A
A deyip kalmak var yaşamda
Adan sonrakileri anlamasak da
Ağzımızı açıp konuştuklarımız da
Anlamsızlıklar gelir ardı sıra
A dan Z ye dizilir özler yaşama
Anlamak için bekletir umudu insana
Ay düşmek için bekliyor gönlümüze
Aydınlık güne hazırlanmak sözünde
Arkasından güneş doğacak üstümüze
Altın çağlara eş vurgular üstüne
Aç
Aç kalbini, düşünü, sözünü insanca
Aç ki, kapalılıktan çıkar sağlayanlara
Acımasız kilitler vuralım bencillere
Aklını insan üzerine hükümran edenlere
Amansız olalım özgürlük zincirlerine
Ahlakı sevgi, saygı, paylaşım üzerine
Altın vuruş vuralım özgürce düşlere
Açı
Açı en önemli şeydir insanlıkta
Arkana tüm güçleri aldığında
Art niyetleri karanlıklara attığında
Aydın günlere doğru açılandığında
Artık kimse durduramaz çıkarlarına
Asılmış umutlar bir bir ufuklara
Amacı sadece insanlık aşkına
Az gelişmiş insanlıklar dışında
Aydın vuruşlar sergilerken çağa
Açılar kaybolur, tek açıya insanca
Adanır düşler, sözler, vurulur çağa
Açıl
Açıl kapanan ilkelerinden, kurallarından
Artık eski günler mi kaldı, şartlarından
Aldığın dersler yetmedi mi, anılardan
Ayrılıklarla kaybedilen imparatorluklardan
Anadolu’dan başka kalmadı hükümranlığından
Ayrılık tohumları ekilir kapalı kapılar ardından
Açılmalı kapılar bir bir ardına insanlığından
Aynalar yüzleşmeyi bekliyor artık insandan
Aynalarla yüzleşmeli insan, yaptıklarından
Ayrılıkçı tüm düşler, düşünceler, kurallardan
Ayrılmadıkça insan, kurtulamaz çıkarlarından
Ayıran tüm kurallar, bencillik duygularından
Açılı
Açılı kurallar üretelim insanlık ilkelerinden
Açısında her düş, düşünce yaşasın derinden
Aklansın insanların umutları pisliklerinden
Ayıran tüm düşlerinden, ilkelerinden
Ayrılsın insanlar bencilliklerinden
Aydınlığa vurulsun insanlığın özünden
Açılım
Açılım insana insanca, içten
Açılım karanlığa bilgiyle, hidayetten
Allah’tan gelen yaratılış eşitliğinden
Ayetlerin gözlerinden, ilkelerinden
Ayrılık yok, insanın özgün sevgisinden
Adanır insan, insan insana kalbinden
Açıldıkça insan insana, ta özünden
27.10.2009 - İzmir
Mehmet ÇobanKayıt Tarihi : 27.10.2009 00:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Gündemdeki açılım konularının özüne baktığımızda, insanın insana, toplumun topluma, devletin halkına açılımı gibi kavramların öne çıktığı görülmektedir. Bir insan diğer insana ben sana açılıyorum diyor. Yani, seni hesaba katmadan ürettiğim tüm değerler, kavramlar, ilkeler ve kurallardan vazgeçeceğim. Ürettiğim değerler, kavramlar, ilkeler, kurallar içine seni de dâhil edeceğim diyor. Konunun iki yönü var. Daha önce açılmadığı, kapandığı için ürettiği değerlerin, ilkelerin, ilke ve kuralların sıkıntısını çekenleri, kapanmaya neler itmişti? Egemenlik mi? İnsanın insana değer vermediği kavramları mı? Sorunun kaynağı başından itibaren, insanda var olduğu söylenen ama pratiğe yansımayan, insandaki sevgi, saygı ve paylaşım değerlerinin yeterince anlaşılmadığıdır. Bilindiği gibi insanlar toplumları, toplumlar devletleri oluşturur. Devletlerin ürettiği değer, ilke ve kurallarda kapanmayı, olaya tekli bakış açısıyla bakma olarak değerlendirebiliriz. Yani devlet, olaylara toplumlarındaki çeşitliliğe göre değil, tekli bakarak diğer çeşitlere kendini kapatır. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, kuruluş şartlarındaki atmosfer nedeniyle birçok konu gündeme gelmemiş olabilir. Zira toplum dünya savaşının ve işgallerin arkasından ağır bir darbe alarak çıkmıştır. Kurtuluş sırasında iki başlı, İstanbul, Ankara yönetimlerinin egemenliğinden kurtularak, tek egemenliğe yürürken birçok konu acele alınmış olabilir. O günlerde yeterince düşünülmeyen birçok konu sonradan çıkmış olabilir. Bütün bu gelişmeler içinde, ülkenin etnik, kültürel yapıları dikkate alınmadan, o günkü egemen etnik grubun kültürel değerleri egemenliğe yönelmiş olabilir. Veya Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında ortaya çıkan, etnik, kültürel değerlerden, her ne olursa olsun vazgeçilip yeni bir etnik taban, kültür hedeflenmiş olabilir. Dünya tarihinde görülmüştür ki, parçalanan, yıkılan büyük imparatorlukların arkasından, mutlaka değerler, ilkeler, kurallar üzerinde oynamalar olmuştur. Yıkılışın bütün faturaları eski değerlere, ilkelere, kurallara çıkarılarak, yeni değerler, ilkeler, kurallar üretilme yoluna gidilmiştir Osmanlı’nın yıkılışı arkasından kurulan eski Osmanlı topraklarında da benzeri gelişmeler olmuştur. Birinci dünya savaşına giren, yenilen, parçalanan, yıkılıp giden Osmanlı toprakları üzerinde birçok devlet kurulmuştur. Kurulan her devletin yapılanmaları artık Osmanlı’nın değerlerinden, ilkelerinden, kurallarından uzaktır. Oluşan yeni yapılanmalarda, kimi etnik gruplar, etnik kültürler öne çıkarken, kimi de arka planda kalarak, Osmanlı dönemindeki birçok hakkını kaybetmiştir. Savaş ve savaş arkası şartların, insanlık değerleri üretmede çok başarılı olduğu söylenemez. Zira insanları yönlendiren savaşın acıları, etkilerin, tepkilerin senfonisi olarak karşımıza çıkar. Hiçbir sosyolojik ve siyasal gerçek, bize savaş arkası açılımların, doğru, gerçekçi olduğunu göstermez. Ülkemizde sorun olarak damgasını vuran doğu toplumlarının gelişmesi ve özellikle Kürt halkının Türkiye Cumhuriyetinden, etnik, kültürel, siyasal taleplerinin tarihe vurduğu damga acılara neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasındaki değerlerinden, ilkelerinden, kurallarından vazgeçmeyen devlet anlayışının toplumsal isteklere kapalı oluşu nedeniyle, ülkemiz dillendirilmese de, halkından bir grupla savaş halindedir. Siyasiler veya bizler, adına terör desek de gerçekte açık bir savaştır. Halkın devlete karşı restleşmesidir. Elbette bütün bir etnik grup aynı tarafta değildir. Her zaman devletle karşı karşıya gelen etnik gruplar daima ikiye bölünerek, bir kısmı devletten yana, diğer kısmı devletin karşısında olmuştur. Tarih; talepleri dikkate almayan, restleşmelerde sertlik tavrını öne çıkaran toplumların gelecek dönemlerinde mutlaka ayrılığı veya yıkımı yaşadığını gösterir. Belki; bazı baskın tedbirler, sindirme, yıldırma yoluyla bir müddet sorunun çözüldüğünü, taleplerin önünün tıkandığını gösterebilir. Ancak bu hiçbir zaman gerçekçi olmayan, aksine sorunların görünürden, görünmeyene, yani karanlığa iten, karanlıktan ise çok daha fazla güçlenerek ortaya çıkan özlere sahiptir.. Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakıldığında, Kürt toplumlarının Türkiye Cumhuriyetine itirazları sadece bugün olmamıştır. 