Karmaşık Düşünceler Sağanağı

Muharrem Araz
106

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Karmaşık Düşünceler Sağanağı

Üzerinde boğazın, her boy tekneler, gemiler, eğlenceye el tutmuş, eğlenecek şehir yenileri.
Diyor ki: Oysa ben bir küçük kayığım her limana sığarım. Zorladıkça zorlanan kapılardan da girerim. Acaba böyle mi? Ya kapılar sana duvarsa, ya liman da yüksek tonajlı gemiler bağlı ise, belki de vize almamışsındır canım demezler mi adama. Deniz atarmış derler ya kendinden olmayanı, ne yazık hala ısrar edilir mi su üzerinde yürümeye.

Köprünün sürekli değişen ışıkları, değiştikçe renkleri, bir de salınışı nazlı bir kadın edasında. Sol şerit çok yavaş, herkes sağa geçiyor. Dörtlüleri yakmış, aracın başında bir adam kulağında cep telefonu bir şeyler konuşuyor. İster misin şimdi arkadan gelenlerden birisi yanında durup, kavrayıp atlasana ulan, neden trafiği kestin diye bağırır mı yoksa. Ya da başka bir adam cinnetin son saatlerinde gel kardeş yardımcı olayım derken hemen bir tutuş da adamı, korkuluklarına doğru sürüklerse… Düşerken altmış beşinci metresinde değmeden suya, geçmiş, geçilmiş anılar film gibi geçerse son saniyelerinde, düşteyim uyanırım beklentisine mi girer arabasının yanında kostak kostak cep telefonu muhabbetine kapılmış vatandaş.

Yağmurun sesi birazdan duyulacak. Gürledikçe gürlüyor mübarek. Nasıl da hasret kurumuş betonlar ıslanmaya. Gözyaşlarını toplasan bir göl, küçük büyük de fark etmeze, göl işte Gözyaşı Gölü. Gelen geçen baksa, baksa, ağlayanlar oraya akıtsa sellerini. Her damlanın adı yazılsa bir yerlere, acısı çıkmayan, acıtan kanırtan karartan yaşama, ağlansa yeniden. Gelene, gidene, yitene, hal bilene, bilmeyene, tüm değmez ve değenlere. Irmak gibi çağlasa, kuraklık olacak ya birkaç sonra… Kim bilir sudan sebeplere gözden çareler.

Zoraki yaşamların bitmek bilmeyen mücadelelerinde, iyi hırpalanmış, fikrinde sabit, karavana atışlarla, zehri gece ve gündüz akıttığı içine, becerilemeyen el ele tutulan hayata, elinin tersiyle yaklaşan yaşamlar. Kalmadı ses sedası derken sazın, hala beklenen baharı, kaçırdıkları ikinci, belki de üçüncü baharları ısrarla reddeden, ezik büzük yüreklerle sayfaları sil batan, olmadı bir daha, hadi bir daha kırık tebessümleri ile esip, estirip, görmemezlikten gelip gelip tıkanan, sürekli kavga halindeki kayıkçılar. Bıktım artık şarkısında sürekli söylenen nakaratlar.

İshal olmuş martılar gezmekte deniz ortasında. Yırtmacı bel altına yakın siyah bir elbisede ışıldayan martı pislikleri gibi yüreksizler. Bardağında sanki hayatı içiyor, burnunu kaldırmış iken hava doğru. Asaletinde kahpelik, duyulan müziğin ritmine uymayan beşinci sınıf bedensel hareketler.

Anneler ağlıyor aptal kutuları karşısında.
Bir Baba. Yaralı yüreği, kaybı en alıcısından. Türkü geliyor aklına “şu yemende can verenler, biri Mehmet biri Memiş”… Kahroluyor… Zenginimiz bedel öder sözlerine, kısık bir sesle, acısı içinde katmerli, “Vatan sağ olsun” diyor. İçine akıyor zehir gibi acı, yakan ayrılık, daha meyveler açacak çocuklar. Yangın yerinde başını eğiyor önüne adam. Kocaman gözlerinde damlalar, bulsa iki damla gözyaşında boğacak suçluyu analar, babalar.

Arabalar arasında koşturan teni çoktan cazibesini yitirmiş, orta yaşında üstünde kadın. Eğiliyor otomobillerin açık camlarından. Bir şeyler söylüyor, bir şeyler söylüyorlar, bir şeyler konuşuluyor, zor akan trafikte kadın küfürler ediyor. Belki konuştuklarına, belki de satmak zorunda olup da kabul edilmeyen bedenine, ya da hiç gülmeyen bahtına. …ospu çocukları diye bağırıyor.

Nerden bulurlar deste deste gonca gülleri. Yoğun trafikte çiçek satan, kara kara adamlar. Bir lira abi, bir lira. Bakışlarında alsana ulan alsana! Hiddetini gizleyen, zoraki tebessümler. Sağ olasın edasıyla baş eğerken, bir dal gülü götüremeyen, götürmek aklından bile geçmeyen, ya da götürdüğünde başında paralanacak gonca gülü sevmeyenler.

Gelip giden arabalar, şarkıda sevdim çok sevdim zalim haykırışları, suratlarda ifadesiz bakışlar, her çalan korna da küfür seremonileri, önden tekerleri sayılamayan kocaman bir tır birde arkada hafriyat taşıyan kamyon. Toslamak var şimdi hayata, teğet geçerken düşünceler. Her yer tutulmuş, her köşe başında değnekçiler, park edemiyorum dünyaya. Eli sopalı, cebi paralı yaratıklar uçuşmakta.
Şehir de hala gürleyen gök yağamamış bir türlü. Örümcek ağları gibi yolları kapatan arabalar. Yüzlerde soluk sinsice, bezdiren nefret ettiren zoraki gülüşler. Hasretler kavurucu, özlem acı, kediler mutsuz, Arnavut kaldırımlarında kirlenmiş taşlar, sönük yıldızlar, avuç içlerine saklanmış öpücükler.

Karmaşık düşünceler sağanağında, gelip giden düşünceler yumağında, ters yönden gelip, arabasına kafadan çarpılmış, beş taklasında yaşamın, şehirde hala gök gürlüyor, tekneler sallanıyor, insanlar yalpalıyor ruhum gibi.

Şimdi gitmek var buralardan, kaldıysa ıssız bir koyda… Bir barakada yaşamak vardı uzaklarda herkesten, gözlerden, kulaklardan. Dağ tepe, keçi peşinde kaval çalmak.

Olmazsa bir dağ başında, bir krater gölüne yakın, gözden ırak, yemyeşil otlar arasına kurmak keçi kılından örülmüş bahtım gibi, kara bir çadırı.

Boğuyor şehir, ışıklar göz kamaştırıyor, pis kokulu gülüşler.
Umuda yolculuğun gemileri alabora olmuş. Kaptanlar ilk giden…

Şimdi gidebilmek var buralardan.
Sana şiirlerimi, sana hayallerimi, sana söylemediğim duygularımı; beş kutu içerisinde saklanmış, açtıkça okudukça, baktıkça ve aktıkça pembe bir zarfın içinden çıkan uçları yanık, hepsi yarıda kalmış özlem mektupları, geride hazin yangınlar, gözleri arkada kalan, bir mendil içine akıtılmış üç damla yaş bırakarak.

Mozan-Muharrem Araz
13 Ağustos 2008
02.00

Muharrem Araz
Kayıt Tarihi : 24.3.2009 21:44:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Muharrem Araz