I.veda neziri
sözün harfi bağışlamadığı yerden geldim
sabır telkin eden ayaklarımı unutup
taşın ve suyun uzağına geldim
oysa erkenmiş daha
ceplerimi sökerek ayrıldığım kendimden
ne kadar uzak düşsem
çeşmeler yine susacakmış yüzüme
geç oldu ama bunu da bildim:
yarıldı aklımın serinliği
herkes bir nehrin dalgınlığıyla baktı bana
ben ey paslı sözlerin sahibi
onca zaman sonra
herkesin yalanın saçlarını okşadığı yere geldim
herkesin veda hevesiyle toprağa imrendiği yerde
iki gece beş kış uyudum rüyama
kara atlar kışı geldiğinde
artık kalbime gerek yok, diyordum
olsa da faydasız
beni kadırgamdaki üveyiklere mahcup kılacak
hangi kelime geçit
dokunduğum ipeklerden yükselen zerre
bana neyi fısıldar, diyordum
ama bir gün bir harf parmaklarıma dar geldi
kirpiklerimin işaret ettiği vadiye baktım
bir gün ceketimle bir kapıya yığılıp durdum:
adımın geçtiği yerde bana kim üşüyebilir, dedim
her taşa tuttuğum alnımı kim unutturabilir bana
daha çok dökülmeden varıp sormalıydım çünkü
ellerim titrerken çıraklığım nerde bitti
sebepsiz ıslanırken yoksul eskilerim
kayaları yalıyan köpeklere eşlik ettimse niye
kendimi soldurmakla ünlendim sonunda
sandım ki su bana sırrını bağışlayacak
taşa rastlayan bir çivi nasıl susarsa
öyle eğileceğim her kuşkuya
sandım ki söğüt ağaçlarına ağlayan
ürkek süvarileri susturabilir
ellerine bakarak büyüyenleri sevip
okuduğum veda yüzleri unutabilirim
çıraklığım nerde biter bilmeden
yedi cüretle geçtim kapılardan
yine de kaplan kini bırakmadı beni
hududa kulak veren boynuma
ne söylediysem faydasız
kırmızı karlar yağarken affedecektim
herkesi ve nezirimi
bu başkasının kini olmalı, dedim
bu gergef eski
vahdeti bozdum, daha çok mahvolmak için
çelikten aynalar tuttum çöle
haram sularda dağladım marifetimi
ne yapsam, ne yapsam
yine de hep, ah
düşmanımın teni çekti beni
en sonunda
başkasının kanatlarıyla vurdum kıyıya
yaralı atlarım, kırbamdan dökülen kan
gelip almaya gücümün yetmediği iştah
havaya atılan taşla vardım kapılara
çok eskiden yeterdi bana
duvara dayanmış tüfeklerle aldığım soluk
sanıyordum ki
rüzgâr her sözü süpürmeden anlayacaktım:
herkes ölüm kınaları sürünüp beni unutacak
ah ve ay’la görünecek görünmeyen
etimde sınanan bir veda ki
içimden o kelâm-ı kadîm akacak:
beni herkes en son gördüğüyle hatırlayacak
çünkü temaşakârların yalanıyla indim
çocukluğumun yılan sarnıcına
dilim ve rüyam geride kaldı
uzak düştüm yas çadırlarının kahrına
kırk inziva bakarken gözlerim
dedim: kara yazlar biriktireceğim yazgıma
gün gelecek göç edeceğim sarnıç ve şerrimden
ellerinden dövme güller düşürüp
güneşe sırt dönenler
kısmet ve Allah’ı burada değildi
diyesilerdi bana
II. veda tavafı
puhu kuşlarıyla uyanıp
endam aynasında gördüğüme kıyam etsem
o isli tandırın etrafında ne kadar dönsem de
bir kuyu başında herkes kadardım işte
herkes kadar sevdim hatamı
söz olsun ki kustum öğrendiğim kelimeleri
ve eğildim uzağımdaki seyrime
kuyuya düşen kara çocuğa bakarken
son kez bakarken bende kararan bana
solarken solan her insan kadar
sordum suya karışan arzuma:
bir kötülük vaadidir insan
ey gizli çürüyen sima
yol dönsem şimdi kime
uzak kervanlara terk edilmiş atlar gibi bakmasaydım
başkasının gözleriyle sevmeyecektim kendimi
bir tenha bulaydım kara kışlağımda
eğilip yalıyacaktım sağramı
ah, sırtımda rüya ve rüzgâr
ölüm suları dökünüp
yeniden sırdaş olacaktım cesedimle
ey zamanı kısa denilen heveskâr suret
kadınların hatırladıkça içlendikleri
o çok çocuklu çıkrık sesi
belki bu kadar incitmeyecekti beni
yalnızlığın herkese düğme olduğunu bilmesem
daha ikiydi tavafım, belki gitmesem..
