yırtılmış bir göğün göğsünden
kirli bir yağmur yağıyor şehre
sağanak halinde kahır yağıyor, kan yağıyor
odamda, dört duvarın dilsizliğinde
ölü gibi sessizim
gece bile korkuyor fırtına öncesi sessizliğimden
prefabrik çatısından paslı hüzünler sızan
deprem artığı evler gibiyim
mutsuzluk akıyor oluklarımdan
ya hiç kimse çalmıyor kapımı
yada ben kendi sesimden başka ses duymuyorum
kimin kehaneti bu
kimin kabahati
nazara mı geldim
lanetli bir büyücünün lanetine mi uğradım
bilmiyorum
bildiğim
bu şehrin hınca hınç kalabalığında
iliğimden tut kemiğime dek yalnızım
yalnızlığım aklıma gelince
onu düşünüyorum
onu düşündükçe
buz sarkıtı mızraklar batıyor döşüme
bu yüzden
istemediği bir savaşa giden askerler gibi
artık aşka da gönülsüzüm
artık hangi dilde tercüme etsem aşkı
hep ayrılığa çıkıyor aşkın sonu
çırpındıkça
hep yalnızlığa düşüyor kum saatinin son kumu
bitse artık
adına aşk dedikleri bu karabasan bitse
şeytan azapta kalsa
kalksa üstümden bu lanetli kehanet
bir gıdım aşk için
buzuldan ateş
ateşten su dilenmesem
resme tövbe etmiş bir ressam gibi
fırlatıp atsam fırçamı
bu toz pembe tuvale
kan kızılı nü resimler çizmesem
Ömer Yücekaya 2
Kayıt Tarihi : 21.12.2024 01:35:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!