“Gözlerinin içindeyim bu cemre!”
Yağmuru gördüm, en sıcaklığıyla.
Uçsuz bucaksız dizilişleriyle…
Islandım…
“Nemli topraklar buldum…
Üzerinde yürüdüm…
Ilıman bir iklim koynunda yürür gibi…
Yalınayak yürüdüm…”
Toprak kokusunu soludum içime…
Ardından sonbahara doğru yöneldim.
Kahverengi yaprakları döktürdüm kavak ağaçlarından…
Yüreğinin seslenişlerine şahit olur gibi, yürümeye devam
ettim…
Mevsimlerin sıra sıra dizildiği, her anın birbiri ardına geride
kalanı özlediği bir şehrin ortasında yalınayak yürümeye
devam ettim…
Burada rüzgâr sıcak eser kuzum…
Yüzünü savur bana.
Boynunu çevir sonbahara…
El ele tutuşan sincaplar ağaç kovuklarında…
Burada hayat hep mavidir…
Bazen gökyüzü mavidir…
Gece de mavidir…
Gündüz de…
Fark eden azdır kuzum…
Baktın mı gökyüzüne dikkatli?
Neden hep zifiri karanlığı görür insan…
Gecenin mavisi de bizim için gelmez mi buralara?
Koyu mavi, evet…
Çok koyu ama değil mi?
Siyah ben olayım o zaman, mavi sen ol…
Sen hep güzel yaşa oralarda…
Bazen denizler mavidir…
Hatta kumsallar da…
“Yüreğinin en ücra köşelerinde bile rüzgâr sıcak eser
kuzum…
Yüksekten gözlerin bana gülümser.
Öyle gülümser ki, hasretlerim uzaklardan koşa koşa
gelir…”
Burada rüzgâr sıcak eser kuzum…
Arka caddede, kaldırım kenarlarında roman kadınlar karanfil
satar…
Kaç para verirsen ver.
Cömerttir, gönlü geniştir onların…
Üç kuruşa alacağın bir karanfil, o sana üç tane verir…
Burada zenginlik, bolluk vardır…
Bereket vardır…
“Burada rüzgâr sıcak eser…
Sen iste yeter, ziyadesiyle her şeyi sunar bu mavera…
Sen yeter ki gözlerini kapatma…”
“Ben maviyi gördüğümden beri, kahverengiye hayran
kaldım kuzum…”
Maviyi görmek için havaya, suya bakanlardan değilim…
Daha ötesinde hayatın, mavi…
Daha ötesinde…
“Gözlerine yazıldı bu şiir…
Suya dokunan bir yürekle okumalı…”
Tüm yalnızların intikamını da almalı…
Zindan kokusu gelir şimdi, yanık gül esintisi diyelim ona…
Yolcular beklenmez ya da gelen gelir aldırış edilmez…
“Geç kalınmıştır bir kere istasyona.
Selam edelim devam eden yolculara…
Zindan dedim ya, akla gelen çiledir hemen.
İyi okumalı orayı…”
“Gözlerine yazıldı bu şiir, bir mavinin…
Sussam anlatamam, anlatıldı hep gelişi güzel satırlarla…
İhtiyar duyguları harmanladılar, aldırış etme…
En iyisi ben anlatayım, sen dinle maviyi…”
Uykularım bana neden küstü bilemezsin…
Dalarsam maviden uzak kalırım.
En güzel sonsuzluk o renk, o açık kahverengi derin boşluk
bana…
Nasıl anlatayım kuzum?
Kimse bakmamış…
Kimse görmemiş maviyi burada…
Yüküm ağır…
Doğrusu, anlatmak değil hevesim.
Daha fazla yaşamak, daha derininde o denizin…
Belki de aşk, bir yoklukta güzel…
Belki de aşk o dertte gizli.
Derinde…
Ben bu sokaklarda gezerken aşkı görüyorum.
Sen gözlerini kapatma yeter…
Denizleri yakan bir ateşten bahsediyorum…
Sevda ırmağından bir damla çalayım, muradım bu…
Kuş olup uçsam bağında, bostanında…
Ne varsa çamtamda savursam senden gayrı…
“Bakmak ve görmek arasındaki fark, senin gözlerinde
kuzum…”
Yaşamak ve ölmek arasındaki fark ise benim uykuya dalışımda…
Beyaz güvercinler haber getirir bana.
Patika yollardan geçerek…
Ve papatyaların üstünden süzülerek…
Çekirgelerin lehçesinden biraz bahsederek…
Her nefeste biraz gül, biraz da karanfil kokusudur ruhumu boğan…
Burada rüzgâr sıcak eser kuzum…
Daldığın derinlerden, karıncaların ekmek dansını izlersin…
Dost kelebeklerin son kanat çırpma resitallerine şahit
olursun…
Bu kapı hep açık…
Rüzgâr perdeyi araladığında bulutları görürsün…
Tepeden tırnağa masmavi bir yolculuk…
Uçsuz bucaksız bir gök burası…
Kimi bir haber bekler, kimiyse bu anka kuşu kanadıyla dolu
boşlukta hayalleriyle yüzer…
“Türkülerini söyleyen göçebe kuşlar da var.
Hepsi bir töre bırakır bu kahverengi deniz boşluğuna…
Maviye doğru gider tüm sakinlerin bıraktığı bu izler…”
Yürüyorum…
Ardımda bıraktım yalın, sığ yalnızlıkları.
Onlar artık çok geride.
Anlatacak çok şeyim var.
Hele bir dost, düşman kim bileyim…
Bu yürek ortasına bir yer edeyim…
Kalbim henüz sert çarpma alışkanlığından kurtulamadı…
“Maviyi tanımak!?
Bedeli ağır aslında…
Öyle bir şiirin, birkaç satır arasına yavaşça serpiştirerek
anlatılmaz mavi.”
Ömür alır mavi, ömür çizer…
Yosun kokulu teknelerin arasından rızkını arayan balıkçının
mesaisine de benzer…
Hikâyenin sonu genelde aynı olur.
Bedeli ağır olur yalnızlığın.
Bu kadar derinde yüzmek, yürek ortasında…
Okyanus sırtında gezinmek…
“Ah kuzum…
Bedeli ağır bu kahverengi, açık cennet rengi boşluk içinde
yaşamanın…
Bedeli ağır bu korkusuz beyaz güvercinlerin memleketinde
uçmanın…
Bir mağara nöbetçisi örümceğin memleketinde olmanın
bedeli ağır kuzum…”
Söyle bakalım şimdi; serenad yapma zamanı sende değil mi?
Yoksa sırrın sessizliğinde mi gizli senin…
Ben ardımda kimseyi koymadım.
Dilim kurusa da haykıracağım sana, yüreğine…
“Sen, sultanların gıpta ile baktığı, karanfillerin bile üzerine
titrediği Vildanların şahı!”
“Geceye, gündüze, suya ve yeşile anlattım seni…
Şimdi hayran sana kuzum, denizdeki dalga ve bahçemdeki
güneş…”
Toprağa ektiğim cennetlerin içinden bir tutam getireyim,
kendin gör.
Sana baktım, ona baktım…
Yağmura baktım…
"Siz, en güzel kavuşmaydınız, ibret alınası…"
“Seni bildim bileli istemedim başka deniz, başka yağmur…
Unutma, seni sevmek güneşe dokunmaya benzer…”
Belki yazılmaz bu kadarı…
Ay’a seyahat, seni düşünmek…
Bahara merhaba demek…
Ve göç mevsimi rotayı güneşe çevirmek…
Tüm dostların bilir beni…
Mavi gök, bahar, kırlangıçlar…
Sırrıma erişen bir kahverengi gözlerin…
Bana da dert, sana da dert kahverengi gözlerin…
Suya ve ateşe benzer…
Bir demdir…
Esrarı mavide gizli…
En derinde…
Mavinin en koyu kıvamında…
Burada rüzgâr sıcak eser…
Ninnilerle uyutulur şehirler…
Sevdayla beslenir vakitler…
Geçti benim cemrem…
Gitme zamanı gözlerinden…
Sonraki sefere gemilerimle gelirim…
Kayıt Tarihi : 19.5.2018 12:05:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
MAKAM-I AŞK KİTABINDAN... BİR ÇİFT KAHVERENGİ GÖZ HİKAYESİ...

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!