KARLI GECE SERENADI
Şu an senin
nergis gözlerin
dupduru bir gecenin
derin uykularındadır belki
sıcacık yatağında
gül kokulu yorgan altında,
Belki de boğuşuyorsundur
kırık dökük rüyalarla
Biricik sıkıntın
yitiktir bir yanın
yar hasretinden yana yana…
Yağmur yağıyordur eminim
Dumanlı’nın ılık eteklerine
ve Düldül’ün yücesine kar,
Kar istilasında benim dünyam
dört bir yan
dağlar - ovalar
yaylalar - kışlaklar
ve çarşı – pazar…
3
Patlar fırtına
Ararat’ın kasığından,
Savrulur umutlarım
karda – boranda menzilsiz
bir anda kararır ufuklar,
Sen düşersin yadıma o an
ne kar takarım ne karanlık
gün vurur alnıma
içimde başlar bahar…
Ararat’ın dibinde
yıkık – dökük bir köy var,
ve o köyde
tel örgüde
tutsak bir özgürlük neferi gibi
işi – gücü
seni düşünmekten ibaret
bir deli aşık yaşar…
Gecenin orta yeri zaman
Yerlerde bir metre kar,
Hava felaket harmanı
ıslık çalıyor çatılarda rüzgar,
Sürüden atılmış
aç ve yalnız kalmış
yaşlı kurtlar gibi acı acı uluyor dağlar…
4
Yaşamsızlık kaplamış ovayı
Ölüm yalnızlığı çökmüş geceye,
Yıldızsız bir gezegende
bir başıma kalmış gibiyim
çarsizlikler pençesinde…
Sağım – solum
önüm – ardım
içim – dışım yalnızlık,
Arınmış dünya canlıdan
bir sen kalmışsın yalnızca
Kabarıyor yüreğimin başında
bir tatlı duygu ılık ılık…
Uyuyor insanlar
taaaa Nuh u nebiden beri
hiç değişmeden gelen bugünlere
yer altı inlerinde,
Ve kurtlar
durmadan atak düzenliyorlar
köpeklere karşı
köylerin çevresinde…
5
Gecenin tam orta yeri zaman
Attım kapıdan dışarı
uyku kırıntılarını gözlerimden
arındırdım beynimi kardan, tipiden,
Şu an yalnızca sen varsın yüreğimde
sağınıyor bir ay şafaklaması üzerime
kuşatıyor bir çiçek istilası gövdemi
tüm varlığımı işgal eden hayalinden…
Kurtların karlı gece serenadı
penceremin perdesinin ardında,
Diş gıcırtıları keman çalıyor
çene takırtıları davul
ayak güpürtüleri türkü
Zıpladıkça gölgeleri düşüyor duvara…
Kuduruyorlar
etimin iştahından
ve açlıktan
ve soğuktan
kükreyip hırlayışları bundan,
Ben yalnızca seni düşünüyorum
Arındırdım beynimi
köyleri kasıp kavuran
açlıktan
soğuktan
salgından…
6
Coşup taşıyor yüreğimden
sana dair duygularım habire
Dolduruyorlar beynimin boşluklarını
bendinden boşanmış bahar selleri gibi,
Seni düşünüyorum seher kelebeğim
Seni
ve gülen gözlerini
ve sımsıcak ellerini….
Seni düşünüyorum nar çiçeğim
İlk yazım
İlk göz ağrım
yavru ceylanım,
Kaplıyor dört ufkumu birden
dilinden
dudağından
gözlerinden
bana ulaşan akım,
Kanatlanıp uçuşuyor
meydan okuyup fırtınaya, kara
senin kucağın kadar sıcak duygularım…
7
Hava ayaz
Havada fırtına
Savuruyor rüzgar
düşlerimi dört bir yana
savuruyor buzlu kıyamet boşluğuna,
Hava toz bulutu
hava kocaman bir uğultu
havaya kalın bir pus çökmüş
tepiniyor aç kurtlar kapımın ardında…
Hava ayaz
Havada fırtına
Sıcaklık
eksi yirmibeş derece dışarda
Tükürsen
tükrük donuyor
düşmeden yere,
Tek tek tecritte her şey
kapalı yollar beller
ne gelen var ne de giden
Ölüm kanlı bir general edasıyla
elini kolunu sallaya sallaya
giriyor ahırlara, evlere…
8
Çift camlı ve naylon kaplı pencereden
buzul birlikleri hücum ediyor içeriye,
Doldurdum fıçı sobayı
ateş verdim tezeklere,
Nar gibi kızardı koca fıçı
sana ait düşlerim donmasınlar diye…
Kocaman bir buzdolabı mutfağım
Kaynatmadan soyuyorum yumurtaları
Acemilikten ellerim yandı
kapıyı açarken dün sabah
ve artık hiç çıkmıyor ellerimden eldiven,
Ama yine de kötü bir kayıp verdim bugün
Bitler
ölsünler diye
yıkayıp astığım pantolon
kırıldı düşüp yere ipten indirirken…
Gecenin ortasında
Çaldıran ovasında
meydan savaşındalar yine
beşyüz yıl sonra kurtlarla köpekler,
Dışarı buz deryası
benim içimde ılık denizler,
Tütüyor gözlerimde
yar nefesi gibi sevgilimin yaşadığı yerler…
9
Ne müşkül bir durum
bunca özlemle yanarken
tutunamamak ellerinden
ve aşk oduna yakamamak dünyayı,
Ne müşkül bir durum
kuruturken yaşamı kar fırtına
boğulurken canlar yer altında
saramamak
gül fidanı
endamını,
Nefes alıp yüreğinden
yeşerip gül teninde
mutluluktan abideler gibi
dikememek yaşamın burcuna sevdayı…
Gönül isterdi ki havada
kar yerine uçuşsun kelebekler,
Sen gelmesen de suretin gelsin bari
Yetti cana bunca hasret
düşlerim seni bekler…
10
Kar yağıyor
toz duman içinde debeleniyor dünya,
Ölüm atlıları gibi
çiğneyip geçiyor
üstünden yaşamın
geceyi nefessiz bırakan azgın fırtına..!
Şimdi kim bilir
nerelerde ve nasıl
yer altı sığınaklarında
mezarda ölüm nice beklenirse
bekleşiyorlardır öylece
sabırsız - selametsiz
doğa ananın doğurduğu tüm canlılar,
Kim bilir nerede nasıl
kışın gitmesini
soğuğun - hastalığın
açlığın - çıplaklığın bitmesini
öyle bekliyorlardır
kadere terkedilmiş yoksul insanlar…
11
…..ve kar yağardı
itler oynaşırdı sokaklarda
oynayamazdı yalnayak çocuklar,
Çok iyi anımsıyorum şu an
tir tir titreyişimi karda tipide
aradan onlarca yıl geçse de,
Ayağım ayakkabı
bacağım şalvar
sırtım kazak bilmezken
karlı kış günlerinde…
Kar yağıyor
kapanmış yollar beller
habersiz birbirinden
şehirler –ilçeler
beldeler – köyler
tüm canlar kar altında,
Ve tüm yaşam
binlerce yıldır
dinsel
budunsal
ve siyasal
karanlıklar kuşatmasında..!
