeter ki yol versin Allah;
Bir sefere çıkacağız az kaldı...
Her derdin, tasanın, zulmün inşallah,
İcabına bakacağız az kaldı! ..
Ümmeti boğarken kâfirin gücü,
Hiç kimse sormuyor kim bunlar, neci?
Melânet yurduna incir ağacı
Dikeceğiz, dikeceğiz az kaldı! ..
Evvela memleket, evvela vatan,
Bizle yürüyemez bunu unutan...
Bey olsa da halkın hakkını yutan,
Gırtlağını sıkacağız az kaldı! ..
Arkasına alıp siyon itini,
Kimse oynatamaz yurtta atını! ..
Küfrün düzenini, saltanatını
Başlarına yıkacağız az kaldı! ..
Faili kim ise akan kanların
Keyfini(!) sürsünler kalan günlerin;
Milletin kanını sömürenlerin,
Dişlerini sökeceğiz az kaldı! ..
Bulunduğu zaman çakal inleri,
Görelim “bölünmek şart” diyenleri! ..
Doyduğu kaplara pisleyenleri,
Deliklere tıkacağız az kaldı! ..
İçerdeki enik bizlere çalım
Attıkça el diyor “tez bırakalım”
Sıkıysa bir daha ürsün bakalım,
Hücresinde yakacağız az kaldı! ..
Bize kin besleyen hain böcekler,
Aklını başına devşirecekler! ..
Hepsi hükmümüze râm edecekler,
İplerini çekeceğiz az kaldı! ..
Kenan ÇARBOĞA
Türk İstanbul ve Kenan Çarboğa! ...
06.10.2004 Tercüman Gazetesi
SERVET KABAKLI
----------
KENAN Çarboğa, Bolu İzzet Baysal Üniversitesi'nde okuyan bir gencimiz. Hece vezniyle 'aşıklama, güzelleme, taşlama' şiirler yazıyor ve bunu yakın çevresindeki dostlarıyla paylaşıyor. Beni de yakınları arasında görüp, birkaç şiirini göndermiş. Halk şiiri, devrinin aynası olan, günlük sosyal ve politik olayları, acıları, sevinçleri, hulasa, milletin gönlünü süzen şiirdir. Nereli olduğunu, hangi bölümde okuduğunu yazmamış. Gönderdiği 3 şiirden 2'si, birkaç noktalama hatasına rağmen başarılı. Abürrahim Karakoç Usta'dan teşbihler, tesirler ve izler taşıyan ilk şiiri; bugün, 6 Ekim 2004 Çarşamba günü içinde bulunduğumuz per”şan vaziyeti, arabesk tabirle 'damardan' yakalıyor... Kenan Çarboğa'nın verdiği 'haberler' hiç iç açıcı değil, ama ibret için okunmaya, kaydedilmeye değer...
----------
HAVADİS
Köyümüze bir hal olmuş bu sene,
Bizim katır üç doğurmuş emmoğlu
Kör enikler civciv yapmış çimene,
Topal teke koç doğurmuş emmoğlu...
*
Çulsuz muhtar makamına oturmuş,
Köyü satmış bankalara yatırmış.
Her ne varsa Avrupa'ya götürmüş,
Şatosunda taç doğurmuş emmoğlu...
*
Haramiler sukuneti vurmuşlar,
Olanları yarasalar görmüşler,
Katil diye bebekleri sürmüşler,
Kundağımız öç doğurmuş emmoğlu! ..
*
Muska yazıp büyü yapan hocamız,
Hastaları 'iyi yapan' hocamız,
Her hutbede Kuran öpen hocamız,
Musallada haç doğurmuş emmoğlu
*
Ah... Adalet köyümüzün gül kızı,
Zenginlerin hal kelamı, dil kızı,
Anasının on kocalı dul kızı,
Rüşvet yerken suç doğurmuş emmoğlu! ..
*
Sır aradım şu zamanın hiçine,
Kenan, bakma 'neden'lere, ' niçin'e.
Güve düşmüş kel güvenin içine,
Umut gene hiç doğurmuş emmoğlu! ..
Sağolasın Kenan kardeşim! ..
----------
KENAN Çarboğa, bugün düştüğümüz veya düşürüldüğümüz 'acıklı vaziyeti' bu 'taşlama'yla tespit ediyor. Ancak, daha genç yaşında 'Ülküsünün sahibi'... O, 'Kur'an'ı gönül tahtına oturtup, milletini ideal gerçeğe, Turan'a doğru sefere çıkaran bir ülkücü...' Tarihten aldığı, ruhuna yerleştirdiği aziz hatıraları, gönül süzgecinden geçirip, milletimize ümitler sunuyor...
----------
VUSLAT YÜRÜYÜŞÜ
Gerçeğin Hayaliyle...
Gönlüm pusatlandı, sefer başladı
Dillerim yürüyor Turan'a doğru...
Sürgün umutlarım zafer düşledi,
Yollarım yürüyor Turan'a doğru! ..
*
Silkindi hayaller, zulüm eridi,
Eylül aylarında itler ürüdü,
Beyazımı isyan kana bürüdü,
Allarım yürüyor Turan'a doğru! ..
*
Yüzyıllarca ülkü aşkıyla yanan,
Bir tarih yürüyor, bir tarih inan! ..
Fatih'le karadan denize inen,
Sallarım yürüyor Turan'a doğru! ..
*
Sakarya eline yakınca kına,
Nil dağıtmış kendin, yönelmiş ona...
Ve gözleri yaşlım, hey gamlı Tuna! ..
Sellerim yürüyor Turan'a doğru! ..
*
Türkmen, Özbek, Kırgız geride kalmaz,
Doğu Türkistan'ım riyaya dalmaz.
Musul'suz, Kerkük'süz yürüyüş olmaz,
Kollarım yürüyor Turan'a doğru! ..
*
Azerbaycan, Kırım coşarak gelir,
Rumeli 'dağlar'ı aşarak gelir,
Kıbrıs elbet yine koşarak gelir...
Dallarım yürüyor Turan'a doğru! ..
*
Beş bin yıl önceden dikilen fikir,
Sazımda nağmeydi, dilimde zikir...
İşte bayram günü, Allah'a şükür! ..
İllerim yürüyor Turan'a doğru! ..
----------
Sağolasın Kenan Çarboğa! .. Türk Milleti'nin, senin gibi gönüller çağıldatacak, birleştirecek, bütünleştirecek yeni ümitlere; yeni Aşık Veysel'lere, Abdürrahim Karakoç'lara ve Ozan Arif'lere ihtiyacı var. Yazdıklarını öncelikle kendi gönül mangalında demlendir, daha sonra milletine takd”m et ki; ruhlara şifa, manevi dertlere deva olsun...