Katarakt 1
Bu gün Pazar. Evdeyim. Sanki diğer günlerden bir farkı var. Yok, yok ama iş hayatının verdiği bir alışkanlıktan olacak seviyorum pazarları. Bu gün benim tatil günüm. Diğer günlerden hiç farlı yok ama öyle hissediyorum işte.
Yarın ne yapabilirim diye düşündüm. Havalar soğuk. Sadece alışveriş için markete gitmekten başka bir şey yaptığım yok. Bir de sigaram bittiği zaman mecburen çıkmak zorundayım.
Bankadan mesaj geldi. Uğramam lazımmış.
Elde var bir.
Önce bankaya uğramam lazım. Saçımın boyası gelmiş. Rengi açık olunca pek göze batmıyor beyazlar ama koyu olunca 3 haftada boya beni diyorlar.
Elde var iki.
Yatırılacak fatura var mı diye düşündüm. Hazır çıkmışken hepsini bitireyim. Otomatik ödemede oldukları aklıma geldi. İyi dedim. Bundan kurtulduk.
Bu gün Pazar. Evde yapılacak birkaç iş var. Önce mutfağa gittim, tezgâhtaki bulaşıkları makineye yerleştirdim. Kahvemi yaptım, içine bolca da Baileys (Beylis) koydum. Böyle olunca da kahvenin tadı daha güzel oluyor. Yatağımı topladım. Dün akşam tezgâhta duran tencerenin cam kapağı elim takılarak yere düştü ve her taraf cam kırığı oldu. Büyük parçaları toplamıştım. Elektrik süpürgesiyle sağı solu iyice süpürdüm. Torunlar gelirse ayaklarına batmasın.
İşler bitti. Yemek dert değil. Tek başıma yaşadığım için o an canım ne istiyorsa onu yapıyorum. Amaç karın doyurmak değil mi?
Salonda oturuyorum. Bilgisayarda birkaç web sayfasını dolaştım, facebook’ta oyun oynadım. Beş tane hesap açmıştım. Hepsi de 765 te takıldı kaldı. Bir türlü açılmıyor. Akşam da okey oynadım. Orda da hep yenildim. Bir gün böyle geçti işte. Yatak odamın televizyonunu açtım, klimayı çalıştırdım ve yattım.
Bugün Pazartesi.
19 Ocak 2015
Dünden planladığım işlerimi yapmam lazım.
Bir dizi var kanal D de. Onu seyretmeden dışarı çıkmam. Alın Yazım. Zavallı Asya’nın başına gelmedik kalmadı. Ne biçim senaryo yazıyorlar? Kimsenin öğrenmemesi gereken şeyleri bir birleriyle konuşurken mutlaka biri çıkıp geliyor ve duyuyor.
Eh ama. Arada bir başka bahane bulsunlar. Bu kadar da çocuk işi olmaz ya. Hadi bir defa oldu, ikinciye de amenna eh be kardeşim dizi baştan sona ayni bahanelerle ilerliyor. Başka bir şey gelmiyor mu aklınıza. Sanki çocuk kandırıyorlar. Oturup senaryo mu yazsam acaba? Yok ya… Herkes bildiği işi yapsın.
Dizi bitti. Saat on birde dışarı çıktım. Önce bankaya gittim.
Bankada da işimi bitirince sitenin 2. Etabın altında kuaför var. Zaten bütün bunlar 2 dakikalık mesafe içinde. Kuaförün orda olduğunu biliyorum. İki kere bütün dükkânların önünden geçtim, kuaför yok. Daha yeni taşınmıştı diğer gittiğim yerden. Demek ki burdan da taşındı diye düşündüm.
Şimdi eve gitsem ne yapacağım. Biraz da çarşıyı dolaşayım dedim. Biraz ilerledim Hemen sağımda Avrupa Göz Hastanesi var. Sık sık gider gözlerimi muayene ettiririm. Son gittiğimde Dr. katarakt başlangıcı var ama daha erken. Birkaç ay sonra tekrar gelin demişti. Gözlük numaram değişmiş. Bir gözlük ve cam için reçete yazmıştı. Hastanenin önüne gelince o geldi aklıma. Hazır buraya kadar geldim (evle arası en fazla 5 dakika) hadi bir gireyim dedim.
Girdim.
Buyurun dedi orda çalışan eleman kızlar.
-Muayene olacağım.
-Nüfus cüzdanınız lütfen.
-TC numaramı söyleyebilirim.
-Hanımefendi nüfus cüzdanınızı verir misiniz?
-Benim nüfus cüzdanım yok. TC numaram şu dedim, söyledim. Sisteme girdiler. Kaydımı buldular.
-Buyurun Nurten Hanım. Ne için gelmiştiniz?
-Muayene olacağım.
-Siz şöyle bir oturun, biz siz çağıracağız.
İki dakika sonra adımı anons ettiler, veznenin hemen arkasında bir odada gözlerimi muayene etti gençten bir kız.