bir geyiğin gözlerinde kıştı uyandığımda
oysa öğrenmiştim dişlerimi sıkmadan
göklere yakın uyumayı.
fakat dizlerim geyikler kadar koşarken tuzağına
hep bir fukara öfkesi belli etti beni
yokluk vadisinde ziyan seferiler
dönüp son kez baktılar bana
dediler: zamana küs
öldürdüğün yılanları gömmek için gelme
ağunu kirpiklerinin hürmetine sakla
çünkü kış kanat germez toprağın imâsına
nasılsa herkes ömrünü yer
dön sen
kalbin acısını ayakların sızısı alır
dönsen de
daha uzağa gidebilirdim ayaklarım olmasa
yükümü mola taşlarında indirmez
geceden geceye katrana bulamazdım göğsümü
parmaklarım her beladan hevesini alır
anlardım: geçer zaman
insan kötülüğüyle nam alır
ve ricat eder yılan derisine
bir elin bir ele selamıyla
velev ki geçer zaman
hâşâ, demedim, ama
kalpte zina gibi geçti söz içimden:
daha gül sen, daha gül
insan duman hevesindedir dünyada
yarasaların kanat sesleriyle
atımın masum boynundan inip
iki harf arasında şüpheyle kıvranan
toprağa ve adıma baktım
bir yaprak gibi ağdım boşluğa
ağzımdaki sağanağı dindirdim
ve fakat rüyâ terzisi razı gelmedi
kendimin kal’asında kirli durmama:
avuçta sıkılmış bir taş gibi durma, dedi bana
çünkü sorar her taş, sormalı:
neden benim kadar katlanmadın bana
kaç zaman sonra
eksik tavafıma bakıp
uzak gözüyle ağlayan bir kadına söz düştüm:
kıvranan ömrün uzun olsun, dedi bana
o yokluk burcunda git ve gel
Allah bir tenha bulur belki sana
belki bana gel..
III. veda hutbesi
ey sabahına uzak düşüp meydanda sıra bekleyen
çok yer dolandım sonunda yanına düştüm
sokaklara vardırmadım gözlerimi ama gördüm:
şehirde herkes tebdil, erkekler yalan
orada herkes tacir arzusunda
şimdiden sonra her söz tehir gelir onlara
orada zifiri kadınlar zamanla kendilerine kararır
denizi bilmeyen çocuklar suyu söyletir:
şehirde herkes teşhir, kadınlar yalan
andolsun ki neden sustuğu şüphe
bir seda kadını sevdim orada
uzadı saçları, görmedim
her harfi sağdım
alkışlar aldım şehirden çıkarken
erkekler ayan da, her kadının kalbi sır
neden, bilmedim
bildiğim, o haram duvardan neden geçtiğim
neyim varsa geride bıraktım çünkü
oysa gözlerim ki biri kibir biriktirir
biri içlenirdi ötekinin mahsenine
meğer denizi buluncaya kadarmış nehrin telaşı
hasılı bir bardakta iki suymuş kıymet ve kıyam
anladığımda gelip durduğum duvar
kollarına aldı beni ve git, dedi:
daha uzağa ve doğu’ya
saçlarını arkaya yaslayacak kadar
öğren yokluğun yılan dilini
doğu’da her şey bir vedayla sezilir
ey sözün sedefi
seni göndermez
anlam ve âmâ nerde
kulağına fısıldardım ammâ
sen de bir riyânın çocuğusun sonunda
iki taşın sesinden çıkan alazla
her sabah yediğim toprağı unutup
soğuk taşlar biriktirdim sabahla gelenlere
ama her seferinde yatır uykusuyla
döndüm herkese ve ezberime:
şüphesiz, o eski ağunun çocuğusun sen
denilen tekrarı duydum her seferinde
karaağaç, karaağaç
sen de duydun mu, dedim
duydum, dedi
