Şubat ayının son haftasıydı. Güneşli bir gün tüm güzelliğiyle nihayet gelmişti soğuk geçen uzun bir kışın sonunda. Karla kaplı köyün girişi ve ağaçların beyazımsı görüntüsü gizemli bir gölge oluşturuyordu. Bir çocuk sesi duyuldu birden kerpiçten yapılmış evlerin arka tarafında. Mavi gözlü, kıvırcık saçlı yanakları kış aylarının soğukluğundan kalma 11 yaşlarında şirin görünümlü bir çocuktu. İsmi ulvi olan bu tatlı çocuk geçen onca karlı günlerden sonra dışarıdaki kar birikintilerini atmakla uğraşıyordu. Onlar için yaşam beyaz bir kar esaretinden geriye kalan renkli bir kardelen çiçeğinin filizlenmesiydi. Onlar karsın kuzey tarafında ki dağ köylerinin birinde kalıyorlardı. Yaşam burada çok zorlu sayılırdı. Ama geçen her gün ulvi ve ailesi için yeni bir umuda doğru yol alışın başlangıcı sayılıyordu. Ulvinin babası burada ki her şeyi geride bırakıp yeni bir hayata adım atmanın peşindeydi. Nihayet kartsan çorluya uzanan bir umut yolculuğu başlamıştı bu dört kişilik aile için. Ulvinin mavi gözlerinde ki ışıltı geride kalan tüm karamsar günleri beklide hatrı sayılır bir anıda saklayacaktı. İşte umut yolculu bitmişti. Yeni bir düzen yeni insanlar ve yeni bir dünya ile karşılamışlardı artık bir kere. İki çocuğun okul masrafları ve de oturacak bir ev gerekiyordu. Köyden sadece sınırlı maddi imkânlarla gelen bu aile ne yapacaktı sınırı belirsiz bu hayat içinde. Ulvi küçük yaşta tüm bu zorlukları görmüştü o güzel gözleriyle. Bir ev tutular sonunda kıt bir parayla. Artık burada tutunmak bir ömür yaşamak gerekecekti onlar için. Önce çeşitli işler yapmaya azda olsa bir şeyler kazanmaya kalkışmışlardı küçücük dünyalarında. Çeşitli vazolar süs eşyaları satmayı denediler ama olmadı. Alan kimse yoktu ya da kimseleri. Bir şeyler satmaları gerekirdi bir şeyler kazanmaları için. Büyük şehir büyük sorumluluk demekti. Hazır para hazır ekmek hazır su demekti. Geldikleri yerde böyle bir kural yoktu. Onlar için herkes dost ve akrabaydı. Ekmeğin yoksa ekmek suyun yoksa su olurlardı. Ulvi mahalledeki çocuklarla azda olsa kaynaşmıştı. O küçüktü daha ama düşünceleri hayalleri o kadar büyüktü ki içinde kaybolmak mümkündü. Ulvi geçen her gün alışıyordu bu yeni hayata. İki yıl geçmişti aradan kartsan çorluya uzanan eller için. Ulvinin babası girdiği ilk işlerde maalesef başarısız olmuştu. Yaşamak için ölmeyecek kadar geçim sağlamaktı tüm bu zor şartlar altında tüm amaçları. Bir gün tüm bu kadersizliğin hâkim olduğu aile için umut doğacaktı. Elli yaşlarında kır ve beyaz saçlarıyla evin önüne gelen adam ulvinin babası Mustafa beyle bir şeyler konuştu. Konuşulan şey şuydu: adamın belli miktarda deposunda sakladığı pantolonları vardı. Ve bunu satmak için ulvinin babasını seçmişti. Ulvinin babası Mustafa Bey bu teklif karşısında çok sevinmişti. Belki de her şeye yeniden başlanılacaktı kamaşan gözlerle. Pantolonların satışı gerçekleşti. Her geçen gün biraz daha fazla satmaya başladılar. Hayat iyi kötü bu aile için geçiyordu. Ulvi 18 yaşında mavi gözlü bir delikanlı olmuştu. Kardeşi ise ona yaklaşan bir görünüme sahipti. Ulvi inanılma bir yeteneğe sahipti. Yeteneği gizili ve farklıydı yaşamış olduğu her şey ona bunu bahşetmişti. Tekirdağ üniversite turizm ve otel işletmeciliği meslek yüksek okulunu kazanana ulvi kendi ideolojisini yansıtmayı ve sahiplenmeyi çok iyi başarmıştı. Ailesi ulvinin tün bu özelliklerinden dolayı son derece mutluydu. Ancak kahpe insanların faşist düşünceleri ulviyi incitmiş okuldan soğutmuştu yıllar ardı sıra geçiyordu her şeye rağmen.yıldızlar şiir söyler güneşi öperdi usulca..çorlunun orta yerinde bir evin üstünde melekler dans eder hep birlikte şarkı söylerdi.geçim sıkıntısı azda olsa bitmiş ve yabancı diyara alışılmıştı bir kere.Mustafa amca güvenirliğiyle,saygısıyla insanlara kendisini sevdirmeyi başarmıştı.artık iş sahibiydi ve iş sahibi yapıyordu.dudakları eskisinden daha neşeli açılıp kapanıyordu.gözlerinde parlayan gir ışığın yansımaları saçılıyordu neşeyle her bir yere.artık tüm sorumluluğunu yerine getirmişti.tek dayanağı olan ailesini ayakta tutmayı kimseye muhtaç etmemeyi başarmıştı.günler geçiyordu.ulvi girdiği sınavla Atatürk üniversitesi beden eğitimi öğretmenliğini kazanmıştı.gideceği yer olan Erzurum geldiği yer olan karsa çok yakındı.çocukluğunun başlangıç noktası sayılan bu kentin kokusu esiyordu doğudan.artık bir şeylerin farkına varan ulvi ayaklarının üzerine sağlam basmayı öğrenmişti.Kars’tan başlayıp çorluya kadar uzanan bir umut yolculuğunun yolcuları hiç tükenmeyen bir anıyı geride bırakmıştı Mavi gözlü çocuk yeni bir okul ve arkadaşlık çevresi edinmişti.kim bilebilir kaç şiir yazacaktı yaşayacağı ve yaşadığı her şey için..bunu zaman gösterecekti.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
erdalcım eline sağlık.... bunu senin sesinden dinlemiştim. burda görmek sevindirdi beni....
bir çocugun hikayesi içten inançlı ve gerçeğin hiç bu kadar saf bir şekilde işlenmediği bir hikaye.bunu yazdığım için şimdi çok mutluyum..
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta