Kelimelerin Kemikleri Ve Dersim Şiiri - ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Sen de çok iyi biliyorsun büyük hikâyenin evvele dair ve “sonsuz” olduğunu. Hayatın yazılı dili yokken ilk resmin mağara duvarlarına yirmi bin yıl önce çizildiğini. Yazının öyküsünün başlaması için insanlığın on yedi bin yıl daha beklemesi gerektiğini... Efsunlu masallarını kâinatın boşluğuna bırakmak, dünyaya harfleri kazımak için bir milyon yıl bekledin ve sadece altı bin yıldır “yazıyla” başkalarına dokunuyorsun. Ne tuhaf, bunun bilinciyle hayatını hiç yok olamayacakmış gibi sürdürmek seni hem büyütüyor, hem de büsbütün küçücük gösteriyor.

İnsansın. Tanrı’nın hediyesi olarak kabul ettiğin yazının sihriyle dünyayı değiştirmek, kendi varlığına anlam katmak, o mananın içinde derinleşmek, kelimelerle çoğalmak istiyorsun. Arzun sadece taşa, kile, papirüse, kâğıda, dokunmatik ekranlara kişisel geçmişini, tarihini kaydetmek değil. Çivilerle oyduğun tabletler, suretleri, tabiatı, nesneleri, desenlerle süslediğin “hiyeroglif” yazılar, şiirinin ilk görünür başlangıcıydı. Sen hayatı güzelleştiren, ona gerçekliğin acısıyla, hazzıyla estetik bir boyut kazandıran “şiiri”, hikâyeyi keşfettin bir kere. Artık onu görmezden gelemeyeceğinin farkındasın. Gerçekliği hayal etmenin mucizevi bir zenginlik olduğunu kalp gözünle idrak ettin. Sanatın, yazının aslında dipten vuran kuvvetli bir dalga gibi içgüdülerin, dürtülerin, ifade etmekte zorlandığın duyguların üzerinde yükseldiğini ve bu yüzden vazgeçilmez olduğunu biliyorsun. Kelimeleri sevdiğin halde onlardan ıslanmaktan korkan bir kedi gibi kaçmanı anlayabiliyorum.

Hem, hayatın her zaman yazının incelikleriyle tarif edildiği gibi zarif, düşsel, cömert olmadığını düşünüyorsun, biliyorum. Bazen etrafında gördüğün her şey, sana “kötülüğün” sıradanlığını, hayatın eksikliğini hatırlatıyor. Böyle zamanlarda hakikatin yazıyla, sanatla tezahür ediyor oluşu, dünyanın sırlı aynasında yansıması da hâliyle pek ilgini çekmiyor. Hâlbuki yaşamın, ölümün, ebediyetin, tabiatın, değişmenin bir yasası olduğu gibi yazı sanatının da görünmez bir yasası var. O kendi kâinatında “hayalî bir gerçeklik” inşa ederek dünyamızı tekrar tekrar yaratıyor. Özgürlüğünün sınırı yok. Rüyalarında, sayıklamalarında, gövdenin kuytusunda saklanan mırıldanmalarında, hayallerinde, kimselere duyurmadığın iç çekişlerinde, dile gelemeyenleri, “kelimelerin” hiç kaybolmayan kemiklerinde görebilirsin. Tapınakların, kiliselerin, camilerin, duvarlarında, mezar taşlarında, kutsal kitaplarda, anıtlarda, yaldızlı el yazmalarında, gördüğün “işaretler” sadece “tanrısal” oldukları için büyülemiyor seni. Binlerce yıldır birbirleri üzerine yığılan uygarlıkların, kültürlerin farklı seslerini de taşıyor sana. O bükümlü harflerde, gürül gürül tersine akan kelimeler nehrinde, geleceğe açılan o çok geniş edebiyat vadisinde, masalların, efsanelerin, aşk şarkılarının, hükümdarlarla, tanrılara yazılmış ilahilerin, destansı şiirlerin biriktiğini görüyorsun. İşte sen o uzun hikâyenin minicik bir parçasının. Ne başlangıçsın, ne de “son”.


Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta