Saros Körfezi’nin yeni yerleşim yerlerinden Yayla Tatil Köyü’ndeydiler..
Temmuz Ayı’nın 9. günü idi...
..Özcan Bey’in büyük kızı Seray'ın 6. yaş gününü kutluyorlardı.. Doğum Partisi’
nin sonlarına doğru, Mustafa Öğretmen masadaki kahve fincanlarını göstere-
rek:
-Fincanlar çini işleme mi? “diye sordu..
-Yok canım! Romen turistlerden almıştım...0nlarda, çinicilik zanatının gelişmiş
olduğunu sanmıyorum dedi Özcan Öğretmen.
-Doğru, dedi Mustafa Öğretmen...”Biliyor musun? Kütahya’da her yıl, Uluslar-
ası Kütahya Çini Festivali düzenlenir.
-Öyle mi? Bilmiyordum!
-Evet öyle..Bilirsin, çinicilik zanatının ve sanatının Türk Mimarisi’nde kullanılışı
Uygurlar’a kadar uzanır..Sonra Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular ve 0smanlı-
lar kullanmışlar bu zanatı..
..Çiniciliğin en üstün gelişimini Anadolu Türk mimarisinde görürüz..Edirne’de ça-
lıştın sen...Selimiye ve Muradiye camilerindeki çini işlemeleri görmüşsün-
dür? ..-Evet! Bursa’daki Muradiye Camii’nin duvar çinilerini de gördüm..Gerçek-
ten tümü çok güzel....Beğenmemek mümkün değil! ..ve değerlerimizi herkesin
görmesi gerekli.
-Topkapı Sarayı’ndakileri de gördün mü?
-Hayır, görmedim!
-Aa..ah! Süleymaniye Camii’nin havluya bakan pencereleri altındaki çinileri,
Üsküdar Ayazma Camiindekileri,hele hele Rüstem Paşa Camiindeki çeşit çeşit,
renk renk lale motiflerini görmeni isterdim..
...Gül, nar, sümbül ve lale gibi çini işlemeli çiçekler,bu tarihi yapılarda gerçek
bir çiçek bahçesindeymiş gibi dururlar..
...Çok güzel anlatıyorsun..ne yazık ki gidip göremedim buraları..0ysa bir toplum
kültürel yapıtlarını,sanat yapıtlarını korumalı..İnsanlar gelip görmeli buraları..
...Görmediğim için kendimi suçlu hissettim şu an..
-0lsun! Bundan sonra gidip görürsün..Hadi gel bir tur atalım..Çocuklar burada
kalsın... Ali’nin Çay Bahçesi’nde de birer akşam çayı içeriz.
-0lur!
...Hanımları ve çocukları bırakarak çıktılar...Ağaçlarla donanmış evlerin sıralandı-
ğısahil yolunda Ali’nin Çay Bahçesi’ne doğru yola koyuldular..
...Güneş, dünyanın ve bulutların hareketinden ötürü, yakıcılığını yitirmek üzere
olduğu bir konuma gelmişti..
...Ali’nin Çay bahçesi’ne üç yüz metre kadar bir mesafe kalmıştı..Birdenbire iri
iri yağmur damlaları düşmeye başladı üzerlerine..
...Henüz onbeş-yirmi metre gitmişlerdi ki yağmur bastıverdi bütün şiddetiyle..
-Allah Allah! dedi Mustafa Öğretmen..”Bu mevsimde bu yağmur? ”
-Özcan Öğretmen, dış duvarları kireçle sıvanmış evin yol tarafındaki duvarını
baştan başa kaplamış olan Japon Sarmaşıkları’nı göstererek,:
-Daha fazla yürümeyelim, çok ıslanırız..Gel şunların altına girelim, dedi.
..Japon Sarmaşıkları’nın iri yaprakları arasına sığınıverdiler
-Mevsimler değişiyor sanırım, dedi Özcan Öğretmen..Düşünsene arkadaşım,
nisan, mayıs, haziran ayları yağmursuz geçti..Temmuz ayında yağmur...hem de sicim gibi...
...Karşılarında duran ayçiçeği tarlalarını göstererek:
-Ayçiçeklere bak! Boyları bodur,kafaları küçücük kalmış..Ahh şu bizim insanları-
mız ahh! Bazılarını şu meşe ağacına bağlayıp yine başka bir meşe odunuyla döv-
mek geliyor içimden! ..0 kadar söylenmesine karşın hala anızları yakanlar var...
...Topraklarımız iyice çoraklaşsın diye yapılıyor sanki bunlar..
...İnsanların sayısı artmış, buna bağlı olarak hem evsel, hem de araba yakıt tüke-
timi artmış...Hem atmosferi kirletiyoruz hem de toprağı...Elbette temmuz ayında
yağmur yağacak kardeşim! ..İntihar değil de nedir bu yaptığımız?
....Haklısın, çevre kirliliği sarmış tüm dünyayı..kirlenmeyen ne deniz kaldı, ne at-
mosfer, ne toprak....Anızların yakılması da cabası!
....Doğru! Toprağın yapısı değişiyor...canlısı da ölüyor cansızı da! Adeta kanser
oluyor toprak...her yıl yeniden tahlil yaptırmak, ona göre gübre atmak gerek..
Bunları yapmak ta zor....ne olacak halimiz kim bilir?
-Elbette..Anızları yakmakla tarım topraklarının gücünü azaltmış, hatta öldür-
müş oluyoruz...Oysa bir santimetre kalınlığında bir toprak sathının oluşması için
yüzlerce hatta binlerce yılın geçmesi gerekiyormuş...toprak deyip geçme! Kolay
oluşmuyor toprak...toprak sağlık gibidir.. Kıymetini bilemezsek o değil, bizler yok
olacağız.
-Doğru diyorsun! ...Göreceksin bak! Yanan anızlardan sıçrayan alevler yüzünden
yüzlerce dönüm ormanın cayır cayır yandığını yine gazetelerden okuyacak, tele-
vizyonlardan dinleyeceğiz maalesef! -Çok yazık,çok yazık! İnan Mustafa Arkada-
şım,ne zaman bir orman yangını haberi duysam, evim yanmışçasına üzülüyorum!
Bu denli ihmal,sorumsuzluk olmaz ki kardeşim! ..Ben bu olaya yangın demiyorum,
resmen gizli cinayet bu! Bindiğimiz dalı kesmek bu!
...Bir ağaç kaç yılda yetişiyor? Her bir ağaç,yüce Yaradan’ın bize armağan ettiği
birer oksijen fabrikası....0ksijensiz yaşayamayız ki?
...Tam bu sırada, Özcan Öğretmenin başından aşağıya doğru ne olduğunu anla-
yamadığı bir şey düşüverdi aniden..
...Kurumuş bir yaprak sandı önce...Ana dikkat edemedi iyice..Mustafa Öğret-
men söze girdi:
-Dikkat ediyor musun? Dünya nüfusu da hızla artıyor..Bu insanların tümü atmos-
ferdeki oksijeni kullanıyorlar...odun-kömür; arabalarda benzin-mazot yakıyorlar...
.Ormanları yok edersek, tükettiğimiz oksijeni nereden sağlayacağız? Öyle değil
mi?
-Elbette öyle, dedi Özcan Öğretmen...”Elbette öyle! ”
-10 litre benzin yakan bir araba bir insanın kırk günlük oksijenini tüketiyormuş,
biliyor musun?
-İnanılacak gibi değil! Hesaplanmış değil mi bu rakamlar..?
-Elbette hesaplanmış..palavra değil! Bu kadarla bitmiyor olay! ..Yanan yakıtlardan
çıkan gazlar atmosferi de kirletiyorlarmış..Örneğin karbondioksit gazı birikmesi se-
ra etkisi oluşturarak dünyanın ortalama sıcaklığını artırabilecekmiş! Kutuplardaki
buz dağları eriyecek, mevsimler değişebilecekmiş!
-Temmuz ayında bu yağmuru gör de, gel şimdi mevsimlerin değişmeye başladı-
ğını düşünme!
...Vallahi, insan ister istemez düşünüyor elbette
...Elini Japon Sarmaşığı’nın yaprakların arasından dışarı doğru uzattı Mustafa Öğretmen...yağmur şiddetini yitirmiş, çiseleme şekline dönüşmüştü.
-Azalmış! ” dedi.. “Gel, hızla koşalım! ! Fazla ıslanmayız! ”
... Yaprakların arasından çıkıp hızlı adımlarla Ali’nin Çay Bahçesi’ne doğru koşmaya başladılar..
...Koşarken, pantolonun paçasına yapışmış, yarasa büyüklüğünde iri bir yaprak
dikkatini çekti Özcan Öğretmen’in...Altına sığındıkları Japon Sarnaşığı yaprakla-
rın-dan biri sandı.. Durakladı....eğildi....parmakları ile vurdu yaprağa hafifçe..Düş-
medi yaprak..Ama kımıldar gibi de geldi 0na..Durdu..Dikkatle baktı..”Aaaa! diye
fısıldadı elinde olmayarak..
...Çünkü bu yaprak değil, yapak renginde kocaman yeşil bir kelebekti..
...Ama uçmuyordu...Belki de uçamıyordu..karnı dikkati çekecek kadar şişkindi..
Bir yarasa büyüklüğünde idi..
...Sağ elinin parmaklarıyla tuttu kanatlarından..kaçma girişimde bulunmadı kele-
bek...uyuşmuş gibiydi....Mustafa Öğretmen şaşkın şaşkın bakıyordı 0’na..Yürüdü-
ler...Ali’nin Çay Bahçesi’ne geldiklerinde en öndeki masada oturanların yanına o-
turdular..Özcan Öğretmen masadakilere dönerek: “Konuğumla birlikte geldim! ”
dedi..*
....Özcan Öğretmenin parmaklarıyla tuttuğu ve kanatları duvar sarmaşıklarının
ilk çıkan oymalı yapraklarına benzeyen kelebeğe şaşkın şaşkın bakmaya başladı
masada oturanlar..Bir anlam verememişlerdi Özcan Öğretmen’in bu tavrına
-0nu bir kavanoza koy, öğrencilerine gösterirsin! dedi biri.
...-Evet,dedi Özcan Öğretmen....Ama önce bütün gün bahçede uç uç böceği ve
kelebek kovalayan kızlarıma göstermek istiyorum..dedi..ve sözü biter bitmez
de naylon bir poşet istedi çaycıdan..Çaycı, içi görünen saydam poşeti getirdi..İçine
koydu kelebeği Özcan Öğretmen..
....Yaklaşık onbeş dakika kadar sonra, poşet içindeki kelebek kıvranmaya ve ka-
nat-larını çırpmaya başladı birden...Özcan Öğretmen ince bir çubukla bir iki delik
açtı poşetin birkaç yerinden...Kelebeğin kıvranan bedeninin arka ucundan orta
boy mercimek tanesi büyüklüğünde, yeşil renkte yuvarlak bir cisimcik çıkıverdi
aniden....Korkudan pisletti! ,dedi, espriyi seven Zati Öğretmen.
... İlk gözlenen bir olayın şaşkınlığı içindeki bakışlar önünde, kelebek bir tane
daha çıkardı mercimek büyüklüğündeki yuvarlak yeşil cisimden..
.....yeşil cisimcikler görülebiliyordu saydam poşetin üzerinden
...30-40 saniye aralıklarla bir tane daha..bir tane daha....bir tane daha..düştü po-
şetin içine yeşil mercimeklerden....şaşkındı herkes bu olayı izleyen...
...Yumurtalar yapışkan galiba? dedi Zati Öğretmen..Baksanıza birbirlerine yapışı-
yorlar gibi..
...”Renkleri de yeşil” dedi fabrikatör Faik Bey..”yeşil yapraklar arasında kamufle
olsun diye yeşil yapmış Yaradan..”
..—Bunların da bilmediğimiz ne düşmanı vardır kim bilir? dedi Mustafa Öğret-
men...Yoksa ortalık kelebekten geçilmezdi be!
...Mustafa Öğretmene bu yargıyı yaptıran olgu, torba içinde biriken yumurtların
sayısı olmuştu..
...Düşünce merkezlerinin askılıklarına takılı kalmış soru işaretleri ile eğildi gözler
poşetin üzerine...Hep birlikte saydılar poşette biriken yumurtaları....Yirmi dakikada
yirmi bir tane yeşil yumurtacık birikmişti naylon poşetin içinde..
Tam bu sırada kelebeğin çırpınmaları kesiliverdi birden....Yan yatıverdi kelebek..
İki duyargalı küçük bir dinazor kafasına benzeyen başının iki yanında, önden bakıl-
dığında çatık, yandan bakıldığında sevimli ve meraklı iki bebek gözü duran gözleri
açıktı.. Bu durumuyla onu bir ipek böceğine de benzetebilirdiniz..
”Öldürdün kelebeği Özcan Hoca! Günaha girdin! ”..diye haykırdı biri..
-Yok! ” dedi Özcan Öğretmen “Öldüğünü sanmıyorum..Poşetin birkaç yerine ha-
va deliği açmıştım. Havasızlıktan ölmüş olamaz..Yumurtlamak ta onlar için doğal
bir olay..Bu kadar kısa bir zamanda bu kadar yumurtayı sen yumurtlasaydım,
sanırım sen debayılırdın...Durun bakalım hele....Nolacak, bekleyelim! ..
Gerçekten de kelebek on dakika kadar sonra ayılıverdi birden..
...Özcan Öğretmen izin isteyerek hepsinden..”Kalkalım Mustafa Arkadaş! Kızları-
ma göstermem gerek bu olayı.”dedi.....kalktılar.....Hızlı adımlarla Özcan Öğretme-
nin barakaya kadar geldiler..İyi akşamlar dileyerek evine yöneldi Mustafa Öğret-
men..*
..Kızları ve anneleri Kıymet Hanım masada oturuyorlardı...Bahçe kapısından girer
gir-mez Özcan Öğretmen’in elindeki poşeti fark eden büyük kızı Seray, soruverdi
karşıdan:-Baba o ne?
-Geliyorum kızım, göstereceğim dedi Özcan Öğretmen..
..İki küçük kız ve anneleri Kıymet Hanım meraklanmışlardı bu sözlerden
..Ayağa kalktılar..babasına doğru koşarak, babasının bacaklarına sarılıverdi dört
yaşındaki küçük kızları Pelin:-
Baba o ne? Baba o ne?
-Kelebek
-Kelebek mi? ? ? Bakayım, bakayım!
-Dur kızım, yukarda bakarız!
-Babacığım azıcık bakabilir miyim?
-Dur be kızım, geldim işte! ..Masaya oturalım..Orada bakacağız.
Haykırdı büyük kız Seray:
-Olmaz diyor baban, duymuyor musun? Masada gösterecek işte!
Kızlarının yanına çıktı Özcan Öğretmen..hemen gösterip elindekini, çabucak açık-
ladı olayı...Büyük kızı Seray, küçük kızı Pelin, anne baba oturdular masa etrafına...
Naylon poşeti, masa üstüne bırakıverdi, Özcan Öğretmen....İzlemeye başladılar
hep birlikte...Bu arada, Özcan Öğretmen mercimek tanelerinin çoğaldığını fark
etti ama bir şey demedi..Demek ki doğum yolda devam etmişti.
Kelebek çırpınmalara devam ediyordu..ve çırpındıkça vücudunun arka ucun-
dan yeşil mercimek taneleri çıkıyordu...Yumurtlama zaman aralıkları biraz uza-
mış gibiydi ama bu kez ikişer üçer tane birden çıktığı oluyordu yumurtaların.
Ali’nin çay bahçesi’nde ortalama dakika da bir çıkan yumurtalar şimdi biraz
daha uzun sürede çıkmaya başlamışlardı..Çıkan yumurtlar yine poşet içinde
yuvarlanıyor ve mıknatıs çekmişçesine öteki mercimek tanelerine yapışıyor-
du..Çocuklar ve olayı ilk gören Kıymet Anne şaşkındı..Tümünün dudaklarında
şaşkınlıkla karışık bir tebessüm vardı o an
*Doğuruyor galiba dedi Özcan bey’in büyük kızı..
-Kelebekler doğurmaz yumurtlar kızım,dedi Özcan Öğretmen...Bunlar yumur-
ta..Ancak bu kelebeğin yumurtlama krizleri, memeli hayvanların doğum sancı-
larına öy-le sine çok benziyor ki “Kelebek Doğuruyor demek yanlış sayılmaz”
dedi Özcan Bey..Gülüştüler hep birden..
-Baba kaç tane yumurtluyo bunlar?
-Bilmiyorum kızım,ded Özcan Öğretmen
-Ama sen öğretmen değil misin?
-Öğretmenim de, öğretmenler de her şeyi bilmezler kızım..bekleyelim kaç ta-
ne yumurtlayacağını sayarak öğreneceğiz..
Doğum masası etrafındaki hekim ve hasta bakıcılar gibi tüm gözler kelebeğin
doğumu(!) üzerinde yoğunlaşmıştı....Doğum Partisi’nden arta kalmış olan ma-
sadaki çerezlere bakan yoktu..
Kelebek, ayağına kocaman taş düşmüş bir insan gibi kıvranıyor, kanatlarını sü-
rekli çırpıyor, bir yandan da iki ayağını el gibi kullanarak teker teker yumurtala-
rın çıkmasına yardım ediyordu..Poşetin içine düşen her yumurta, poşet içinde
yuvarlanarak diğer yumurtaların yanına gidip onlara yapışıyordu...Poşetin içine
düşen yumurtalardan, adeta minik bir tesbih oluşmaya başlamıştı.. Bu tesbik
33’ lük mü,yoksa 99’luk bir tesbih mi olacak, bunu zaman gösterecekti?
....Bir süre sonra yumurtaları saydılar; tam kırk yumurta vardı poşetin içinde..
”İnanılacak gibi değil “dedi Özcan Öğretmen
-Bence de, dedi Kıymet Anne.
Gözlem yapmaya devam ettiler..uzun bir sessizlikten sonra, kanatlarını titre-
terek pııır...pıııır..pıır..pııır..pıır..pır...pııır..seslerini çıkara çıkara, çırpınışlarını sü-
rdürdü yine..Çırpınışlar on-onbeş dakika kadar sürüyor, sonra birden duruyor..
kelebek yan yatıyor.sanki dinlenmeye çekiliyor...on dakika kadar dinleniyor..
Sonra yine çırpınışlarını sürdürüyordu..
-Başlangıcı le birlikte üç saatlik bir zaman geçmiş.. saat 22’00 olmuştu..ve po-
şetin içinde tam 89 yumurta duruyordu...Özcan ve Kıymet öğretmen böyle bir
sonucu beklemiyorlardı..kelebeklerin bu kadar çok sayıda yumurtladıklarını
duymamışlardı.. şaşırmışlardı....Gözlerine inanamıyorlardı....Acaba 99 olur
muydu? *
-Salalım, dedi Özcan Öğretmen...karnı küçüldü...uçmak istiyor gibi..
-Salalım! dedi eşi Kıymet Öğretmen de
Seray ilke Pelin de: “Salalım baba! ” dediler..
Seray.”Yumurtalar ne olacak? diye sordu..
-Onları otların arasına bırakırım kızım” dedi, babası
Sonra kelebeği i ncitmemeye çalışarak, daha büyük olan öndeki iki kanadından
iki parmağıyla tutuverdi Özcan Öğretmen..ve masanın üzerine yavaşça bırakı-
verdi kelebeği.... hafifçe sallandı önce kelebek..
Sonra “sizi aldattım! ” der gibi hızla havalandı..Tavanda asılı duran, yanan ampü-
lün çevresinde yarım tur attı...geriye döndü, deniz yönünde, elektrik direğinin
tepesinde ışıldayıp duran ampüle doğru karanlık içinde uçtu gitti..
..Özcan Öğretmen’e öyle geldi ki mutluydu..Hiç beklenilmeyen bir anda, yaprak-
lar arasındaki doğumhaneden, bir adamın pantolon paçasına düşmüş, Ali’nin Ye-
ri’nde doğuma başlamış ve o adamın evinde, kızları Seray ve Pelin ile anneleri
Kıymet Hanım’ın meraklı bakışları arasında doğumunu tamamlamayı başarmış,
her canlı gibi yaşamının nerede noktalanacağını bilemeden özgürlüğüne doğru
uçmuştu..Gerisi Allah Kerim değil miydi? ..
..Özcan Öğretmen ertesi gün, Mustafa Öğretmenle Ali’nin yeri’nde karşılaştı..
Mustafa Öğretmen 0’na; dün gece kendisinden ayrıldıktan sonra, saat 23.00 sı-
ralarında evlerindeki ampülün çevresinde dolaşan ve dünkü kelebeğe benzeyen-
bir kelebek gördüklerini, ona sprey sıktığını, yere düşünce de bunun dünkü lo-
husa kelebeğe tıpa tıp benzeyen yeşil bir kelebek olduğunu söyledi..
...Üzülmüş...hemen yıkamış onu..iyileştirmeye çalışmış..Ancak birkaç yeşil yu-
murta yumurtladıktan sonra ölmüş yeşil kelebek...
..Bunları şaşkınlıkla dinleyen Özcan Öğretmen, yeşil kelebeğin çektiği doğum
sancısınabenzer bir acı duyumsadı yüreğinde
...Yanıtını hiçbir zaman çözemeyeceği birkaç soru takılıp kaldı yine beyninin as-
kılıklarında! ...
..Ama dün gece, kelebeğin yumurtalarını nemli yeşillikler arasına bırakmış ol-
manın sevincini de yaşadı gönlünde..
...Bu davranışının, doğal dengeler üzerinde, bir su damlasının sağlayabileceği
katkı kadar katkı sağlayabileceğini bilse bile..
........................*...
Kayıt Tarihi : 20.2.2016 11:58:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Öyküde geçen olay ve olayda adı geçen kişiler tamamen gerçek olan bu öykü 25.temmuz.1992 tarihinde de kaleme alınarak, aynı yıl ya da bir yıl sonra Kırmızı Fare Çocuk Dergisi’nin açtığı öykü yarışmasına katılmıştır.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!