ama ben sözümü yutar taşımı çoğaltırım
her sırrını meydan eden o şüphe beytine:
ey geceden geceye katran isteyen
yoksulun oldum her seherde
göğsüme doldurduğum kemikler yetmez olunca
altın ufağı ayaklarıyla yolu tozutan kadınlar
hüsran renginde baktı bana
yüzümdeki peçeden umar yok, dedim onlara
kendine şehvet dedirten dünyadan payım yok
bir kırbacın iç çekişinden beklediğim sadakat
incimi nerde düşürdüğümü hatırlatmıyor bana
kusur benimdir, başa dönen tespihle affedin beni
boynum eğilirken çıkardığım ses
nöbet durduğum uykular, sonunda:
bu kimin haramıdır, diyecek bana
son gece, bir kadının çadırında
eğildim kar kuyularının ateşine
mübarek akşamdır diye yaktığım kandil
kıstığım kadın, sırrım ol, dedi
korkarım gizli bir bıçak imtihan ediyor beni
çünkü ay batarken hendekler kazacaklar sana
ve sen söyleneceksin:
sırtındaki ben, gözündeki kıymık
neden görünüyor şimdi bana
ve belki yeni bir mezhep için
ferman edeceksin feryat edenlere:
aşk bir yutkunmadan başka nedir
aşk bir yutkunmadan başka nedir
yeniden ırayacak yolların
sanırsın yeniden çöl ve bedir
kör akşamların hışırtısını duyduğumda
artık hakkım yoktu
kimsenin otağında söz dökmeye
hile ve hevestim herkesin huzurunda
sim yeşili sularla örttüklerinde beni
uzak, mor bir örtüydü doğu’nun rüzgârında
duydum: herkes başkasının ateşiydi sonunda
böylece uzadıkça uzadı ardımda tüten akşam
geceye ellerini açanların sancısı sararken beni
ey hâlâ yollardan bir göz uman
ey kör, dedim
her nefes kafestir artık
her nefes kafes
beni senden soracaklar, şahit ol!
inandım: biriktirdiğim nal sesleri ezel
inandım: her şey ben gittikten sonra güzel
Kayıt Tarihi : 21.4.2003 23:21:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
hoca vardır.. öyle anlatmıştır ki.. siz defter kitap yüzü açmasanız bile su sel gibi ezberlemişsinizdir.. önünüzde tahta sırayı devirecek kadar iştiha ile parmak kaldırır.. hocam ben çöziiim noolur.. diye yalvar yakar o denklemi çözme istersiniz.. hoca vardır.. o size kalk dese bile kalkma istemezsiniz çünkü.. anlattığından bir şey anlamamışsınızdır.. o papağan gibi tekrar etmiştir.. ezberlediği aynı şeyleri.. ilginizi çekecek o konuya sizi meylettirecek farklı örnekler gösteremez..
şiir de de kısır döngü olduğu muhakkak.. yeşilçam nasıl bir dönem zengin kız fakir oğlan filmi dışına çıkılamadı.. şiirimiz de de kırk yıldır aynı tema.. hayatın mevcut acıları.. bu acı sebeb kıvranan insanımızın sancıları.. baş ağrıları.. biteviye bıkmadan usanmadan.. ben merkezli dönen şiirimiz içinde.. sevgiliye duyulan özlem.. ben senin kulağını sevdim.. ben sende.. saç duruşunu sevdim.. sen beni terkettin kendini özlettin.. tür şiir olduğu yadsınamaz.. bu sebeb.. en azından.. yorum da beğenmesek bile.. geçmişin güzel örnekleri ile.. bilinç altına bak görüyormusun o da terkedilmiş ama senin gibi kuru yavan söylemiyor.. ana fikrini enjekte eder.. gizli bir yergi yapmalı..
şairliğe öykünen birinin daha başlangıçta acun ılıcalı ayar şevkini kırmamalı diye düşünüyorum.. çünkü gerçekte.. adam sağ ideoloji benimsemiş ama ahmet kaya dinler nazım hikmet okur sol zihniyetlidir ama.. nihat atsıza hayrandır.. yani şiiri onun dünyevi görüşünden ayrı tutmalı gibi düşünüyorum.. yanılıyormuyum.. bu şairin dağa çıkma özlemleri dile getirdiğini söylemeniz çok usta şair olsa bile.. sanatı müstesna.. benim onun kişiliğine saygı duyuşumu engeller.. çünkü ben memleketim ve memleket şiirini severim..
onun dışındaki başka bir ülkenin çok usta şairin çok iyi bir şiiridir benim nazarım da..
ama bu demek değildir ki.. ona kişiliği becerisi ile saygı duyanlar olmaz.. şiirin sanatın kötü yönüde bu bence.. adam sövüyor sayıyorca.. filimlerinde kötü Türk subaylar.. gidiyor.. orada o halka eziyet ediyor.. ve en iyi artis diye gösterilebiliyor.. işte zevki rengi tartışılmaz da.. ne biliim.. güzel olan kafa yormak.. gerçek güzellik nedire bence.. bu bu çok güzel..
neden niçin yarattığından mesul olmayan hak..
..karanlıkları ile aydınlıklarını ayırmak istedi.. karanlıklarına gayrım.. aydınlıklarına nurum demek istedi..
rivayet muhtelif.. hakikat bir.. şiir ya iyidir.. yada kötü..
iyi bulan.. iyi tarafları.. kötü bulan.. kötü tarafları ile şiiri aydınlatmakla mükellef.. yoksa ben burda övmüşüm şairin başı göğe değmez.. berisi gelmiş vurmuş yerden yere.. çokta tın yani yazan açısından..
yerden yere vuran da.. daha iyi şiir yazması için vuruyor..
güzel diyen de ona şevk verip bir başkasını vücuda getirip.. belki daha güzel yazma şansını yakalar umudunu taşıyıp muhafaza ediyor.... bir devlet büyüğümüzün dediği gibi.. bu edebiyat için kalem tutanda bizdendir kağıt yırtanda.. gerisi fasa fiso bence.. ama ısrarla kötü yazmakta ısrar edilir.. buna mukabil hep kötü dediklerimiz okunur.. kötü beceriksiz dediklerimiz el üstü tutulursa.. bizde de arıza olabilir.. pazara sürsek akılı herkes kendi aklını.. kendi bakış tarzını beğenir.. ama karşı tarafa da empati ile bakmalı.. huzuru bozmak şiiri bütünü ile alaşağı etmek için yazmadı ya neticede.. belki biz dilini anlamıyoruz.. dünyanın en güzel şiirini getir ama alaman aman fransız en iyi şiir ne anlarız burda.. o sebeb şairin kriptoları çözmek icap edebilir.. hoş ben tekrar tekrar okudum.. akıcılık yok.. etki yapmadı bünyede.. ama manidar olabilir yani mümkün bu.. en azından eh idare eder denilmeli.. ne İsa ne Musaya.. nezaket gereği..
Ya da bize Peygamber efendimizden nakledilen sınırlı sayıda Kutsi Hadis vardır.Onlar Cenab-ı Allah'ın sözleri ve buyrukları diye nitelendirilebilir.
ya ülke malı şairler olacaklar ya da tarihin çöplüğüne defolup gidecekler..
adam olmayanın kimliği olsa ne yazar!
TÜM YORUMLAR (28)