1950’lı yıllara kadar geçen sürede Kürt toplumları taleplerini dinsel ağırlıklı gündeme getirmiştir. 1950 yılına kadar ülkeye egemen olan tek parti CHP anlayışına karşı yürütülen tüm karşı düşüncelerin dinsel ağırlıklı görülmesi, CHP’nin anti propagandası olarak karşımıza çıkar. CHP sorunlara gerçekçi bakmayarak, konuyu Laiklik / Şeriatçılık formunda tartışarak, sorunların üzerini örterken, olaylara yıldırma, sindirme hareketleriyle çözüm bulmuştur. 1950’li yıllardan sonra CHP iktidarı kaybetmiş, yerine DP gelmiştir. Ülkenin siyasal değişiminde İkinci dünya savaşının arkasından, Türkiye Cumhuriyetinin Amerikan nüfuz alanına girmesinin de etkisi vardır. 1960 ihtilalinin ardından gelen CHP iktidarının dışında, ülkenin yönetimi Sağ partiler olarak kabul edilen partilere geçmiştir. Her ne kadar koalisyonlar ile CHP, DSP gibi aynı eğilimdeki partiler bazı dönemlerde iktidar oldularsa da, CHP’nin tek parti dönemindeki gücünü gösterememişlerdir. Veya zaman artık değişmiştir. CHP 1923-1950 dönemlerinde, tek parti olarak devlete egemen iken, sola, solculara, komünizme ve şeriata karşı uyguladığı sert tedbirlerle hepsini karşısına almıştır. Gerçek böyle iken, sağ partilerin iktidara gelmesiyle CHP politikasını soldan yana çizmiştir. Hâlbuki tek parti döneminde, Türkiye’deki sol, komünist düşünce, CHP iktidarlarından en büyük darbeyi yemiştir. Belki de Türkiye Cumhuriyeti döneminde sol veya komünist partiler, CHP dönemine kıyasla, sağ parti dönemlerinde daha çok özgür olmuşlardır. Solun kahraman şairi Nazım Hikmet’in yargılama süreçlerine bakınız. 1923-1938 arasında, yani 15 yılda, 11 kez yargılanarak rekor kırmıştır. CHP yönetimleri Nazım Hikmeti neredeyse ortalama her yıl yargılamışlardır. Nazım Hikmet 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştığı gerekçesiyle vatan hainliğinden yargılanıp 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. O'nu vatan haini ilan ederek, yargılayan ve cezalandıran CHP yönetimleridir. CHP bütün kapalılığı ile tek parti döneminde, hiçbir partinin açılmasına izin vermemiş, açılsa da kazanacağından korkarak hemen kapatmıştır. CHP’nin temel anlayışında açılmaya karşı kapalılık eskiden beri var olan gerçektir. CHP’nin kendi iktidarları döneminde, sola, komünizme karşı sert tutumlarının tersine, Demokrat parti, Adalet partisi dönemlerinde soldan yana tavır alması, yargıladığı sol, komünist aydınları, şairleri bayraklaştırması, kendi kendine çelişkisini gösterir. 1960’lardan sonra doğu ve özellikle güney doğu politikaları çerçevesinde, bugünkü PKK’nın temellerini atan, ilk liderlerini yetiştiren, CHP’nin o dönemdeki politikalarıdır. 1970’li yılları yaşayan biri olarak, CHP’nin kendi dönemlerinde açılmadığı tüm konularda, muhalefette iken açılarak, iktidarlara karşı güçler yetiştirirken, aslında devlet düşmanı yetiştirdiğini düşünmeme neden çoktur. Eğer CHP bugün PKK’yı devlet düşmanı olarak görüyorsa, PKK’yı doğuran olaylarda kendisinin etken olduğu gerçeğini de görmelidir. PKK ve PKK yandaşı etnik Kürt halkı, kendi uzantısı siyasal partilerini oluşturuncaya kadar, oylarını CHP’ye vermiştir. Bugün CHP doğu ve güneydoğudan alamadığı oyları