Ölümsüzlük iksirleri biriktirmişsin bana, gövdemde sevda dövmesi
Coşkular sürdüm bedenime yar, mutluluğa götürür seni her zerresi
Yıllar geçirdim ben yokluğunla ah, her karesi cennetin bir köşesi
Hayat sana olan ibadetimin asası, yokluğun yaşamın hazin sahnesi
Karanlığın yankısına düşünce gölgenin dokusu, dolardı odaya teninin kokusu. Tüketilmiş saatlerin gerilimi yürürdü yatağa, sözlerinin kapılarından bir alev gibi süzülürdün. Damarlarındaki tüm birikintilerin kıpırtısıyla kapanırdın gövdenle pembe düşlere. Dünleri savar, yeni bir güne çizik atardın, yaşanmamış anların hatırına. Takvim yaprakları birikirdi oysa benim odamda, kırık bir sarılışla kendi bağımın eskimiş korukları gibi toprağa düşerdim.
Yoksul düşünüşlerin kriz sarmalında titrerken sen, dudağında doyumsuz bir dişin izi kalırdı, sıçrardın yatağında, doğrulurdun öfkenin ve çaresizliğin hıncıyla. Boşa sardığımız sevgi yumaklarının damarına kadın elleri dokunurdu sevdanın, karmaşık düşlerin dalgalarının durulmasını beklerken bir adam. Yollara vururdu kendini, sonuçsuz bir çabanın acıtan yaralarını sürekli kanatırken zaman, sessiz yalvarışlar dökülürdü aşkın o an dudaklarından ve peş peşe yazılan kırılmışlıkların hazin sahnesi olurdu o yoklukla geçen an.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.