Gözlerimi açamadım bu sabah, başucumda bulunan cep telefonuma ulaştım. Sabahın köründe deli gibi çalıyordu. Bu vakitte kim? Hiç saygıları yok mu bu insanların diye geçirdim içinden. Tek gözümü açtım ekrandaki yazıyı görmek istedim. Cep telefonu karanlıkta yanıp sönüyordu. Pazartesi sabahı olmuştu. Dün gece kurduğum saat beni sıcak yatağından kaldırıyordu. Arayan kimse yoktu. Tuşlara bir kaç kez basıp, kafamı yastığın altına koydum, yorganı üstüme çektim, cep telefonuma sırtımı dönüp gözlerimi sıkıca kapadım.ama beni bekleyen bir işim vardı Kartaldan Ataşehire doğru.
Yine bir iğrenç hafta başıydı. Bir kaç dakika yatakta durduktan sonra aniden kalktım. Ümitsiz ve yorgun omuzlarla banyoda yüzünü yıkadım, elbise dolabından en temiz gömleğini seçtim. Ütüleyip ütülememe konusunda kararsız kaldım ve üütye uzandım gelişigüzel ütüledim. Sonra kravatımı taktım, yerdeki
Sahne giysilerim nerdeyse tamamdı. Ellerim yüzüme gitti, sakallarım ellerime batacak kadar uzamışlardı. Ceketimi çıkardım, kravatımı gevşettim, köpüğü hızlıca yüzüme sürdüm, dikkatsizce traş oldum. Acele ile ceketimi elime aldım, bağı çözülmemiş kahverengi ayakkabılarımı çekecek ile giydim, anahtarı üst üste iki kere çevirip kapıdan asansöre doğru yürüdüm. Pazartesi sabahı beni bekleyenlere doğru
Cep telefonundan saatimi kontrol ettim. Dolmuş kısa süre sonra geldi ve somurtkan yüzlerle dolu kapısı açıldı. Kimse birbiryle konuşmuyor Pazartesi sabahının keyif dolu hüznünü yaşıyorlardı. Tüm yolcuların yüzünden düşen bin parçaydı. İçerde radyondan haber özetleri duyuluyordu. Tüm gözler birbirinden kaçarcasına pencerelerden dışarı bakıyordu.
Yeni bir hafta daha başlamıştı. Bilmem kaçıncı hafta. Hiç biri birbirinden farklı değildi. Büyük bir daire. Pazartesi günleri hüzünlü Cuma günleri sevinçli. Tatilde işi biraz özler gibi oluyor, ofise geldiğinde yine o kapalı mekan içinde sıkıntılar yaratıyordu. Tüm çalışanların yüzünde sahnede takındıkları maskeler vardı.
İş yerinde yükselmek için büyük bir politika ustası olmak gerekliydi. Çalıştığı izlenimini vermek diğerlerin önünde olduğunu bir üstüne kanıtlaması gerekliydi. Yıllar bu oyunlarla geçmişti. Geleceği yer belliydi. Aslında bu işi severek seçmemişti ama başka seçenek önüne gelmemişti. O da aramak eziyetine girmemişti. Artık belli bir düzenim vardı. Hayallerim için şimdiye kadar olanları bir çırpıda yok edemezdimki. Sonuç olarak bir bölümün satış sorumlusuydum. Kartvizitim çok gösterişliydi. Üniversite beraber okuduğum bir çok arkadaşım ile karşılaştığımda rahatlıkla hepsine bu küçük karton parçalarını verebiliyordum. Bu buluşmalarda pozisyonumu ve işinmi sanki çok seviyormuşçasına anlatıyordum. Bir statüm vardı. Bir de maaşı tabi. Kredi kartı borçlarıda. Yeni aldığım evin borcuda Tüm bunlar bir anda küçük bir fikir için bırakılamazdı. Geleceği meçhul bir basit, hayalden öte olmayan bir küçük fikir.?
İşinden ayrılan bir çok arkadaşımı gördüm. Bıraktıkları mevkiye tekrar gelmek için sonra çok eziyet çekiyorlardı. Yaptıkları zıpır işler toplumda pek de ciddiye alınmıyordu. Hele bu internet zırvası yeni işlerin ne olacağı belli bile değildi. Tüm sistemini bozmaya değmezdi. Kapasitemin çok az bir kısmını kullanıyordum. Bütün hafta tatil günlerini iple çekiyorum, işleri hızlıca geçiştirmeye çalışıyordum. Emekli olduğunda yapacağı işlerin hayalini kuruyor en yakınlarıma bunları anlatıyordum. Benim çözeceğim bir sorun değildi benim dışımda herkes bu şekilde çalışıyordu. Sistem bir kere böyle kurulmuştu. Bana göre kimse işini sevmiyordu ki.
Dolmuşun camından bakarken içinden bunları geçirdim. Bu fikirler ilk defa aklıma gelmiyordu ki. Her sabah nerdeyse aynı düşünceler geçiyordu aklımdan. Minibüs şoförüne Kozyatığına gelince müsait yerde diye bağırdım durdu ve içinden birkaç kişi indi ve onlarda sağa sola doğru yürümeye başladılar. Kurulu oyuncaklar gibi. Bir kısmı simit, poğaça almak için pastahanelere doğru dağıldılar. Hiç bir sabah istediği gibi kahvaltı edemiyordu benim gibiler diye düşündüm.
Plazaya geldim Asansörde keskin sessizlik devam etti. Gözler birbirinden kaçırıldı. Sahte kısa gülüşler havaya saçıldı. Bir hafta daha böyle başlıyordu. Bilmem kaçıncı iğrenç hafta.
Masama geçmeden önce ofisin bulunduğu kattaki mutfağa gittim. Dolaptaki renkli iki yıl önce Bahar gibi içimi kıpırdatan? kupamı aldım. Üstünde ters dönmüş bir damacana bulunan garip aletten sıcak su doldurdum. Kavanozun dibinde kalan kahveyi üstüne boca ettim. Birazda beyazlatıcı ve şeker attım. Sıcak su içinde eriyecek olan ince plastik bir kaşık ile bu üçlüyü karıştırdım. Herhalde Pazartesi günün en zevkli işi bu kahve hazırlama uğraşıydı. Kupa içindeki hazır kahve töreni bitmişti ki sevimli bir “günaydın” sesi duydum.
- “İyi haftalar hocam. Nasılsın hafta sonun nasıl geçti? Neler yaptınız anlat bakalım” dedi
- “Nolsun aynı Cumartesi akşamı Pendik, Pazar sabahı açık büfe kahvaltı olayı sonra sinema ve tekrar burası”
- “Çok güzel nereye gittiniz kahvaltı için? Hangi film? ”
Bu sohbet uzuyaca benziyordu. Kısa kesmek için;
- “Aynı hocam ya geçen haftakiler, filmde yeni gelenlerden birisiydi beğenmedim adını bile hatırlayamıyorum açıkçası, bir eposta gönderecektim sonra konuşuruz tekrar” diyerek mutfağın kapısına doğru yöneldim
Elimde renkli sıcak kupam, plazanın sıcak yapay hava dolu koridorlarında ayaklarım istemeye istemeye masama geçtim. Bilgisayarımı açtım, şifresini tuşladı, Trabzonspor formalı resmim bana merhaba dedi kurumsal ağa girdim, eposta programıma tıkladım, kahveden bir yudum aldım ve ilk ileti gelen kutuma düştü.
Gönderen: xxxxx
Tarih: XXXXX
Kime: Düşün
Konu: Tavuklar ve Kartallar
Bu yazının internette birkaç farklı şeklini okudum. Yabancı kaynaklara göre bir kızılderili hikayesi, diğer yerlerde kaynak hiç belirtilmemiş. Tavuk suyuna çorba kitaplarından olacağını düşündüm ama esas yazara ulaşamadım. Neyse bu çok önemli değil zaten, siz aşağıdaki yazıyı sıkılmadan sonuna kadar okuyun.