12
Güvenerek arapallaha
cennet düşleye düşleye
canlarıyla hesaplaşıyorlar
imanlı, itaatkar kullar
mağara devrinden kalan
kerpiç saraylarında,
Sığırlarla
koyunlarla
tavuklarla
nefes nefese
kucak kucağa…
Kar yağıyor
Gecenin çok geç bir saati,
Döndüm durdum yatakta
uyku tutmadı bir türlü
yorgunluktan mayışan gözlerimi…
Söndürdüm gaz lambasını
karardı köyün tek ışığı,
Kurtlar kaldırdılar anlaşılan kuşatmayı
Kesildi köpeklerin çığlığı…
13
Bakıyorum penceremden dışarı
Bulunmuyor etrafta
gönlü güllendirir bir manzara
Her taraf toz bulutu
ve yalnızlık duygusu
kemiriyor insanın içini,
Buz kesen gecenin kıskacında
duyguların dayanılmaz ağırlığında
esrik bir derviş gibi
yalpalayıp duruyor yüreğimin ritmi…
Düşler kuruyorum
Ne romantik olurdu kar yağışı
şimdi Amanos’un
Akdeniz’e bakan yüzünde
dağların koynunda
kuytu bir koyağın düzünde,
Çamlar
meşeler
pırnallar
ve çınarlar içinde…
14
Ne romantik olurdu kar yağışı
çağıl çağıl akan bir pınar başında
sımsıcak bir kulübecikte
bakarken pencereden dışarı,
Pamuk tarlaları gibi
bahar kuşları gibi
ayva bahçeleri gibi
sıvanırdı ağaçların dalları…
Kar yağıyor
Ararat’ın eteğinde
Fırtına kuduruyor
Zehir gibi işliyor soğuk insanın iliğine
Kopuyor dört yönde kasırga,
Oysa kar yağışı görkemlidir oldukça
kuytu
bağlık bahçelik
ve ılıman alanlarda
Keyif katar, zevk saçar
karnı tok
sırtı pek
ve evi sıcak olanlara…
15
Çöl fırtınasınca tozuyor dünyam
tıkanıyor boğazımda nefesim,
Dağ –taş kar altında
akmıyor ırmaklardan su,
Donmuş düşler, düşünceler
Sönmüş gönüllerde
bir güzelin teninde
kural dışı yollardan
abu hayat içme
kendinden geçme duygusu,
Kapatmış yaşama kucağını
sarmış toprağı ölüm uykusu…
Düşler kuruyorum
yakın ve uzak günler üstüne,
Karlı kış gecelerinde
çocukların üşümediği
Kurdun – kuşun döğüşmediği
Açlığın
salgının
yokluğun
hiç akla düşmediği
Ve yaşamın
gülistana dönüştüğü
üretken ellerimizde…
16
Kesildi kar yağışı
durdu rüzgar
kalın bir sis çöktü havaya
onbeş dakikalığına,
Bahar sabahlarında
ıslak ıslak çöker gibi
Torosların koyaklarına…
Ve sonra başladı yeniden
pişman olmuş gibi
onbeş dakika nefeslenmesinden
zulüm ordularınca kudurmaya,
Kar
rüzgar
ve toz kasırgası
ve toprağın çatırdaması
yüreğime bir buruk
sancılı ağırlık
çökertti boylu boyunca,
Göz gözü görmüyor
Kulak sesi duymuyor
Tam bir kıyamet
havası var ortamda..!
17
Kükrüyor dağlar
gömülüyor yerin dibine insanlar,
Hava buz tutmuş
toprak buz tutmuş
sular buz
Kalmamış doğada yaşam belirtisi
yitirmiş bahar umudunu karıncalar…
Havada kar
savurup tozutuyor rüzgar,
Dışarıda yaşamaya kalkışmak
ölümle kucaklaşmak demek ilk dakika
Bırakıldı saldırı ve savunma
kurtlarla itler arasında
kapılara sığındı aç yırtıcılar…
Bu korkunç tipi
bu keskin ayaz
bu kahredici hava
yüreğimi donduramıyor yalnızca,
Çünkü orada sen varsın
çağlayıp akıyorsun
tanrıçalar gibi yaşıyorsun
gönül dünyamın ortasında…
18
Çünkü orada sen varsın
Vahşetsiz bir dünyanın
kırında - bayırında
bahçesinde – bağında
bir körpe maral ürkekliğiyle
dolaşır gibi dolaşırsın,
Hergün biraz daha
köklenir sevdan yüreğimde
bahar dalları gibi çiçeklenir aşkın…
Sabah oluyor Çaldıran ovasında
Ben dalıp hayallerimin sularına
düşüp düşlerimin dalgalarına
göçmüşüm uzaklara
takmadan acı acı uluyan aç kurtları
takmadan
karı
fırtınayı
buzu
ayazı
Çırpına çırpına yaralı kuşlar
süzüle süzüle telli turnalar
ve sürüne sürüne
deli dervişler gibi
ulaşmışım gönlümün gülistanına…
19
Nar gibi kızaran fıçı soba
çoktan yanıp sönmüş
ve bir avuç soğuk küle dönmüş
koca fıçının tabanında,
Üzerine koyduğum kovadaki su
bir santim buza gömülmüş
üç – dört saat zarfında…
Kaçırdım düşlerimi
dalıp senin gülden hayaline
dolup senin
Akdeniz güneşi gözlerine,
Defol bre kar - fırtına
kahrol bre kış – kıyamet
fırla oğlum mehmet
gönlünün ikliminde kurduğun
kar yerine çiçek yağan
firdevs bahçesine…
20
Yandı
ve yalımlandı
yüreğimin başı
Çağıldadı damarlarımda kan
Kış uykusundan erken uyanan
kürkü sıcak bir dayı gibi
vurdum kendimi kara
vurdum fırtınalara
vurdum karanlıklara,
Fırladım yayından boşanan ok gibi
saldım bir esrarengiz boşluğa gövdemi
savruldum hazan yapraklarınca…
Hayal mıyım
düş müyüm,
Gökte uçan
bir alıcı kuş muyum
Sönmüş sobanın
donmuş kovanın başında
pinekleyip üşümüş müyüm,
21
Yoksa serden geçen
bir esrik serseri gibi
çıkıp yar yoluna
donarak ölmüş müyüm…
Isındı elim yüzüm
Açıldı gönlüm gözüm
Altı yeşil üstü mavi
bir boşlukta buldum kendimi,
Binmiştim bir kızıl kuğuya
Dolanmıştım kuğunun ince boynuna
Süzülüyordu kuğu döne döne
gökten bir yeşil dağın yüzüne
süzerek sevda yüklü gözlerini…
Bu kuğu
fırtınalı
kar kuğusu,
Bu kuğu
çatlayan
nar kuğusu,
Bu kuğu
sevdalı
yar kuğusu…
22
Almış yari koluna
sarmış beni boynuna,
Sel olur akar kuğu
yel olur eser kuğu,
Yakar yüreciğim yakar
keser nefesimi keser
Yıldırımlı aşklar uğruna
fırtınalı deryalarda
karlı boranlı dağlarda
füze olup uçar kuğu…
Sonunda dindi
deli gönlümün azgın fırtınaları
duruldu bağrımda çırpınan
al köpüklü kaba dalgaları
yürek erdi vuslata,
Kondu aşk elçisi kızıl kuğu
yalçın dağların
kızıl mağaraların
eteğinde çırpınan
bir yeşil gölün sularına…
23
Gölde yüzen bir gülistan
gülistanın ortasında bir saraycık
Derin ve uzaktan gelen
yağ gibi akıcı, yumuşacık
bir melodi kadar
mest ediyor beynimi
şafağın kapısında
doğa anamın nennileri,
Gölün etrafında iskan olmuş
doğanın tüm bitkileri
meyveleri
çiçekleri…
Dalda şakıyan kuşlar
Suda oynayan balıklar
toprakta devinen böcekler
şölen günlerince cem olmuş,
Sarıyor duygularımı
binbir türlü renk
binbir kürlü koku
binbir türlü çeşni
binbir türlü esinti
Her nesne
binbir derde
em olmuş…
24
Dağın tepesinde dönen
kanlı radar ışınları
karartamıyor doğa ananın
yaşamı okşayan aydınlığını !
Suların koynunda
sevgilinin kolunda
dolaşıp duruyor balıklar
görüp anlamadan insanın çılgınlığını..!
Yanıyor yalp yalp altta yakamozlar
Işıl ışıl gülüyor yukarda yıldızlar,
Yıldızların şavkı düşmüş sulara
Balıklar esen sunmuş yıldızlara
Kaynıyor yaşamın yüreğinde duygular…
Yüzerek taşıdı beni
kıyıya dek kızıl kuğu
bıraktı çıkış basamaklarına
ve vedalaştık oracıkta
uzattı ayrılığın hüznüyle boynunu
sarıldık kucak kucağa,
Ben merdivenleri yürüdüm
o suları yüzdü
gök yüzünü süzdü
kalmadı bir görüntü aramızda…
25
Arka balkonun cam kapısı
Dokundum okşayarak kolu
açıldı evin mutfakla salonu,
Her yer dayalı döşeli
her yer yatak yorgan mobilya dolu…
Adeta
üç katlı bir şato
modern teknikle yapılmış
içinde dolaştığım yapı,
Yokluyorum oda oda
yok hiçbir yerde kimsecikler
Salonlar
odalar
balkonlar
Her odanın içinde
Dolaplar
banyolar
helalar
İkinci katın durumu da aynı
Kaçmıyor gözümden hiçbir yer
açıyor ve bakıyorum kapı kapı…
26
Sonunda
çıktım son kata
sağda koca bir kitaplık
solda esrarlı oda duruyor,
Orta boşlukta
gündüz çevreye kuş bakışı bakmak
gece yıldızları dolaşmak için konmuş
dikey ve geniş pencereler bulunuyor…
Kitaplık tablo ve kitap dolu
fakat garip bir ayrıntı göze batıyor
Tüm kitapların kapaklarında
aynı yazarın resmi
ve ismi var,
Açıp içine bakmaya ermiyor usum
Kafamda ikircimli koca bir bulanıklık
tipi gibi savuruyor belleğimi kapaklar…
Tanır gibi oluyorum
ben bu adamı bir yerlerden,
Belki adından
belki fotoğrafından
belki de geçmiş günlerin
karalama defterlerinde kalan izlerden…
27
Ola ki
bu benimki
büyük bir yanılsama,
Duvarda tablolar arasında
Asyetik altın işlemeli bir ayna,
Gözlerimi dört açıp
beynimi zorlayarak
aylak aylak bakıyorum aynaya,
Yazarın görünümü geliyor karşıma…
Vazgeçtim
açıp bakmaktan
ve merakla okumaktan
içinde ne yazıyorsa kitapların,
Kaybetmeden hiç zaman
yürüdüm kapısına odanın…
O da ne
kapının yerinde
sanat yapıtı bir kemer
Japon hüneriyle işlenmiş,
Bin yıllık bir yontu gibi
duvarın tam orta yerine
özene-bezene yerleştirilmiş…
28
Destursuz
ve fütursuz bir rahatlıkla
sallanı sallanı giriyorum odaya
tepeleyerek
daha buzu çözülmemiş botlarımla
yerde serili
renk ve nakış bezeli kilimleri,
Oda çok geniş ve görkemli
Sağda yatak
solda dolap
tuvalet ve banyo
ortada dinlenme yeri…
Sımsıcak içerisi,
Kraliçe ölçüsünde
ceviz oymalı bir çerçevede
uyuyor gönlümün allı perisi…
Ve çerçevede çıngılar çıkaran
zerre zerre renk renk ışıklar yayan
çiçekli ampulcükler,
Aşkım yüreğime sığmaz oluyor
doluyor odaya
bağlar, bahçeler
denizler, gökler…
29
Karanfil kokuyor oda
gül kokuyor,
Nergis
menevşe
mantıvar
sümbül kokuyor…
Ve sen uyuyorsun
kuş tüyü
ipek örtülü
yorgan altında,
Ve ben
yüreğimden esen
duygularımı döküyorum
dikilip baş ucunda
bin yılda bitmeyecek olan
el değmemiş bir aşkla…
30
“ Özge sevdiğim
yalın yüreklim
Olanaklı mı ayırmak
gözlerimi gözlerinden
Olanaklı mı ırak kalmak
senin gönül bahçenden…
Ekmeğim, kitabım, aklım
dudu dillim, gül yanaklım
Nefesinle serinletiyorsun
içimde harıl harıl yanan ateşi
ve gözbebeklerinde
yaşam buluyor aşkın güneşi…
Allı gülüm
ahu gözlüm
mor sümbülüm
En yalnız anımda
yanıbaşımdaydın sen,
Dondum buz deryalarında
ısınıp aşkınla
ben oldum yeniden…
31
Deli poyrazım
meltem yelim
kar çiçeğim, nergisim
Tutsun diye ellerimi ellerin
Atsın diye yüreğimde yüreğin
Isıtsın diye buz tenimi kor tenin
Sürükleyip getirdim gövdemi
Tutuştursun diye ateşin beni
Karışsın diye küllerine küllerim…
Yaşam bağım
yürek ortağım
Ancak sevda ikliminde
büyür bütün güzellikler,
Karaçalı gül olur
çakır dikeni sümbül olur
Sevgiyle dolup taşar
sevgisiz yürekler…
32
Uyan allım, karalım
Uyan yürekten yaralım
Ahum, ceylanım, ürkek maralım
Gözlerin sevdalı sabahlar gibi baksın
Yüreğine mutluluk deryası aksın
ve tenin tenimi
sonsuza dek
aşk ateşiyle yaksın…
Nar çiçeğim
bal peteğim
mantıvarım
pürenim,
Ben serimi sevdana adamışım
Özleminle kar deryalarını kulaçlamışım
Donmuş bedenim
tutulmuş dilim
yollarını gözleye gözleye
kör olmuş gözlerim…
Aç dünyanı bana
tut ellerimden benim ,
Yaşam şölene dönsün
sarılsın yüreğine yüreğim…”
33
Gece sona erecekken
seher yaşamı esenleyecekken
bozuyor hava yeniden
sarıyor şafağın alnını bulutlar,
Yıldızlar kayboluyor gökte
sönüyor sularda yakamozlar…
Kar yağıyor
Dökülüyor gökten yere
beyaz, sarı, eflatun, pembe
bahar çiçekleri,
Meyveye duruyorlar
erikler, armutlar
elmalar, kirazlar
şeftaliler, kaysılar, ayvalar
Lapa lapa
dökülüyorlar sulara
dansa başlıyor balıklar,
Kaplıyor bir yaşam sevinci
bir sonsuz mutluluk duygularımı
Yağan
kar değil
aşk ve bahar…
19/1/2022
Melbourne
34
SEVDA ÇIKMAZI
Uyur gezerlik
atmosferi çökerdi üzerime
görünce gül çehreni senin,
Dokunanda ellerim
ateşli bronz tenine
buğulanırdı nergis gözlerin…
Beni beklerdin
sokağına her uğrayışımda
ortasında sıcak bir gecenin,
Hava kapalı dururdu
eksoz dumanıyla
kaplı olurdu
maviyi unutmuştu göklerin…
Sevgi
yıldızsız bir geceydi
beynimizde,
Sevgi
çözümsüz bir bilmeceydi
gözlerimizde…
35
Esen sunmazdı
koca şehrin gecelerine ay ışığı
ve yıldızların balkıyışı
düşmezdi kenar semtlerin
utangaç sevgililerinin
yangınlı yüreklerine,
Geceler yangın yeri
sokaklar ölüm tuzağı
Göğsünü gere gere
yol açardın önüme
yüreğine hapsettiğin sevginle…
Sen benim
tenimi okşayan mahım
gecemi ışıtan yıldızımdın,
Açardı gönül bahçemde
güller, nergisler
Tüterdi sevda iklimi gibi
baharda, güzde
Sen benim
hem kuytuluğum
hem ayazımdın…
36
Bakamazdım gözlerinin içine
Dipsiz uçurumlar oluşurdu
yüreğimin derinliklerinde,
Söylemeye dilim varmaz
kalbimi kalbin duymazdı
kurur dilim dudağım
külüm rüzgarda savrulur
od düşerdi bağrıma
Sen benim
yalım yalım yanan alazımdın,
Vuruşurdu yüreğim
törelerle, tabularla
Sürerdim
acıları hicranları dört bir yana
Avlardım hayalinle
tüm güzellikleri bir bir
Yıldırım yetmez
kurşun tutmaz
şahinimdin, tazımdın…
37
Başım alıp giderdim
senin bilmediğin iklimlere,
Gün kararır
gece büyür gözlerimde
yine de sönmezdi
alev alev açan
sevda gülü yüreğimde
Sen benim karda kışta yazımdın,
Hayalin can verirdi
sevdan beklettirirdi,
Razı ederdi kardeşlik birliğine
yakıp kavuran hasretin,
Olmayacak bir işti
başımızda dolanan
tatlı-hüzünlü bela
Sen benim
sevgili baldızımdın…
14/2/2022
Melbourne
38
KUNDUZ GÖZLÜ
KÖRFEZ GÜZELİ
Sana rastlamadan önce
bilmezdim ben
kıvılcımlı gözlerden
albenili efsaneler üretmeyi,
Bilmezdim
bir güzelin gözlerinde
bütün alemi seyretmeyi,
Kunduz
gözlü
körfez
güzeli Lily…
Filmlerde seyretmiştim
kunduz avcılarını
kuzey yarım kürenin
buzlu koylarında
donmuş nehirlerinde,
Ve yalnızca
ağaçları kemirirken
görmüştüm ben kunduzları
siyah-beyaz resimlerde…
39
Körfez kızı gizemli Lily
Açık ve çıplak sözle
söylemek isterim sana,
Ben şiddetle karşıyım
gönül avlamak dışında
avcılık denilen katliama..!