-Çenenizi buraya, alnınızı da yukarıya iyice dayayın. Kıpırdamayın. Gözlerinizle ışığı takip edin gibi komutlardan sonra iki veya üç kere gördüklerini kayıt ettikten sonra:
-Şimdi kalkabilirsiniz. Siz dışarıda oturun, bekleyin. Bizi sizi çağıracağız, dedi.
Hastane girişindeki bekleme salonunda adım çağrılıncaya kadar bekledim. Sağdaki soldaki hastalarla konuştum. Sanki kırk yıl tanışıyormuşuz gibi. Dertler ortak olunca konu bulmak da zor olmuyor.
Adım söylendi. Hemşirenin biri:
-Benimle gelir misiniz? Dedi.
Asansöre bindik 1. Kattaki göz doktorunun odasına gittik.
Doktor gençten, güler yüzlü, sempatik bir delikanlı.
- Şöyle bir oturun bakalım. Şikâyetiniz neydi?
-Doktor bey ben daha önce de gelmiştim size, göz kapaklarımla ilgili. Siz de bana bunların alınması gerektiğini söylemiştiniz. Baş ağrısı yapar demiştiniz. Onun için geldim.
-Hele önce gözlerinizi bir muayene edelim.
Yine çenemi ve alnımı gerektiği gibi aletin içine yerleştirdim. Önce kırmızı ışığa baktım göz kırpmadan sonra yeşiline.
-Kataraktınız gelmiş. Alınması lazım.
Katarak hiç aklımda değil. Gözkapakları kalmış aklımda.
-Ne yapmamız lazım?
-Acil ameliyat.
-Ne zaman?
-Gelmişken bugün hemen alalım. Şimdi alırsak lazerle yapacağız ameliyatı, hiç ağrı hissetmeyeceksiniz ama eğer 2-3 ay sonra gelirseniz bıçakla kesmek zorunda kalırız. Sizin için daha zor olur.
-Pekiyi o zaman. Hazır gelmişken bu işi de çıkaralım aradan.
Hemşireye seslendi.
1. kat, 2. kat, 3. kat dolaştırdı, durdu. Bazı evraklar imzaladım. Ameliyat ücretsizmiş sadece mercek ücreti ödeyecekmişim.
-Vezneye gideceksiniz, dedi. Vezne zemin Katta. Lens ücretini yatıracaksınız.
Üç çeşit lens varmış. Birincisi 100 TL. Türk malıymış. İkincisi 250 TL Üçüncüsü 500 TL. Diğerleri başka ülkelerden mi geliyormuş ne. Eğer ayni işi görüyorsa neden Türkiye yurt ışından getirtiyor bunları diye sordum. Kızlar, biz anlamayız dediler. Göz bu şakaya gelmez ki! Önce Türk malı olanı alayım dedim ama içime bir pire düştü. Devlet demek ki kendi ürettiği malzemeye güvenmiyor da ithale mi başvuruyor diye düşündüm. 250 TL. Olanından aldım. İyi mi ettim kötü mü? Doktora sormayı da unuttum. İlk fırsatta soracağım ama. Ödemeyi yaptıktan sonra tekrar 3. kata çıktık.
Gözüme damla damlattılar. Gözbebeğini büyütüyormuş. Şimdi burada oturun, arkadaşlar sizi hazırlayacak dediler.
Burası büyükçe bir oda. L şeklinde sandalyeler sıralanmış pencerelerin olduğu cepheye. Kapı girişine yakın bir yerde sekreter masası var. Kapının tam karşısında köşede bir paravanla çevrilmiş bir bölme var. Yanında eşya dolapları. Ameliyat olacaklar burada toplanıyorlar. İsmi okunan, köşedeki paravanın içinde bekleyen görevlinin yanına gidiyor. Üstünü değiştiriyor.
Bu arada ameliyat olma kararı alınca hemen Ferhan’ı aradım. Ferhan gelinim olur. Durumu anlattım, gelir misin dedim. Yalnız kalmaktan korktum. Başıma bir hal gelse kim kimi arayacak? Beş dakika içinde geldi. Katlar arasında o da bizimle dolaşıyor.
Sıra bana geldi. Paravanın arkasına çağrıldım. Ayakkabılar çıktı, plastik galoşlar, mavi terlikler giyildi. Mavi yumuşak kâğıttan önlük verdiler. "Hırka ve kazağınız varsa çıkarın ve bunu giyin." Dediler. Üstümüzden çıkanları da yandaki dolaplara koyduk. Başımıza da mavi bir bere taktılar. Tüm saçları içine sıkıştırdığımız. Ameliyata hazırlanma buymuş. Tekrar oturduğum sandalyeye gittim oturdum. Benden sonra bir bey girdi, o da ayni şekilde üstünü değiştirdi. Çıkarken baktım onun mavi önlüğü benimkinden daha güzel.