Bir zamanlar, büyük bir dağın tepesinde bir kartal yuva yapmış. Bir süre sonra kartalın, dört adet yumurtası olmuş. Yumurtalar henüz kuluçka dönemlerindeyken dağda bir deprem olmuş. Kartalın yuvasındaki dört yumurtadan biri, depremin şiddetiyle yuvadan düşüp, dağın tepesinden yuvarlana yuvarlana vadideki bir çiftliğe dek ulaşmış. Bu çiftlik, bir tavuk çiftliğiymiş. Çiftlikteki tavuklar, kendi yumurtalarına pek benzemeyen bu değişik ve biraz da büyük yumurtayı sahiplenmek istemişler. Yaşlı bir tavuk, yumurtayı koruması altına almış ve öteki yumurtalardan çıkacak yavrulardan ayırmaksızın büyütmeye karar vermiş.
Günü dolup, zaman geldiğinde yumurtanın içindeki kartal yavrusu kabuğunu kırmış ve dünyaya gelmiş. Bir tavuk çiftliğinde bulunduğunu ve kendisinin de çevresindeki yüzlerce tavuğun arasında olduğunu görünce, kendini de tavuk sanmış ve çiftlikteki tavuklarla birlikte, oda bir tavuk gibi büyümeye başlamış. Yalnızca o, kendisini tavuk gibi görmekle kalmıyor, çiftlikteki tüm tavuklarda onu bir tavuk olarak görüyorlar ve ona bir tavuk muş gibi davranıyorlarmış. Zaman zaman içinden;
- “Ben çevremdeki tavuklara benzemiyorum... acaba ben kimim? “diye soruyormuş.
Ama, bu kuşkusunu bir türlü dile getiremiyormuş. Ne de olsa o da bir tavukmuş ve tavuk olduğunu da bilmeli, kabul etmeliymiş. Bir gün çiftlikte öteki tavuklarla birlikte oyun oynarken, yukarılardan birkaç kartalın özgürce uçtuklarını görmüş. Kendini tutamamış, yüreğinde bir anda oluşan coşkuyla haykırmış:
- “Aman Allah’ım, ne kadar güzel uçuyorlar. Bende onlar gibi uçmak istiyorum...”
Tavuklar, onun bu sözlerine hep birlikte gülmüşler.
- “Sen bir tavuksun ve şunu asla aklından çıkarma; tavuklar kartallar gibi uçamazlar.”
Küçük kartal, o günden sonra hemen her gün gökyüzüne bakıyor ve yukarılarda uçan kartal arıyormuş gözleriyle.... bir kartal gördüğünde ise çiftlikteki öteki tavukları unutuyor, gökteki kartal gözden kayboluncaya dek büyük bir hayranlıkla ve özlemle, onu izliyormuş. Sonra da tüm hayranlığını ve özlemini, kartal gördüğü her zaman olduğu gibi, hep aynı sözlerle dile getiriyormuş:
- “Ah tanrım, ne olur, ben de onlar gibi uçabilsem... bende onlar gibi özgürce kanat açabilsem göklerde....”
O böyle konuştukça, bu kez çevresindeki tüm tavuklarda her zaman söyledikleri sözleri bir kez daha, bir kez daha yineliyorlarmış:
- “Vazgeç düşlerinden... sen tavuksun ve hep tavuk olarak kalacaksın....”
Küçük kartal, çevresindeki tavukların her gün birkaç kez yineledikleri bu sözlerinden öylesine etkilenmiş ki.... sonunda bir kartal gibi göklerde özgürce kanat açmak düşünden vazgeçmiş ve yaşamını bir tavuk gibi sürdürmeyi kabul etmiş ve bir tavuk gibi sürdürdüğü yaşamının sonunda bir tavuk gibi ölmüş.
Epostayı bitirdiğimde olduğum yerde kala kaldım. Göndereni tanımadığım için kızgın bir cevap yazmaya hazırlanırken, bu tavuk hikayesi oldukça etkilemişti. Ama yine de cevap vermek için parmaklarım klavyenin tuşlarına uzandı.
Salim KabasakalKayıt Tarihi : 7.11.2005 09:10:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)