Ömrümde
sadece
sevgiye
inandım körfez kızı Lily,
Ama sevgi
fersah fersah kaçtı benden,
İlkellik elinden
nankörlük elinden
körlük elinden…
Ne zaman
sevdalara salıp yüreğimi
Ne zaman açıp sinemi
sunduysam yarin ellerine elimi
muhannet tokatı gibi
şakladı suratımda
sevgisizliğin kapkara melaneti..!
40
Ben yalnızca
doğaya inandım
ay yüzlü
ahu gözlü
efsane kız,
Doğa bizleri var etti
doğa yaşamı yarattı
Ekmeğimiz suyumuz
aşkımız çocuğumuz
hepsi doğa ananın armağanı
Artık bunu iyice anlamalıyız…
Ben yalnızca
doğaya inandım
yıldız gözlü
kiraz dudaklı
yapayalnız kız,
Yediği sofraya
bıçak saplayanlar
Anasına ihanet eden
kuduz hayvanlar
insan denen kafasızlardır yalnız
Artık bunu iyice kavramalıyız !
41
Eğer beyinsiz
bencil ve sevgisiz
insanların egemenliği
olmasaydı dünyada sınırsız,
Dünya kirlenmez
sular çekilmez
ormanlar tükenmez
yaşam öldürülmezdi,
Düşünebiliyor musunuz
ne güzel olurdu doğa insansız…
Kunduz gözlü körfez güzeli
ben kendime yalnızca
bilimi önder eyledim,
Ne kadar hurafe varsa
karanlıklardan doyunan,
Ne kadar kutsal masal varsa
insanın gözlerini boyayan
beynini oyan
ve güzel günlerin
yollarını kapatan
ve yaşamın gül bahçesini kurutan,
Aldım ellerime felsefeyi - sanatı
aldım fiziği – edebiyatı
hepsini bir bir temizledim yolumdan !
42
Sarıldım yalın gerçeğe
Mürşit bildim bilmin pusulasını,
Adım adım yürüdüm üstüne körlüğün
araladım ışığa karanlığın kapısını…
Yaşam çok zordu
körfez kızı Lily
Ayakları yeni yere basan
Avrupadan, Asyadan
yuvarlana yuvarlana
Güney okyanusuna ulaşan
yeni yetme göçmen kuşlar için,
Dert üstüne
dert yağardı üzerimize
Hiç kimse duymazdı bizi
Derdimizi
yalnızca dağlar taşlar dinlerdi,
Tecritti kendi içine
toplumun her bir ferdi
Beden ağır yük altında inlerdi…
43
Ve insana kendi evi
gırtlağını sıkıp duran bir ölüm hücresiydi,
Ağır mahkumlar koğuşuydu iş yerleri
ve dünya koca bir hapishaneydi…
İnsanlar
hasırda yatar
saray düşü görürdü,
Salmıştı düzen
bilmezlik ve bencillik üstüne
çok derinlere kökünü,
Ve emeğinden başka
sermayesi ve serveti olmayanlar
ev ve araba sevdasıyla
işverenler hesabına sürünürdü…
Çığ gibi büyür sermayenin karı
gitgide küçülürdü emekçinin payı,
Hayallerde düşlerde
boy boy geçit yapar
evler, arabalar,
Çökerdi başına toplumun
kılıç üşürürdü ömrüne yoksulun
sigortalar bankalar…
44
Duydun mu beni
Su çiçeği
yaban gülü
sevgili Lily,
Sen ciğerlerime dolan
iyot kokusu
donan yüreğimi ısıtan
kuruyan bedenimi yaşartan
tılsımlı el
ve dilimde yalımlanan
tuzlu ten,
14 yıl küs oturdum
günde üç öğün
yaka paça kapışarak
evin başgardiyanıyla
25 yıllık
tutsaklık
yaşamımda ben,
Ibreti aleme degerdi kepazeligi
ve esaret
kan ve kahır
dökerek gözlerimden…
45
Ve bir gün
bıçak kemiğe dayandı,
ayakta uyuyan
ruhu bağlı parya uyandı.
Kopartıp paslı zincirini
attı boşluğa kendi kendini,
Yer gök sarsılıyordu
kopuyordu seninkinin
kavruk kalbinde kıyamet,
Ayakları yere bastı nihayet
insanlara verdi elini…
Ayak sürçtüm
sasılı sokaklarda aylar var
gelip geçtim
kondomlu odalardan
üç-beş zaman,
Her şey monoton
her şey yapay
her şey naylondu
insan bedeni sanılan…
46
Buraya neden sürükledi beni deniz
Denize neden girmiştim ben
olmayıp anımsamıyor belleğim,
Bu konuda tek bildiğim
yaralı bir balık gibi çırpındım sularda
vurup kendimi
damla damla kanadım kıyılarda,
Balık deyince usuma girdi
Balık avlarlardı benim toplumda
eşlerini aldatan
ve eşlerince tapınılan
klasik erkekler
eskort kızlarla
hafta sonlarında…
Düşünceme göre
attılar beni kayıktan denize
zirveye ulaşan çılgınlık nöbetinde,
Çünkü yırtılıyordu denizin yüzü
orospularca atılan kahkahalardan,
Sonra dalgalar
dalgalarda çırpınan bedenim
vura vura dalgalar kıyılara
kırılıp döküldü her yerim
ve iki kızıl gül açtı kumsalda
alnımdan akan kandan…
47
Körfez güzeli
sevgili Lily
sen beni
sulardan çekip aldığında
kollarını boynuma doladığında
ve sırtlayıp uzaklaştığında kıyılardan
ayak izlerini bıraktın
ömrümün en kritik
dönemeçlerinden birine,
İtilmişken beynim
yüreğim ve ve bedenim
cehennem çukurlarına,
Geri döndüm
gülistanda yaşamak için
tutunarak ellerine…
Sarıp kundakladın beni
bacakların arasından
kanaya kanaya çıkartıp
yaşama sunduğun bir can gibi,
Aldın yuvana
koydun yatağına
sardın kollarınla
Emzirip büyüttün beni
tazeleyip yücelttin yüreğimi…
48
Ve ben
ilk kez senden
öğrendim ne demek yaşamak,
Sende gördüm tüm güzellikleri
sende tattım tüm zevkleri
geçmiş ömrüme yanarak…
Kunduz gözlü sevginin dili
Yaşam seninle ballıydı
sabahlar seninle delikanlıydı,
Güneşin altında yanan
toprak
kadar sıcak
ve yumuşaktı
gül teninde güzellikler,
Ve yaşam çırılçıplak
haz ve orgazmdı bizim için
alıp başını gitmişti gam, keder…
Beynimin merkezinde
taş gibi ağır duruyor
bana olan güvencin,
Yüreğimin derinliklerinde
yavru kuşlar gibi cıvıldanıyor sevgin…
49
Yaşam derdin adına
sendeki güzelliklerin
Ben bilmezdim bunları
seninle
göz göze
ten tene
ve diz dize
gelmezden önce,
Sevgi derdin
teninin ve tininin
sımsıcak okşayışına
oysa ben hiç tatmamıştım onu
sarılmadan önce ince beline
girmeden vadideki kuytu bahçene…
Sen bir yaşam deryasıydın
sen bir gönül gülistanıydın,
Rengarenkti güllerin çiçeklerin
allı – ballıydı meyvelerin,
Senin atmosferinde açıldı ciğerim
Senin ikliminde büyüdü düşlerim
Senin teninde kuruldu dünya
Yaşadığım tüm güzellikler
senin hünerin…
50
Kısa günde
dar zamanda
bedenim yem olacakken
balıklara tuzlu derin sularda
alıp beni yaşama geri kattın
değişti alnıma kanla yazılan yazı,
Yeniden bana
görkemli ve koca
bir ömür yaşattın
kunduz gözlü körfez kızı…
Her saltanatın
bir sonu var dünyada
Acının da mutluluğun da,
İşte vakit geldi
ayaklarım yola düştü
gözlerim ardımda,
İnan bana
senden uzaklaşırken
çığlık fırtınasınca kanayacak
yüreğim her adımda…
51
Kunduz gözlü
körfez güzeli Lily
hadi mutlu günlerde kal
kapatmasın güneşini
söndürmesin ateşini
kanlı karanlık sular,
Ne beklemişsen yaşamdan
her şey istediğin gibi gitsin
ömrünün sonuna kadar…
Ve yolcu bilmeli artık
çekip gitmesini geldiği gibi
incitmeden hiçbir nesneyi
yeter ki senin gönlün
sevgiyle dolsun,
İsterim ki
gam kaplamasın yüreğini
Günlerin su gibi aksın
gecelerinde ay şafaklasın,
Esenlik içinde yaşa her zaman
Acılar, elemler unutulsun
tüm güzellikler gelip seni bulsun…
22/2/2022
Melbourne
52
BOYU
UZAR GİDER
SELVİ DAL GİBİ
Çevre sevgi ve güzellik doluydu
çevre gül ve sümbül kokuluydu,
Çevre ceylan gözlü
Sülün boylu
kiraz dudaklı
ve mor zambaklı
kadınlar yurduydu…
Güzeller çiçeklere karışmıştı
sarmıştı yaşamı dört yandan
elvan elvan renkler,
Donatmıştı yanımı yöremi
gönlü gülistan güzellikler…
Yalnızca o yere
tek ogün gelmişti o ceylan
benim gördüğüm kadarıylan,
Her can yaşama yürüyordu
eller ayaklar belli bir işleyiş burgacında
robotsal deviniyle durmadan dönüyordu
sağına-soluna ve ardına hiç bakmadan…
53
O benim önümde koşuyordu
Boşlukta kuş gibi pervaneleşiyordu
incecik elleri uyarak makinanın ritmine,
Yüzünü göremiyordum
dizini göremiyordum
göremiyordun mor vadideki gizini,
Gözlerim biber tozu serpilmiş gibi
acı acı yanıyordu bakmak için
yıldız yıldız şafaklayan gözlerine…
Hiçbir ressam çizememişti daha
o güne kadar böyle bir inceliği,
Hiçbir şair yazamamıştı
tüm zamanlar böyle bir güzelliği…
Duruşu bahar sabahında zambaktı
kokusu yayılır aşk iksirince zamana,
Ruhu çağıl çağıl ırmaktı
Akar gider deryalara derinden,
Eser etekleri yerde
savrulur saçları rüzgarda
Gönlü bulutlarda gezer
yaşam aşkına gerdanlık dizer
kar çiçeklerinden
nar çiçeklerinden…
54
Tatlı bir yıkım gibi sarsıyordu yeri
ritmik iniş kalkışları sütun bacaklarının,
Hiçbir renge girmiyordu tonu renginin
Hiç kimsede yoktu ahengi hareketlerinin
Gözleri nereye bakıyordu belli değil
Düşleri kimlere akıyordu kim bilir
Tırpanlıyordu içimde bir yerleri
kıvırılışı dişi ve diri kalçalarının…
Akşamı sehere çeviriyordu yanan tende
Ölmüş bedene can veriyordu gözleri gülende
Ve öyle bir çılgın histeri basıyordu ki
insanın iç dünyasını aniden esrik ve sancılı
sürüklüyordu beyin ve yüreği bilinmez bir yere…
Silindi görünümler gözümde
onu önümde
gördüğümde,
Bitti genç kızların güzellikleri
delikanlıların çekicilikleri
Tükendi reyihası ballı dudakların
gönülde esintiler bitti
döküldü çiçeklerin albenileri yere…
55
Taktı eteğine çılgın gönlümü
azgın dalgalara yelken eyledi,
Sürükleyip durdu dar geçitlerden
kalbimi kendine kalkan eyledi…
Koşturdu ardı sıra duygularımı
çarptı
çıkardı
topladı
böldü
ayırdı uzuvlarımı bin bir pareye
serüvenden serüvene yeldirdi beni,
Koştum ardından kan ter içinde
kanadı tabanlarım taşta dikende
yazıda yabanda öldürdü beni…
Bağladı çözdü ellerimi
parçaladı dizdi bedenimi
Ateş verdi ulu orta gövdeme
yana yana köz oldu yüreğim,
Yıldızların şavkı vurmaz sulara
Sis bürümez seherde ırmak boylarını
Kanaya kanaya kurudu gözbebeğim…
28/2/2022
Melbourne
56
KAM İLE YEM
Kam ile yem
özlemle yanar birbirine,
Çılgın histerilerin güdüsüyle
iplemezler geleneksel otoriteleri,
Coşup
taşıp
aşarlar
etiksel engelleri
ulaşmak arzusuylan
mutluluk konalgasına,
Fakat belli değildir
bu doğal maceranın sonu
İşin içinde
mutluluğa ermek de var
Kucaklaşıp
namlunun ağzında domdomla
ölmek ve gömülmek de var
kara toprağın bağrına..!
57
Kam ile yem
can verirler birbirlerine,
Dinlemezler dini, töreyi
beyinleri güzellik doludur
tutuşur elleri
yanar yürekleri,
Olmayıp usa getiremezler
bir başka düşünceyi…
Onları birbirine muhtaç
ve birbirleriyle mutlu
kılmıştır doğa ana,
Gelin bakın ki
ilkel insanların aklına inancına,
Kendi pis çıkarları ve aptallıkları için
sözde namus ve şeref uğruna
kan kustururlar
kendi canlarından türeyen
körpecik çocuklara..!
9/3/2022
Melbourne
58
ERGENKÜN
DESTANI
I
DİLBER İLE ZERASTER
Yezdan kültünden Zeraster
bir yağız yiğit
yaman delikanlıydı,
Attığını vurur
tuttuğunu koparırdı…
Büyüdü kavganın orta yerinde
ve günün birinde
bir Tükmen dilberine
gönlünü kaptırdı.
Bin yıllar vardır ki
düzenin
törenin
ilk maddesi
“at, namus, silah” hikayesi
inletirdi cenderede insanları,
Yer bir aşiret beldesi
Güney Kürdistan toprakları…
59
Türkmen kızın
gönlü düşmüş yağız yiğide
yanar ateşinde aşkın
yüreciği yaralıydı,
Bakışları
yakıp kül edendir delikanlıları,
Sekişleri sürükler ölüm uçurumlarına
O yalçın dağların ürkek maralıydı…
Bir bakışta çarpardı
yüreği yelli gençleri
kirpikleri ok, kaşları yaydı,
Türkmen kızın parıltılı gözleri
kara gecelerin ufkunda
kalaylı sini gibi parıldyan
iki büyülü dolunaydı…
Adı Dilber idi
Mezopotamyanın eşsiz cereni,
Yürür dikine dikine
başın yere eğmezdi,
O’nun güzelliği karşısında
Semiramis’in dile destan güzelliği
O’nun sevdası yanında
Leyla’nın Mecnun’a olan sevgisi
sözü edilmeye bile değmezdi…
60
Zeraster ise
Ferhat’tan – Kerem’den beter
Ölümüne, dirimine, ömrüne sever,
Hiçbir güç engelleyemez onları
Dizlerindeki derman
ciğerlerindeki nefes
yüreklerindeki sevgi
her şeye yeter…
İş ilerleyip
dillere düşünce adları
Ali kızıyla Zerdüşt oğlunun aşkını
her iki taraf da uygun bulmadı,
Dedi – kodu
tehdit, gözdağı
ayıplama - kayıplama
intihar girişimi sonra
sonra kurşuna dizme
döğüş – kavga nafile
hiç kimse onları peşine takamadı,
…………………………,
Oynandı bütün kozlar
Hiç bir güç aşkı yere yıkamadı…
61
Sonuçta
bulup bir fırsatını
Dilber ile Zeraster,
Kaçıp uzaklaştılar
doğup büyüdükleri yerden
kurban gecesi sabaha karşı
uzakta bir köye yerleştiler…
Kaldı eski yerlerinde
Malları – mülkleri
işleri – uğraşları,
Dostları - düşmanları
aileleri, arkadaşları…
Biri şivan oldu
gittikleri yerde
biri berivan,
Yeni bir döneme adım attılar
alın teriyle yıkanmaya başladılar
tutunup yaşamın kıyısından…
62
Fakat kurmaya başladıkları
bu haklı yaşam pek uzun sürmedi,
Ceylan gözlü
şiir sözlü
yaban gülü
güzel Dilber’e
sürü sahibi göz koyup
düpe düz tacize yeltendi…
Yezdan oğlu
enseledi ağa bozuntusunu
hesabını sordu
yaptığı namussuzluğun
koptu bir kızılca kıyamet,
ve ağa tarafından kışkırtıldı
“kafir ve zındık” yabancılara karşı
muhammet ümmeti aşiret…
Bu durum üzerine
terketmek zorunda kaldılar
yeni evlerini alelacele !
63
Vurup sırtlarına pılı - pırtı
yorgan, döşek, yastıklarını,
Kucaklayıp üç yaşındaki
yeni tomurmuş çocuklarını
düştüler yeniden yollara
vurdular kendilerini dağlara
kurtardılar kara kuvvetten canlarını…
Sonunda
ulaştılar sınır boyunda
bir küçücük mezraya,
Orada yine çobanlık
ve hizmetçilik işine girdiler,
Sığındıkları toplum yezdaniydi
ev verdiler
yardım ettiler
sahiplendiler…
Zeraster askere gitti
ve askerliğin yarı yılında
yeni bir kavga başladı
arap devletiyle Kürtler arasında,
Kimseye kurşun sıkmamak
ve kardeş kanı akıtmamak amacıyla
atıp elinden silahı
bir gece yarısı firar etti Zeraster
ve böylece kanlı askerlik bitti…
64
Gözünde tütüyordu kızı ve eşi
Ensesinde düşman ateşi
tepesinde yanan kızgın güneşti,
Sıktı dişini
yummadı gözlerini
geceli, gündüzlü koşarak
dağlar uçurumlar aşarak
evine yetişti…
Mutluydular
Beş yaşına basmıştı kızları
Söz yerindeyse eğer
gül gibi geçinip giderlerdi
Unutmuşlardı döğüşü kavgayı
unutmuşlardı
hanyayı
konyayı
dünyayı,
Ama bir gece vakti
ortalıkta kanlı kıyamet koptu
Kara suratlı
kara sakallı
kara bayraklı
islam hortlakları
bastılar mezrayı…
65
Ağızlarından
irinli salya akan
eli-yüzü kanlı hortlaklar
din ve allah adına
gebe kadınların karınlarına
kan uykularda kılıç salladılar…
Karşı koyanı
ve kaçmaya çalışanı
kurşunladılar,
Yakaladıklarını “allahu akbar” diye
uluyarak boğazladılar…
Dilber karnında bebeğiyle
döğüşürken düştü yere
selvi dal gibi gömüldü kanlar içine
ve kadın, erkek, çocuk, ihtiyar
tümü düğüşerek öldüler
kalmadı mezrada kimsecikler,
Sonunda bıraktı direnmeyi
sırtlayıp kızı Güldeste’yi
karıştı karanlıklara Zeraster…
66
Ne tüfeği
ne bıçağı
ne tabancası vardı,
Karınları aç
sırtları çıplak
ve ayakları yalındı…
Ölüm kuşları döner başlarında
Oturmuş içlerine bir kanlı sancı
Yoktu yanlarında anaları
yoktu can yoldaşları,
Yoktu
eşleri
dostları
arkadaşları,
Yalnızlık duygusu dağlar gibi
gelip oturmuş yüreklerine
durmadan akıyordu gözyaşları…
Gece gittiler
gündüz gittiler,
Dağ – bayır
tepe – uçurum
ve küfür dümdüz gittiler…
67
Ne bedenlerinde can
ne dizlerinde derman kalmıştı,
Açtılar
susuzdular
uykusuzdular
Ölüme üç saniye zaman kalmıştı…
Uyandıklarında
dikilip duran başlarında
biri yaşlı pir ü pak saçlı
biri genç ve tıraşlı
iki insan vardı,
Bunlar yakınlarda bulunan
bir köyün çobanları olmalıydı…
Ve o çobanlar
onlara ekmek – su verdiler,
Alıp götürdüler evlerine
sahip çıktılar tanrı misafirine
yaralarını sarıp yer gösterdiler…
68
Ve üç-beş gün bekleştikten
dinlenip, yaraları iyileştikten sonra
başladı çalışmaya
ihtiyar çobanın yanında Zeraster,
Durmak dinlenmek bilmiyordu
Anında yapıyordu
ne iş verirlerse versinler…
Kız okula gönderildi
okulda yeni tükçe öğrendi
okuma yazma ve hesap belledi
Bitirdi üçüncü sınıfı hepsi bu kadardı,
Zeraster öyküsünü anlattı
çoban babaya
konu - komşuya
ve meraklı kulaklara
Fakat yezdan kültünden
biri olduğunu onlardan sakladı,
Karısını öldürenleri
mezra halkını kılıçtan geçirenleri
şeriatçı müslümanlar diye değil
milliyetçi araplar diye açıkladı…
69
Fakat buna karşın
kuşkuyla karşılandı
köyün dindarları
ve arap hayranları tarafından,
Üstelik bir soru işareti oluşmuştu
Arap hayranlarının kafasında
Zeraster adından…
Ama ekseriyet onu seviyor
iş veriyor
konuk ediyor
koruyup kolluyordu,
Daha da yetinmeyip
komşu köy ve mezralarda
dostların yardımına yolluyordu…
Çevrenin namlı yiğidi
halkın rehberi, mürşidi
olacaktı ki nerdeyse,
Bir gün içi para dolu
bir cüzdan buldu
iş dönüşü komşu köyden
sapa yol üzerinde…
70
Olasılık ki bulduğu
katırlı sınır kaçakçılarının parasıydı
Köy köy mezra mezra dolaştı
sordu soruşturdu önüne gelenden
paranın sahibini olmayıp bulamadı.
Herkes yemin ederek
kendisinin olduğunu söylüyordu,
Ama hiç kimse
kayıp cüzdanın şekli
içindeki paranın biçimi
ve ne kadar olduğunu
cündanı nerede ve nasıl
yitirdiğini bilmiyordu.
Anlaşıldı ki
para hiç kimsenin değildi
fakat cami imamı diş gösterdi,
Paranın kendisine ait olduğunu
Zeraster denen kafirin onu çaldığını
iddia ederek kışkırtmaya başladı cehaleti…
71
Ve o gece
Zeraster yüklendi
karanlık iyice basıp da
köylü uykuya dalanda hemen,
Yiyecek
giyecek
örtünecek
gereksinimleri,
Elinde bıçağı, baltası, tüfeği
kızıyla birlikte kaçtılar köyden…
Dağ – bayır
orman – vadi ,
Bir gözleri ileride
arkalarında bir gözleri…
İki gün sonra
onları ayakları
bir sarp dağın kucağında
etrafı gür orman
içinden dört pınar çıkan
genişçe bir alana ulaştırdı.
72
Kuş uçmaz
kervan geçmez
eşkıya yol uğratmaz,
Sağdan soldan
yukardan aşağıdan
bakmakla görünmez
bir kuytu yurttu burası,
Alanda
bol miktarda
yabani meyve ağaçları
ve yaban hayvanları vardı,
Ne çok soğuk
ne çok sıcak
ılıman ve serin
çok hoştu havası..
Düşünüp
tartışıp karar kıldılar,
Orada konaklayıp kaldılar,
Geyiklerle
keçilerle
kevoklarla
kergülerle
dost, kardeş, arkadaş oldular…
73
Çalıştılar geceli gündüzlü
dışarı çıkmak için
sapa bir katır yolu,
Yatıp uyumak
ve yaşamak için
mağra bozumu
bir güzel ev yaptılar kendilerine,
Olanakları
elverdiğince
aletler üreterek
başladılar toprağı işlemeye…
Kasaba
katırlarla
beş saat çekerdi buraya,
Ve yoktu daha yakında
biricik köy veya mezra.
Her yıl yaz gelende
üç-beş kere inerlerdi şehre,
Ve tedarik ederlerdi
zaruri olarak ne gerekse…
74
Limondan zeytine
üzümden incire
ayvadan nara,
Kirazdan şeftaliye
armuttan elmaya
her türlü meyve
Fasulye, soğan, patates
mısır ve sebze yetiştirildi,
Keçiler
kergüler
geyikler
güvercinler
evcilleştirildi…
Zeraster ihtiyarladı
Güldeste onsekiz yaşına bastı
dal gibi bir genç kız olup
serpildi güzelleşti,
Tam dokuz yıl yaşadılar orada,
Ama bir güz günü
geyik ve keçi erkeçlerini
satmak için
pazara giden baba
ne felaket geldiyse başına
dönmedi geriye bir daha…
75
II
AMANOSTAN ZAGROSA
BİR GARİP GECE YOLCUSU
Düldül’ün başı
duman kaplıydı
Dumanlının etekleri kar,
Yağmur yağıyordu küçük kasabaya
yer yer kara yasa bürünmüştü tarlalar…
Boş dönüşüydü bu
üçüncü kez Ahu’nun kapısından,
Oturmuştu yüreğinin üstüne
bir kurşundan ayrılık ağrısı,
Kaplamıştı atmosferini hiçlik duygusu
Soludukça alev çıkıyordu ağzından…
76
Uyukluyordu
otobüste
gövdesi,
Gah yerde
gah gökteydi
düşüncesi.
Gözleri görmüyordu
gecenin ortasında
alacalı yılan gibi uzanan yolları,
Yüreği sarmıyordu
kar ve ölüm kaplı dağları…
Kulakları duymuyordu
ne yanındaki
yolcuların sesini
ve ne de motor iniltisini,
Anlamsız bir ortama
bırakmış gidiyordu
kendi kendisini…
77
Gecenin ortasında
donanan silme yıldızlarla
gökyüzüne benziyordu
Amanos dağının ala karlı yüzü,
Tırmanıyordu otobüs
dağın yokuşlarını dizleyi dizleyi,
İniyordu otobüs
dağın tepesinden
üzerini sis kaplamış bir ovaya
sızlayı sızlayı…
Karakış
çökmüş
yaşamın başına
Dağlarda kar – fırtına
ovada matem havası,
Bir yolcu var içeride
salmış beynini
gerilerde bir yerlere
duyguları bir adım ileri
iki adım geri giden cinsinden
Gövdesi otobüste yok kafası…
78
Hangi ozan
dile getirebilirdi
bu manzarayı
Hangi derviş
yola götürebilirdi
bu esrik kafayı
Bir içinden çıkılmaz dertle
bir yaka kurtarılamaz felaketle
boğuşup duruyordu ki
Hangi filozof
Işığa kavuşturabilirdi
bu karanlık muammayı…
Kim bilir
Ahu şimdi nerelerdeydi
nereye gitmiş nasıl yitmişti,
Yalnız gecelerin köründe
yanıp yanıp sönüyor muydu
ışıltılı uykusuz gözleri...
Ne bulunağı belliydi
ne bağlı bulunduğu şehrin adı,
Bundan sonra bir daha
buluşmak Ahu’yla
olanaklı mıydı ?
79
Yılları yıllara ulasan da
Dağları deli gibi dolansan da
Bu çapraşık
bu karmakarışık
toplumsal düzenin
getireceği savruluşlar içinde
belki yaşam hiç yol uğratmazdı
O’nun yurduna…
Aslında yolcuları
Harran ovasında
uçup giderken otobüs
ilk gece selamlamıştı ölüm
uyarmıştı kaza,
Çıkıp yuvasından sağ taraf ön teker
kaçıp kaybolmuştu ekinler arasında !
O gece
yağmurlu arazide
sabahladı yolcular,
Canından bıkmıştı herkes
yedek araç getirilip Adana’dan
yolculuk yeniden başlayana kadar !
80
Ve Cudi dağına
ulaşılmadan daha
gün kavuştu geceye,
Yağmurun yerini kar almıştı
pek çok araç yollarda kalmıştı
yolculuk dönmüştü işkenceye !
Ne olduysa
o kar yağışlı gecede
o yorgun yolda oldu
Yolcular uyuşuk, uykulu
düşe kalka tırmanırken dağları,
Saniyelik bir gaflet anında
savruldu otobüs yoldan dışarı..!
81
III
ERGENKÜNDE GÜLDESTE
Yalçın dağların
kızıl kayaların
dipsiz koyakların
sevdalı maralıydı,
Dört yanı uçurum
hapis ıssız bir alana
yere saplı bir yaşamın
kökü, gövdesi, dalıydı…
Doğanın kalbine işlediği
esrarengiz güzellikteki
gönül sarayında açan güllerin
sevda kokan sarısıydı, alıydı,
Sevişirdi
tekelerle
kangallarla
bugularla
Yoktu alacak koynuna
bir doğa vergigi hemcinsi
Yürekten yaralıydı…
82
Meyve diker
sebze eker
toplar ürünleri
harman eder
saklardı yazdan kışa,
Kendini
keçilerini
geyiklerini
ve quçiklerini besler
artırırdı kurda kuşa…
Kaldırıp başını
baksan yukarılara
şapkan düşerdi arkana,
Gözüne ya kızıl kayalar
ya beyaz bulutlar
ya da som mavi gök çarpar
Kayaların yalçın yüzünden
zurba zurba güvercinler uçar
Takla ata ata
dökülürlerdi su başlarına…
83
Dalgalı – düzlü
ormanlı – taşlı
inişli – yokuşlu
saray gibi mağaralı
buz gibi pınarlı
bir yurtçuktu bura,
Dostun – düşmanın
konuşan canın bilmediği
Yırtıcı hayvanın inmediği
Mezar olan düşmana
mekan olan dost canlara…
İki vadi kavuşurdu birbirine
uçurum dibinde derin mi derin,
İki yandan kuşatıp gelen
yalçın dağın göbeğindeki
sulu, yeşil kuş cennetini,
İki beyaz bacak
görünümü çizerek
mor vadide yüzerek
coşardı suların yüreği,
Ve karışıp giderdi
din masallarındaki
cennet ırmaklarından
Dicleye çağlayıp gürleyi gürleyi…
84
Yahudi kıralı
Sultan Süleyman’ın
Siyon perisi
çoban sevgilisi
ve hiç olmayan albenisi
sıradan bir çöl kızıydı,
Güldeste ise hem çoban hem çiftçi
hem doğanın en görkemli çiçeği
güzellerin sülün yapılısı
selvi boylusu, iyi huylusu
doğanın doğurduğu
tüm canların sevgilisi
yaşamın baharı-yazıydı…
Gözleri ne kocamandı öyle
ne parlaktı gözleri
güneş gibi ay gibi,
Bir bakışta vururdu
insanı canevinden
Kaşları ayça
dişleri inci
kirpikleri yay gibi…
85
Yürürken ırgalanır başaklar gibi
döver kımıl kımıl kalçalarını
konur - sarı saçları,
Aşkla atar adımlarını
okşar toprağı sevgilisince
ısırır meyveleri al dudaklarından,
Sevdayla kucaklar
sarar hasretle
çiçekleri, böcekleri
ağaçları, taşları…
Okyanusların denizkızı
semanın tan yıldızı
dağların nergisiydi,
Onsuz güneş doğmazdı
yaşam olmazdı onsuz
Aşkın iksiri
dostluğun piri
yaşamın kendisiydi…
86
Yaban gülüydü
karlı dağların
kuytu kucağında
gözleri ateş yalımı
rüzgarlı saçları,
Aşk çiçekleri açardı kalbinde
kışın tipisinde, ayazında
yalımlanan sıcağında yazın,
Takmaya görsün bir kez
alevli eteklerine aşıkları
yakıp yakıp kavururdu
ortasında karın, buzun…
Zagroslar
ve Amanoslardan
fırtınalar gibi kopup gelen
ve adı saklanan bir dağın
göbek altındaki
kuytu-sulak yurtlukta sona eren
maceralı insan öyküsü burada bitti,
Bu esrarlı kız gerçek bir peri
Kazazede delikanlı
aşıkların piri
ve bu sıcak sulu yurt
geçek bir cennetti…
87
IV
BUGU İLE GÜLDESTE
Ben Bugu
O kanlı kazadan
aşk eseri kurtulan tek kişi,
Yıllar sonra ayıktım
Yavaş yavaş anımsadım
yirmidört yıllık geçmişi…
Üç yıldır buradayım
Yeni yaşamın koynundayım
Eksik kafamda
geçmişle ilgili bazı bilgiler
siyah – beyaz bazı görünümler
ve bazı sesler yalnızca uğultu,
Kaldı gerilerde yitik sevdalar sisli bir boşlukta kayboldu Ahu.