kaptırmanın paradigmasıyla, bir dönemler desteklediği, beslediği düşünceleri, bugün yadsır durumdadır. Yadsımanın nedeninin kendi egemenliğinden çıkması olarak görülebilir. Bugün kaynağı ne olursa olsun, iktidar ülkede bir açılım rüzgârı estirmeye çalışmaktadır. Açılım rüzgârının kaynağı ister Amerika, ister AB, isterse ülkenin kendi politikası olsun, durum açılım çerçevesinde tartışılmalıdır. İnsanın insana, toplumların toplumlara, devletin halkına açılması gerekir mi gerekmez mi? Bir insan diğer insana üstten, tepeden bakarak, diğer insana kendi değerlerinden değer biçebilir mi, biçemez mi? Bir toplum kendi değerlerinden bakarak, diğer toplumlara değer biçebilir mi biçemez mi? Devlet, halkına hizmet için mi vardır? Yoksa devlet, halkını biçimlendirmek, halkının tüm etnik, dinsel, kültürel yapılarını yeniden var kılmak için mi vardır? Soru ve sorgularında doğru yerde durmak gerekir. Geçmişte ve günümüzde devlet olmanın paradigmaları sürekli tartışılmıştır. Günümüzde batı toplumları insan, toplum odaklı devlet anlayışlarını öne çıkarırken, hala bu noktaya gelmemiş toplumlar mevcuttur. Devletlerin tepeden topluma doğru inen yapılanmaları, geçmişten gelen devlet anlayışlarının uzantısı olarak görülmektedir. İki düşünce açılıma karşı olmak noktasında ısrarcı olacaktır. Birincisi; devlet anlayışını dikta olarak gören, insan, toplum odaklı devlet anlayışından uzak anlayışlardır. Ülkemizde bu anlayışın temsilcisi olarak CHP öne çıkmaktadır. Bu anlayış kendini etnik, dinsel, kültürel egemenlikten uzakta görür. Gücünü halktan değil, tepeden yönetimle alır. Siyasal gücünü arkasında desteğini gördüğü hissettiği askere dayatır. Toplumsal taleplere göre biçimlenen siyasal yapılanmalara karşı, darbeleri veya ihtilalleri benimser. Söylemlerindeki halkçılık tabirinin hiçbir zaman söylemden öteye gitmediği, aksine halka kaşı oluşuyla tanınır. Siyasal güçleri kullanarak, halkı tepeden yönetme anlayışını sergileyerek asla halkın taleplerini dikkate almadığını gösterir. Bu yapılanma, halkın etnik, kültürel ve siyasal taleplerine karşı kapalılığını vurgular. CHP için halk, sadece kendini destekleyenlerdir. Normal seçimlerde halktan oy alamamış partinin kendi düşüncelerini halkın düşüncesi gibi yansıtmış olması halkçı olduğunu göstermez. CHP'nin tavırlarında, uyguladığı politikalarda, dini, solu, etnik ve mezhebi konuları sürekli kendi çıkarlarına alet ettiği görülecektir. CHP iktadar ve muhaletef atlayışında 'çıkar için herşey mubahtır' anlayışını sergiler görünmektedir. İkincisi; devlet anlayışını bir etnik grubun egemenliğine göre teşekkül ettiren anlayışlardır. Bu anlayış devlete egemen olan etnik grubun, halkın bütün etnik grupları üzerine egemenliğinden hareketle, diğer etnik grupları asimile etmeyi düşünür. Ülkemizde bu anlayışın uzantısı olarak MHP öne çıkmaktadır. Açıkça dillendirilmese de, onlara göre Türkiye Cumhuriyeti Türk ırkının devletidir. Türk ırkı kendi adalet paradigmaları ile egemenliğindeki tüm diğer ırklara, etnik gruplara hak verir, vermiştir. Herkes birlik ve beraberlik adına, Türk ırkının verdiği haklara razı olmak durumundadır. Bugün Amerika’da oluşturulan devlet anlayışının değerleri henüz ne Batı’da, ne