Ah o tenha deneyimhanede
Zamanın ipini çeke çeke
Hem yazdım hem eskittim o şiiri
Aşklar ki gördüler, oysa kördüler, neyi
Binbir eza ve cefanın şehri
varmak dediğimiz hep bir vahadır
hiç gitmeyenler sonunda herkese yol olurlar
ne zaman uzağa baksak boşluğun develeri
kalmak dedikçe uzaklar içimize şüphe damlar
bana ormanlardan söz et
ölümün üç yaprağından
herkese bir vedayla bakan mürekkep kardeşim
sen şimdi iki dünyanın ölüsüsün!
kalbim iki yıldır sonsuz bir dua iniltisi
ben ölmedim
n. gürbilek ve y. varol’a
canıma değen her sözden kara seyyâh ağrısıyla geçerim
uzun bir sıkıntı işte her akşam gidip geldiğim
oysa yataklardan geçerdim ben
hepaynıhikâyeyianlatankadınlardan
I.
olmadım!
dağların sabrına sığındığımdan beri
olduğum yok artık benim.
bulamadım, taş neden yüzünü döndü bana
ne söyleyecekti eğilip baktığım su
I
âvâz
sokakları gönendirmek için gezinen yüzüm şimdi pas
artık kesif kokularla anılıyor adım ve cismim
susulur, orda işte, sesindeki kargaşaya aldanır gönül
bir gün bir çocuk mecbur sorar:
bu nasıl gitmek
kahır, korku, sabır; vedâ bile mahrum bana
yalnız, etten ve kemikten bir ses: gitme!
hüküm soran donuk annedir
III.
aldığım lanetin uğruna yanan güneş söndü
özür borçluyum sırattan geçerken incittiklerime
borçluyum sırasını bozan her çocuğa
ama işte ben!
kekre bir kapının önündeyim işte böyle çok zaman
âh! üvey heveslerin peşinde muhâcir
derin yamaçlarda seferi bir halkın öksüzüyüm
çıbanlarıma ilişecek gücü bulmak için
yol boyunca izler bıraktım
çarpık çentikler attım sağ kalan yanlarıma
Ahmet Erhan'ın Ardından
Ahmet Erhan’la Kitap Zamanı için bir söyleşi yapmıştık. Telefonda sesi gittikçe inceliyordu ve ben bunu nezaketine bağlıyordum. Daha ilk şiirlerinde nabız atışı gibi bir görünüp bir kaybolan ölüm epeydir yolunu gözlüyormuş meğer…
İlk şiir kitabım yeni çıkmıştı. İstanbul’da dönemin popüler kültür dergilerinden birinin ofisinde, onca tanınmış şair ve yazarın arasında, taşradan yeni gelmiş bir genç olarak bir köşede duruyordum. Odadaki genç şairler babaları yaşındaki şair ve yazarlara adlarıyla hitap ediyordu ve bu durumu çok garipsiyordum. Benim gibi sıkıntıyla oturan ve “abilik” sıfatını fazlasıyla hak eden biri vardı odada, ısrarla kendisine adıyla hitap etmemi istemesine rağmen bunu bir türlü beceremiyordum. Yıllarca yaşadığı Ankara’yı bırakıp İstanbul’a yeni gelmişti. Elleri titriyor ve sürekli terliyordu. Etraftakiler terini silmesi için ona peçete uzatırken göz göze geldik. Sonra da odadaki kalabalıktan kurtulup kendimizi derginin küçücük balkonuna attık. Aşağıdan geçen kalabalığa bakarken, “Kırk yaşında yazacağın şiirleri neden yirmisinde yazıyorsun? ” diye sordu. O gün kendisine doğru dürüst bir cevap veremedim ama yıllarca bir övgü cümlesi olarak üst cebimde taşıdım bu sözleri.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!