88
Kaya kaya
dik koyaklardan
bata çıka derin çukurlara
çarpa çarpa taşlara ağaçlara
kocaman bir uçurumdan
yuvasına düştüğüm ana,
Terini emdiğim
teninde beslendiğim
ve koynunda büyüdüğüm işçi,
Gökler nergisi
dağların maralı
allı, morlu, sarılı peri
Güldesteydi…
….ve Güldeste aldı beni
ölümün kanlı dişlerinden,
Sırtlayıp götürdü
kendi cennetine
tutup ellerimden,
Güldeste şiirdi
türküydü
besteydi
ömrümce hiçbir zaman
düşmeyecek olan dilimden…
89
Doğanın süt memesiydi
yaşamın kendisiydi
toprakta yeşerirdi Güldeste
Kuşlarla şakır
arılarla bal taşır
çiçeklerle sevişirdi Güldeste…
Acı duymaz
yorulmak bilmez
gülücüğü dudaktan eksilmez
Dağlarda destandı Güldeste
Adsız sevda perisiydi
gönülde gülistandı Güldeste…
Zifir zümrüt
yıldızsız yaz gecelerinde
ben onun apaydınlık gölgesiydim,
Acı ve yalnızlık tüten günlerde
yanan teni
kanayan yüreği
ve kesilen nefesiydim…
90
O benim
esrarengiz eşim
yürekte yanan ateşim,
Gecemi aydınlatan ayım
Yaşama tutunduğum otağım,
O dağların koynunda yaşar
ben onun koynunda yaşarım…
10/3/2022
Melbourne
91
YALNIZLAŞARAK BİTİYOR
MACERASI ÖMRÜMÜZÜN
Rüzgar savuruyor
apak olmuş saçlarımı,
Yapraklar
karışıyorlar
hüzün kokularıyla
havaya, suya
doluşup yol boylarına
öpüyorlar ayaklarımı…
Düşmüşüm yelin önüne
Gözlerimde görüntüleri
hayal-meyal geçmiş yılların,
Dizler dermansız
yürek esintisiz kalmış,
Dolanmış
boynuma
vefalı yar gibi
soğuk elleri
ayrılığın…
92
Gelip geçiyorum bir engelli patikadan
Çiy düşmüş sabahın serinliğine
Ürpertili mor duygular depreşiyor daha
yüreğimin derinliklerinde atarak,
Yare kavuşmuş sevgili gibi
okşuyor derinde depreşen acılarımı
yaşamın son hüzünlenişleri
sarıp yüreğimi kanatarak…
Sararmış yapraklar
ölgünleşmiş gün ışınları
hüzün kaplıyor her yanı durmadan,
Beli bükük dolaşıyor duygularım
Aşkımda yeşeren yapraklarım
kopup birer birer
savrulup gidiyorlar dalımdan…
Her yan hüzün
her yan acı ve buruk,
Alın kırışık
gönül yıkık,
Gelip oturuyor
yalnızlaşmış duyguların gırtlağına
boğuk bir hıçkırık…
93
İnsanlar vardı
tuz-ekmek paylaşılan,
Darda
zorda
kalanda
Yokluk
yoksulluk kapıyı çalanda
el verilen, elinden tutulan…
Kimi göçüp gitti sırası geldikçe
unutuldu anıları çoklarının
konuşulmaz oldular
dost söyleşilerinde,
Kimi dönüp duruyor daha
Gecesi kimsesiz
gündüzü belirsiz
yaşamı sürdürme
güçlüğünün mengenesinde,
Kimileriyse
övüncek imparatorlar gibi
dikilmektedirler sürekli
kaygan papucunun içinde…
94
Yaşam felsefem gereğince
bir an bile olsun
dönüp bakmıyorum geriye,
Bağlamışım
gözbebeklerimi
ufuk çizgisinin ötesine,
Ne çığlık sesi geliyor içimden
ne sıkıntı basıyor duygu dünyamı
sessiz, sıkıntısız
işliyor hükmü günün,
Yel keskin esiyor
çiçeklerin kokusu buruk
matem havasında
kuşların şarkıları
Yalnızlaşarak bitiyor
macerası ömrümün…
13/3/2022
Melbourne
95
AŞK YORGUNU
Aşk yaşamın türküsü
gahi coşkun
gahi durgun,
Aşk yaşamın renkli görüntüsü
gahi mutlu
gahi buruk
gahi umutlu
Uçar mavi gökte
al kanatlı bir kuş olup
geçer mavi denizleri
hiç düşmez yorgun...
Aşk acı çekmektir
aşk çöllere düşmektir
ve uğruna fırtınalarla
savrulup sahralarda
kum deryalarına gömülmektir,
Aşk tılsımlı çöl çiçeklerinin
hummalı alev dalgalarında
yanıp yanıp sönmektir...
96
Belki budur
aşkın en anlamlı öyküsü
Belki budur
beynin işlevsizliğinin
tılsımlı bir güzelliğe bürünüşü,
Belki de
serden geçmiş
bir dervişin garip düşü...
Aşk “mermer taşlı” sokaklarda
mor dudaklı
“kalem kaşlı” yosmalarla...
değildir ve olamaz
benim sevdalı yüreğimin
dalgalı deli okyanuslarında.
Ağır yük altında
bir aşılmaz karlı dağı
dizleyi dizleyi tırmanmak,
ve dağın başında göğsüne
serin bir yel vurmak,
Çöl fırtınalarından kurtulmak
Kuruyup biterken yaşam
hiç umulmadık bir anda
bir yemyeşil vaha bulmak...
97
Yanarken
çöl cehenneminde
aç-susuz
sevdasız
umutsuz
Çevreyi
mor- yeşil renklere bezemiş
Periwinkle kokusu duymak,
ve çöl çiçekleri arasında
“hilal kaşlı”
mor bakışlı
bir dilberle buluşmak...
Ben böyle gördüm aşkı
Ben böyle bildim aşkı
ve böyle yaşadım birazcık,
Aşk yordu beni
Tüketti düşlerimin
duygusal devinimini,
Vakit geldi geçiyor
ayrılalım artık...
24/5/2022
Melbourne
Kayıt Tarihi : 18.9.2022 07:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
bir uzun sevda öyküsüdür bu sığmaz kitaplara

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!