Ortadoğu ülkelerinde, ne de Asya ülkelerinde mevcut değildir. Amerika’da oluşturulan devlet anlayışında, siyah beyaz ırkçılık anlayışının ayrılıkçılığından önce, bütün ırksal, dinsel, etnik kökenler Amerikalı olmak, Amerikan devleti oluşturmak yolunda ciddi adımlar attılar. Kökenleri batı olan Amerikalılar, Fransız, İtalyan, Alman, İngiliz, Anglosakson, kuzey Avrupa, Rus her ne ise, devlet yapılanmasında, Amerikalılığı tercih ederek, insan, toplum odaklı bir devlet kurdular. İkinci dünya savaşından sonra ise, Amerikalı olma adayları arasında, Asyalı, Afrikalılarda vardı. 2000’li yıllarda ise siyah beyaz kavgası da biterek, sorunlar ciddi bir şekilde çözüldü. Batı ülkeleri ise, henüz ırk kökenli olarak devam etmektedir. Almanlar, Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, kendi ırk kökenlerinin ürettiği devlet anlayışlarıyla hareket ediyorlar. Ancak insan, toplum odaklı oluşturdukları yasalarıyla, Ortadoğu ülkelerinden bir adım öndeler. Bugün Avrupa Birliği kavramında AVRUPA olarak oluşturacakları devlette ise, Amerika gibi, çok ırklı, çok dinli bir devlet yapısının, insan, toplum odaklı teşekkül ettirmeyi düşünmektedirler. Başarıp başaramayacaklarını tarih gösterecektir. Ülkemiz her türlü gelişmeye karşı arkasında art niyetler aramayı, senaryolar üretmeyi beceren bir ülkedir. Dünyadaki gelişmelerin sadece teknolojik yanıyla ilgilenen ülkemiz, dünyadaki, düşünce, siyaset, ekonomi, sosyoloji, eğitim ve sağlık gelişmelerinin gerilerinde durmayı yeğler. Bu tür konularda açılım sağlayacak her düşüncenin önüne, ülkenin temeline dinamit koymak algısıyla bakar. Doğru, gerçek olan ne varsa, ister dışarıdan, ister içeriden gelsin kabulümüzdür anlayışı yerine, doğru da olsa, dışarıdan geliyorsa kabul etmeyiz anlayışı öne çıkmaktadır. Bu tür bir paradigma ne yazık ki ülkemiz insanın, özellikle muhalefet algılarında her zaman öne çıkar. Aslında insanların doğru / yanlış seçimlerinde etken olan düşünce yapıları değildir. İnsanları etkileyen temel unsur iktidar / muhalefet konumlarıdır. Ülkemiz siyasetçileri ve onların toplumdaki uzantıları her zaman iktidar olmak veya olmamak konumuna göre, söylemlerini değiştirmişlerdir. Günümüzdeki açılım politikasında da aynı tür yaklaşımlar öne çıkmaktadır. Mesela; MHP lideri Sayın Bahçeli, hükümet ortağı iken Abdullah Öcalan’ı idam etmezken, muhalefetinde Sayın Erdoğan’a ip atıyor. Hani insanın diyesi geliyor. “İdam etmek kolaydı ise, sen etseydin ya”. Mesela; CHP oy toplamak için ÇARSAF açılımı yaptı. Hâlbuki çarşaf Türkiye Cumhuriyetinin kılık kıyafet devriminde karşı olduğu temel figürlerden biriydi. Kısaca; günümüzün siyasetçilerinin olaylara yaklaşımları, muhalefet ve iktidar konumlarına göre değişmektedir. Açılım konusunun önüne muhalefet tarafından dikilen en önemli paradigmalardan biri, dökülen kanlar, şehitlerin durumudur. Bu kadar kan dökülmüşken, şehitler verilmişken, nasıl olur her şey unutulur, el sıkışılır ve hiçbir şey olmamış gibi davranılır. Hâlbuki Cumhuriyeti kuran irade, ülkelerini işgal eden, binlerce insanımızı öldüren, karımızın kızımızın namusuyla oynayan, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ile el sıkışıp dostluk tazelemişlerdir. Cumhuriyet