-Sizin önlüğünüz neden daha güzel? Düğmeleri bile var. Üstelik de kumaş. (Bize verilen önlüğün ön tarafındaki iki bölüm üst üste getirilerek, belinden bir kuşakla bağlanıyor ve malzemesi kâğıttı) Bunları sadece hava birazcık yumuşasın diye şaka anlamında söylemiştim.
İster istemez demek ki ameliyat stresi herkesin sinirlerini bozmuş, bir kahkahadır koptu odada. Karşımda oturan bir bey yanındaki hanıma beni göstererek "Bu hanım ne kadar insanlarla barışık, geldiğinden beri herkesle konuşuyor ve çok neşeli." dedi. Hoşuma gitmedi de değil hani. Ortam hiç olmazsa birazcık ısınmıştı.
Ameliyat sırası geleni hemşireler alıp ameliyathaneye götürüyorlar..
Sıra bana geldi. Asansörle 4. en üst kata çıktık. Kocaman kırmızı renkli AMELİYATHANE yazılı kapının önünde biraz oturduktan sonra içeri alındım. Girmeden önce mavi terlikleri oradaki beyaz terliklerle değiştirdiler.
En son 17 sene önce girmiştim böyle kapısı yazılı bir odaya. Onu da anlatırım. O da başka bir serüven.
Önce etrafı şöyle bir gözden geçirdim. Duvar diplerinde birkaç masa, ortada hastanın yatacağı bir ameliyat masası, başucunda lambalar.
-Şuraya yatar mısınız? Dedi doktor. Yattım. Elim ayağım titremeye başladı. Ben hiç sırtüstü yatamam ki! Aldı mı beni bir panik. ‘
-Sakin olun, korkacak bir şey yok. On dakikalık bir şey zaten. Dedi doktor.
Dedi de 2,5 sene önce bir başka doktor benden beyin tomografisi istemişti. O geldi aklıma. Bunu da anlatırım bir ara. Unutmazsam tabi.
Sakin olmaya çalışıyorum. Yüzüme bir mavi örtü örttüler. Ameliyat olacak gözün üstüne gelen kısmı kestiler. Durmadan sıvı bir şeyler döküyorlar gözüme. Ben ameliyattan falan vazgeçtim. Nefes alamıyorum.
-Doktor boğuluyorum lütfen nefes alacak kadar bir delik açın şu örtüde.
Ağzımın üstüne gelen bir yerden kestiler. Hava girince rahatladım. Sakinleştim.
Bir şeyler oluyor gözümde. Görüyorum. Önce gözün üst tabakasını alttan yuvarlak bir şekilde kestiler, kesilen kısmı üst tarafa katladılar. Bir alette gözün üstüne geldiler, orada toplanan tortu gibi bir şeyleri bir tarafa topladılar bir başka aletle de o tortuları elektrik süpürgesi gibi emerek çektiler. Bir cımbız gördüm, ucunda lens. Onu yerleştirdiler gözbebeğin üstüne. En sonunda da o yukarı katladıkları katı tekrar yerine oturttular. İçimden, bildiğim tüm duaları da okumaya devam ediyorum.
Bir şeyler sordular, ya da bana öyle geldi. Başladım konuşmaya. Konuşurken fark ettim ki dilim dönmüyor. Uyuşmuş.
-Ben mimarım, dediğimi hatırlıyorum. Tıp fakültesini de kazandım ama gidemedim.
-Neden gidemedin, diye sordu doktor.
-Kayıt yaptıracak 100 liram yoktu, dedim. Doktor sustu, başka bir şey de sormadı.
Sonra da bu söylediklerime pişman oldum. Benim özelimden onlara neydi? Sustum. Acaba özellikle mi beni konuşturdular. Bilmiyorum. Ameliyat olan gözümü bantladılar. Biraz sonra:
-Geçmiş olsun. Hadi kalkalım şimdi. Ameliyatınız bitti.
Hiç bir ağrı sızı duymadım. Duyduğum en güzel ses de doktorun bu "bitti" sözü oldu. Onların on dakikalık iş dedikleri ameliyat bana sanki on saat gibi geldi.
Kalktım, doktora bir sarıldım, teşekkür ettim. Aşağıya indik. İki sarı hap verdiler. Dört saatte bir alacakmışım.
Sonraki gün kontrole gittim. Gözümdeki bandajı çıkardılar. Muayene ettiler. İki çeşit damla verdiler. Saat başı birer damla koyacakmışım.
Benimle gelen diğer hastalara:
-Siz Cumartesi günü tekrar geleceksiniz.
Bana:
-Sizi Perşembe günü bu saatlerde yine bekliyoruz…
Pekiyi anlamında başımı salladım, teşekkür edip eve döndüm.
22.01.2015 Perşembe
Nurten Altınok
Nurten AltınokKayıt Tarihi : 7.4.2016 01:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!