Hayatımız bir kelebeğin ömrü gibiydi; kısa, ama bir o kadar da anlamlı ve dolu. Kelebekler, yaşamlarının her anını renkleriyle, zarafetleriyle ve özgürce uçuşlarıyla taçlandırırlar. Bizim de hayatımız öyleydi; her anı özel, her anı değerli ve bir o kadar da unutulmaz.
Bir kelebeğin kozasından çıkışı gibi, biz de hayata gözlerimizi açtık. İlk nefesimiz, ilk adımlarımız ve ilk kelimelerimiz... Hepsi birer başlangıç, hepsi birer keşifti. Çocukluğumuzun masumiyeti, gençliğimizin heyecanı ve yetişkinliğimizin sorumlulukları arasında süzüldük. Tıpkı bir kelebeğin çiçekten çiçeğe konması gibi, hayatın farklı dönemlerinden geçtik.
Her mevsim bir değişim getirdi. İlkbaharın tazeliğiyle filizlendik, yazın sıcaklığıyla büyüdük, sonbaharın renkleriyle olgunlaştık ve kışın beyaz örtüsüyle durulduk. Her mevsim, her an bir öğretmendi bize. Öğrendik ki, yaşam sadece var olmak değil, aynı zamanda dolu dolu yaşamak, iz bırakmak, sevmek ve sevilmekti.
Hayatın kısa olduğunu biliyorduk, tıpkı bir kelebeğin ömrü gibi. Ama bu kısa zaman diliminde, her anı en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık. Bir kelebeğin rengarenk kanatlarında saklı olan güzellik gibi, biz de hayatın her anında güzellikler bulduk. Sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, başarılarımız ve hayal kırıklıklarımız... Hepsi bizim hikayemizin birer parçasıydı.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta