Kayıp Rüyaların Yolculuğu Şiiri - Meltem ...

Meltem Kaya
84

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Kayıp Rüyaların Yolculuğu

1.

Uykuları çağıran eski bir koku…Nerden ve hangi eskimeyen anılardan kopup geldiği aşikar olsa da; kendinden geçerek ardı sıra koşulan eski bir koku…

Uykuları çağıran o eski koku, uykulardan uyanmamayı ve dipsiz kuyularda merdivensiz kalmayı istiyor…bedelleri aşikar olsa da; düşünmeyi geçerek rüzgarında salınılan o eski koku…

2.

Saçlarım ne zaman bu yollara uzadı…bilmiyorum. Bu dipsiz kuyularda mataramda bir damla suyum yokken ben nasıl o kuyunun üzerinden dipteki kendime bakabildim…bilmiyorum. Ya da kuyunun dibindeki benliğim yukarılardan onu izleyen kendisine hiç kaldırıp başını konuştu mu? Diptekinin sözcükleri yok, gözlerinin rengi yok…yukarıdakinin sözcüklerinden kan damlıyor, gözleri nehirler kadar ıslak…. Bakıyor yukarıdaki, sözcüklerinden sızan kan ve gözlerinden akan nehir, diptekinin matarasına su diye doluyor….

3.

Uyku…Uykunun heybesinde dinlenmeler çok vakittir yok artık, nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Uyku ölüme benziyor. Günün en ışıklı saatinde siyah bir perde çekilmiş gibi cama, uykuya dalmak istiyorum. Ama neden o siyah perdeden bunca çok ışık gözümü alıyor? Gözlerim ışık yorgunu, bedenim uykuya tutkun…Uyumak ve bir daha hiç uyanmamak…Sanki hiç gelmemişsin gibi, sanki yaşamak denen kervandan hiç geçmemişsin gibi dalıvermek uykuya…Sukunetin baş döndüren çağrısı! Ah, ne olurdu bu kayıp rüyalar beni bulup da yeniden yeryüzüne uyandırmasaydı…

4.

Dalıyorum…Uykunun heybesi rüyalarla dolu. Seç diyen bir ses var gizliden, benden başkası duymuyor. Ben seçemeden geliyor o kayıp konuk, uykunun heybesi yeni yollara düşüyor. Sonrası seyirciyim işte..başlıyor ve alkışlarla karşılıyorum rüya perdesini…Yavaş yavaş açılıyor perde, ama benden başka seyirci var mı..bilmiyorum.

5.

Dalmakla uyanıklık arası bir uçurumda başlıyor kayıp rüyalar matinesi…Uyanmakla uyanmamak arası süren bir yolculuk da sanki oynayan benmişim gibi gözlerimi veriyorum kayıp rüyaların baş rol oyuncusuna…yoksa kuyunun dibindekinin gözlerinin rengi o yüzden mi yok…bilmiyorum….Benim sözcüklerimle başlıyor her şey, ben yazmışım gibi veriyorum her bir sözcüğümü o kayıp rüyalar oyuncusuna…yoksa diptekinin sözcükleri o yüzden mi kayboldu…bilmiyorum.

6.

Benim sözcüklerim… Benim kanayan, benim ağlayan ve ağladığınca çok gülen sözcüklerim…Hep yoldaşım oldular. Neden lal dilim öyleyse? Neden rüyalarımda hep içimde konuşan sözcüklerimi benden başka kimse duymuyor? Kayıp rüyalar oyuncusu benim sözcüklerimle konuşuyor. Sanki ben gibi, sanki gece yarısı bir köşe başında vurulup da ölümle koyun koyuna yatar gibi, sanki ölümleri hiç bilmemiş gibi, sanki ten ölümle buluşunca buz kesmezmiş gibi sıcacık sözcüklerim… Hem bana yakın, hem benim değilsiniz. Şimdi anlıyorum usuldan…Dipteki benim sözcüklerimi kayıp rüyalar oyuncusuna armağan etti. Gördüm onu ben, eşi bulunmaz yeşil ipek bir halının içine sarıp sarmalanmıştılar. Sessizce açıldı ipek halı, sözcüklerim dört bir yana dağıldılar. Gördüm onu ben, kayıp rüyalar oyuncusu kocaman yeşil bir halının üzerinden papatyalar toplar gibi sözcüklerimi toplayıp cebine koyuyordu. Dilim sustu.

7.

Susuzluğum benim…Benim kanmayan, benim yarım kalan, benim asırlık çöl susuzluğum…Kayıp rüyalar matinesinde oturduğum sandalye denizin ortasında…Tuzun tadı ve denizin yeşili çağırıyor beni, oysa ben çok susuzum. Kayıp rüyalar oyuncusu seranatına başlarken akıl terazimde asırları saniyeyle çarparak su içmeyi düşlüyorum, bir de uyanmamayı…Kayıp rüyalar oyuncusunun sesi soluksuz bir ney gibi… O hiç susuzluk çekmez mi? Denizi içmek istiyorum, eğildikçe deniz uzaklaşıyor. Yerde çırpınan balıklar var, açılıp kapanan istiridyeler, yosunlar kurumuş, inciler dağılmış sanki…Koşuyorum, ama koşmamalıyım. Kayıp rüyalar oyuncusunun sesinden uzaklaşmamalıyım. Ama ona da bir avuç su taşımalıyım… Koştukça deniz bitti, ardıma baktıkça yaklaştı deniz…Usulca yerime dönerken küçük bir çocuk sesi uzaktan yaklaşıyordu…

8.

“Rüya sucusu çocuk, uykusu arasında susayanlara su veriyordu.”*Eduardo Galeano

9.

Susuzluğum dindi. Bazı kısımları pas tutmuş, siyaha ve yeşile çalan bakır bir ibrikten kanasıya içtim suyu…Yüzüm aydınlandı. Sırları dökülmüş gümüş çerçeveli bir aynada yüzümü gördüm birden. Bu benim yüzüm mü? Bu benim hangi yüzüm? Yüzümdeki bu boşluk neden? Yüzüm bin bir parçaya ayrılmış, bir parçasını bulamıyorum. Yüzüm tam değil…Sanki yüzümden kuş gibi, bulut gibi bir parça noksan. Kayıp rüyalar oyuncusunun yüzünde bir kuş gördüm o anda, gagasıyla ona su içirmekteydi.

10.

Kuğular ne zamandır bu koyu lacivert gölde böyle edayla yüzmemişlerdi. Akça pakça, kar beyazı boyunlarında, aklığını hiç yitirmeyen bir yaşamın gölge düşmeyen mutluluğu vardı. Ben bir bulutun üstündeydim ve gözümü bir an olsun beyazlıktan ayırmadan salınışlarında dalgalandım. Yaşam sanki iki çam dalı arasında rüzgarıyla sevişen bir hamak gibi dingindi. Ben hamakta değildim. Ama kayıp rüyalar matinesinin oyuncusu hamaktaydı ve çam kokan bir gülüşle kuğulara dokunmaktaydı. Ellerime baktım, ellerim yoktu.

11.

Birden kıyıda serçeler telaşlandılar. Birden kum fırtınaları yaklaştı dingin göle…Birden, birden gökyüzü karardı. Ne olduğunu anlayamadım. Kayıp rüyalar oyuncusu hızla kül rengi bulutların birinden diğerine koşmaktaydı. Ateş hızında pırıltılar gözbebeklerinde nakışlıydı. Yüreğim benim, ah benim yazgısı kara yüreğim! Bu ateş nasıl söner? …Yağmurlar yağdırmalıyım ben? Ama nasıl? Bulutları damlalarla doldurmalıyım. Kayıp rüyalar oyuncusu ateşler içinde…Damlalar bulmalıyım…Ama nasıl? Gözyaşlarım! Gözyaşlarımı çağırmalıyım. Damlalar kirpiklerimden bulutlara yağmaya başladı sonunda. Ateş söndü, gök aydınlandı, gökkuşağı boylu boyunca serildi göğün denizine. Kayıp rüyalar oyuncusu, gülümsüyor bana. Ama göz pınarlarım kurumuş artık, bakamıyorum. Son gözyaşı damlamla kurtardım onu, mutluyum. Ama artık gözyaşım kalmadı benim. Ağlayamam.

12.

Kırık bir testi neyi anlatır kiremit tozlarının ağırlığında? Kırık bir testi ayrılığı anlatırken, kayıp rüyalar oyuncusu kavuşmayı anlatıyor. Çetelesini tutmuş ayrılıkların kırık testi, sızacak su kalmayacak kadar hayat damarı kurumuş. Kırık kulbu kalbi gibi darmadağın, ama matarasında hiç su kalmayan kayıp rüyalar oyuncusuna kulbun içindeki son damlayı bir cenin gibi sunuyor. Cenin hayat bulsun diye, tereddütsüzce sunuyor. Kendisini kiremit tozlarının ağırlığına bırakıyor, ama bedeli umrunda değil. Kayıp rüyalar oyuncusunun yolu uzun, yolu benden ayrılık, ama o yürümeli. Öylece bakıp kalıyor ardından kırık testi… Ama neden benim her yerim kiremit tozu içinde? Bilmiyorum…

13.

Filizler çürümeyen bir gecenin içinde uç vermişler. Kayıp rüyalar oyuncusu benim sözcüklerimle dillendiğinden bu yana, saymadığım saatler boyunca ıslak hüzünleri anlattı bana. Dağlar nazlı bir gelin gibi salınmaktaydı bahara karşı. Dağlar bu bahar gulilk çiçeğini doğurmuş ve kışlardan sakınmakta ve saklamaktaydılar. Tufanlar uzak gibiydi, ama dağlar dervişiydi tüm zamanların ve güvensizdiler. Dağ bir cesaret gerektiğini söyleyerek kayıp rüyalar oyuncusuna can gerek dediler bana… Çıkınıma baktım, azığım hiç yoktu, bedenimde taşıdığım bir can vardı yıllarca filizlenen, çıkın yapıp uzattım kayıp rüyalar oyuncusuna. Filizleri kattı kendi canına, yeşildi artık… Kayıp rüyalar oyuncusu gulilk çiçeği oldu, dağlar onu koynuna aldı. Ben kuru bir dal kaldım.

14.

Saç diplerim terliyor gittikçe daha çok…Bin hançerin ortaya yerinde çünkü O! O ki benim tereddütsüzce gözlerimi, ellerimi, sözcüklerimi ve canımı sunduğum… Ben seyircisi olamam kayıp rüyalar oyuncusunun yitiminin, olamam. Bir hançer bulmalıyım. Ya da bin hançerin vurduğu ben olmalıyım. Ama ben seyircisiydim hep bu perdenin, o zaman oyuncusu olmalıyım. Hançerim yok, tek cephanem sözlerim…. Ne yapacağımı hiç bilmeden hızla yürüyorum perdeye… Kayıp rüyalar oyuncusu şaşkın, bin hançeri tutan bin kişi de şaşkın… Kimse tanımıyor beni, ama ben o büyük perdede taşıdığım rolü şimdiden öğrendim bile. Beni taşıyan ayaklarım ondandır ki kendinden eminler…Perdeye çıktığım anda bin hançerin bana doğrulmasına gülümsüyorum. Bin hançer bin yerden savruluyor üstüme, oracığa düşüyorum. Son gördüğüm şey kayıp rüyalar oyuncusu… El sallıyor bana, yüzündeki eflatun acı silinsin istiyorum sadece. O’na bin kez sunduklarımı O hiç bilmezken ben vardım, O’nun için bin hançerle bir kez öldüğümü bilip acı duymasını istemiyorum. Siliniyor yavaşça izler, son kez gözlerimi gözlerine iliştiriyorum. Ben gidiyorum. Hoşça kal perde! Hoşça, kal içimde…

15.

Pencereden bana hanımeli kokuları uzatan bir sabaha gözlerimi açtım. Uyandım…

16.

Var olmasına inanamadığım ellerimle gözlerime dokundum, bir damla gözyaşını tuttu ellerim… Gözyaşımın tuzunu hissettim. Islaklık kiremit tozu rengindeydi. Başucumda yıllardır durmakta olan testi bin parçaya bölünmüştü.

17.

Odamda boylu boyunca yeşil bir halı seriliydi. Üzeri yeşile tamamen serilmiş papatyalarla doluydu. Eğildim ve papatyaları toplayıp cebime yerleştirdim. Papatyalar sözcüklerimdi.

18.

Baharla sevişen rüzgarı hissettim balkona çıktığımda…Kalbim kum fırtınasına tutulan serçeler gibi çırpınmaktaydı göğüs kafesimin içinde. Deniz? Ya yoksa yerinde? İlk bakışta sevişti gözlerim nazlıdan salınıveren denizle, kalbimdeki serçeler duruldular ve yeşeren dallarıma kondular usulcuk… Denizin yeşili yerini süt mavisine bırakmakta ve şehir yeni doğan güne kendini hazırlamaktaydı.

19.

Biri seslenmiş gibi çabucak döndüm ve yürüdüm. Sırları dökülmemiş gümüş çerçeveli aynada yüzümü gördüm. Bu benim yüzüm mü? Yüzüm bin bir parça değil…. Yüzümde bir kuş gördüm, gagasıyla bana su içirmekteydi. Kanasıya içtim.

20.

Aynadaki yüzüm kayıp rüyalar oyuncusunun yüzüydü.

Meltem Kaya
Kayıt Tarihi : 1.4.2005 01:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Meltem Kaya