döneminin ilk dönemlerini hatırlayınız. Ülkemizi işgal edenlerin, binlerce insanımızı şehit edenlerin, karımızın kızımızın namuslarıyla oynayanların, el sıkışmaktan öte, siyasal düzenlerini, alfabelerini, yasalarını, kültürlerini ülkemize aldık. Yani işi el sıkışmaktan öteye geçirerek, onlarla dostluklar kurduk, idealler, kültürel, siyasal, kültürel birliktelikler oluşturduk. Niçin? Biz kendi halkımızın yanlışlarından, ayrılıkçı düşüncelerinden çok mu övünç duyuyoruz? Onların farklı düşünmeleri, farklılıklarını dile getirerek, her türlü düşmanlığı yapmış olmalarından kıvanç mı uyuyoruz? Onun için mi? Onların dostluğunu değil, düşmanlığını, savaşını istercesine üzerlerine gidecek, söz ve eylemleri sergilemek istiyoruz? Ülkemizdeki tüm ayrılıkçı düşüncelerin temeli ülkemizin kendi içinden kaynaklanmaktadır. Her ülkenin ayrılıkçı düşüncelerini, gruplanmalarını ülke dışından çıkarlarına alet edecekler çıkacaktır. Daha dün Amerika’nın kandil dağında PKK’yı eğittiğini gösteren belgeleri görmedik mi? 1970’li – 1980’li yıllarda solcu olarak, Amerikan karşıtı siyasi oluşumların, bugün Irak’ta Saddam’ı devirmek için Amerika ile birleştiklerini, şimdi de Irak’ta Kürt egemenliğinde devlet kurduklarını görmüyor muyuz? Tarihi gerçekler tek bir gerçeği öğretir. Devletin karşısına aldığı her şeyi, devlete karşı olan diğer devletler, güçler dost kabul eder. Aklı başında, akıllı yönetimler asla halkını, halkının içinden doğan grupları kendine düşman kılmaz. Bunun yolu da, tepeden halka yönetim değil. Halktan tepeye doğru yönetim tarzıdır. Devletler halkı için vardır. Devletlerin halkına hizmet etmesi sosyolojinin, siyasetin temel hedeflerindendir. Eğer biz dersek ki, hayır böyle değil, devletler belirli ilke ve kurallarla, tepeden inme olarak robotlaşmış toplum yetiştirmek için vardır. O zaman söylenecek söz kalmaz. İnsanlığı, insancıllığı, insana sevgiyi dillerinden düşürmeyen herkes, dikkatle düşünmek zorundadır. Bir insan kendisi için istediğini diğer insan için istemiyorsa… Bir toplum kendisi için istediğini diğer toplumlar için istemiyorsa… Bir etnik grup kendisi için istediğini diğer etnik gruplar için istemiyorsa… Bir din kendisi için istediğini diğer dinler için istemiyorsa… Bir ideoloji kendisi için istediğini diğer ideolojiler için istemiyorsa… Bir devlet kendisi için istediğini diğer devletler için istemiyorsa… Ve bir devlet halkının isteklerini göz ardı ederek, kapandıkça kapanıyorsa… İnsan bencilleşmeye… Toplumlar birlikten ayrılığa… Irklar, üstün ırk safsatalığına… Dinler yozlaşmaya… İdeolojiler çürümeye… Devletler yıkılmaya mahkûmdur… Bütün toplumlar, devletler bu paradigmaları yüzünden yıkılıp gitmişlerdir.
CHP degil...
Bas agalari,
Babalari dahi evet diyemezler...
çunku...
asil suçlu onlarin ta,kendileridirler.
aklima ALMAN NASYONALISTLERI GELIR HEP,CHP denince...
Açılım insana insanca, içten
Açılım karanlığa bilgiyle, hidayetten
Allah’tan gelen yaratılış eşitliğinden
Ayetlerin gözlerinden, ilkelerinden
Ayrılık yok, insanın özgün sevgisinden
Adanır insan, insan insana kalbinden
Açıldıkça insan insana, ta özünden
işte bu kadar, A'dan Z'ye katılıyorum. tebrikler. selam ve muhabbetle....
TÜM YORUMLAR (26)